İlk yorumu siz yazın!
1917 Filmi: Büyük Savaş'ta Nefes Kesen Takip
Sam Mendes’in görevlerini gerçekleştirmek için uzun bir mesafeyi kısa zamanda kat etmesi gereken iki askerin hikayesini anlattığı I. Dünya Savaşı epiği 1917, filmi tek planmış gibi gösteren usta işi görüntü yönetimi ve kurgusu, izleyicisini savaş alanının ortasına bırakan ses tasarımı ve görsel efektleriyle yılın teknik harikası… Sinemanın ne olduğunu hatırlamak, yönetmenin bir filmdeki görevinin ne olduğunu kavramak için mutlaka izlenmesi gereken, nefes kesici bir savaş filmi bu…
I. Dünya Savaşı filmleri, yıkımı da, bilhassa Holocaust nedeniyle dramatik etkisi ve anlatılacak hikayesi de çok daha fazla olan II. Dünya Savaşı filmlerine kıyasla sinema dağarcığımızda az yer kaplıyor. Kubrick’in Paths of Glory‘si, farklı uyarlamaları olan All Quiet on the Western Front ve Jean-Pierre Jeunet’nin Un long dimanche de fiançailles / A Very Long Engagement‘ı akla ilk gelenler arasında.
Oysa yaşadığımız toprakların da fiilen bir parçası olduğu, eğitim-öğretim hayatımız boyunca defalarca silbaştan tarih kitaplarında detaylarını okuduğumuz savaş, henüz ortada ikincisi yokken “Büyük Savaş” olarak adlandırılan I. Dünya Savaşı. İşte Sam Mendes‘in 1917 filmi, “Almanlar yenilince bizim de yenilmiş sayıldığımız” o savaşta, Almanların yenilmeden önceki son hamlelerinden biri üzerine inşa ediyor hikayesini: Batı Cephesi’nde güç kaybeden Alman ordusu, 1917 yılında Hindenburg Hattı adında yeni bir hat çizmiş, burada siperlerini kazmış, hazırlıklarını yapmış ve Fransa toprakları üzerinde Alberich Operasyonu adı verilen bir operasyonla Hindenburg Hattı‘na geri çekilmiş. Geri çekilirken iki hat arasında kalan tüm yerleşim yerlerindeki işe yarar altyapıyı, köprüleri, elektrik, su hatlarını imha etmiş, köy ve kasabalarda sadece yaşlı, kadın ve çocukları bırakarak erkekleri fiziksel işlerde çalışmak üzere yanında götürmüş. Kazanmaya başladığını sezen karşı taraf, geri çekilen ve güçsüz olduğu var sayılan düşmana karşı güvenle atağa geçebilir ve gerideki o hatta sağlam ve hazılıklı bir orduyla karşılaşarak can ve güç kaybedebilirmiş. Kaybetmemiş. Filmin hikayesi de tam olarak bunun üzerine; kazanmanın değil, kaybetmemenin filmi 1917.
Almanların stratejisini anlayan İngiliz general, Hindenburg Hattı’nda düşmana son darbeyi vurmak için hevesle bekleyen orduya saldırmama emrini, bunun planlı bir geri çekilme olduğu haberini vermeleri için iki onbaşı görevlendiriyor. Gerçekte bu haberi ulaştıranlar iki kişi miydi ya da kimlerdi pek tabii ki bilmiyoruz, fakat 1917‘de bu görev Onbaşı Blake (Dean-Charles Chapman) ve Onbaşı Schofield’a (George MacKay) ait.
1917‘nin en önemli özelliği, en büyük oyuncağı tüm filmin tek plan çekilmiş gibi gözükmesi. Çağımızın en yetenekli görüntü yönetmeni Roger Deakins‘in kamerası, Christopher Nolan filmlerinden tanıdığımız Lee Smith‘in kurgusu ve yönetmen Sam Mendes‘in vizyonu bir oluyor ve bunu kusursuz bir şekilde başarıyorlar. Blake ve Schofield’ın karşısından ya da ensesinden bir an olsun ayrılmayan kamera, görevleri boyunca geçtikleri her yerde onlarla olmamızı, korkularını ve endişelerini yaşamamızı sağlıyor, adeta bir bilgisayar oyununa çeviriyor her şeyi – görevi üstümüze yıkıyor. Ses tasarımı, setler ve görsel efektler o kadar başarılı ki, savaş alanının ortasında bulmamak kendimizi, soluk soluğa kalmamak mümkün olmuyor.
1917 bir savaş filmi, 1917 teknik kusursuzluğuyla öne çıkan bir film ama Blake ve Schofield’ın her şeyden önce birer insan olduğunu da bize bir an olsun unutturmuyor. Bu görevin Blake için oldukça kişisel bir görev olmasıyla değişiyor bakış açımız her şeyden önce: Haberin ulaştırılması, hayatlarının kurtarılması gereken bölüğün üst rütbeli askerleri arasında abisi var. İki onbaşı arasında önceden kurulmuş olduğu belli olsa da yol boyunca pekişen dostluk bağı, sadece diyalogları değil sessizlikleri de anlamlandırıyor. Ve son olarak, iki hat arasında boşaltılmış o köylerden birinde, Schofield’ın karşısına çıkan Fransız bir genç kadın ve bebek, temponun en çok düştüğü, ışığın en loşlaştığı ve filmin en insanileştiği nokta oluyor.
1917, savaşı acısı ve zaferiyle, patlaması ve sessizliğiyle, ateşi ve karanlığıyla, birliği ve kişiselliğiyle tek solukta, tek planda, tek çizgi üzerinde anlatıyor. Kuşbakışı düz bir çizgi gibi gözüken bu çizginin engebeleri var, A noktasından B noktasına ulaştıracak bu çizginin üzerinde mayınlar, tuzaklar, kör noktalar var. Bir yanda rolleri çok büyük iki askeri canlandıran, yüzleri tanıdık iki genç oyuncu, bir yanda rolleri birer yan karakter olmaktan ibaret yıldızlar (Benedict Cumberbatch, Colin Firth, Richard Madden ve Andrew Scott örneğin)… Filmin teknik kusursuzluğu, beklentilerin oldukça üstündeki oyuncu performanslarıyla (ve Thomas Newman‘ın müzikleriyle) birleşince ortaya unutulmaz bir deneyim çıkıyor. Sinemanın ne olduğunu hatırlamak, yönetmenin bir filmdeki görevinin ne olduğunu kavramak için mutlaka izlenmesi gereken, nefes kesici bir savaş filmi bu… Saving Private Ryan 1990’lar için neyse, 1917 filmi 2010’lar için o.
IMDb Puanı: 8.7/10
Nedense bende hep Dunkirk vari bir film izleyeceğiz hissiyatı uyandırıyor film, adından görsellerine kadar, bir o kadar içeriden ve bir o kadar da dışarıdan yani... Heyecanla bekliyordum, senin yorumlarından sonra izlenecekler listemde ilk sırayı aldı bile! 🙂