Tiyatro Dolu Bir Yılı Kapatmadan Önce: Sahnedekilerden Bir Seçki
Bir yandan yeni bir sezona hızlı bir giriş yaparken bir yandan da yeni yılı karşılama telaşı içindeyim. Bu telaşımın başrolünde ise her zaman olduğu gibi tiyatro var. Geçtiğimiz sezonu iyi oyunlarla kapatırken bu sezonu da yine alkışlarla açtım. Haliyle, tüm bir yılı yine hikayelerini hep sorgulayacağım, oyunculukları hatırlayacağım ve soran herkese önereceğim oyunlarla kapatıyor olmanın keyfi içindeyim. Önce “Hoş geldin yeni tiyatro sezonu,” dedim ve geçtiğimiz üç ay boyunca yeni oyunların karşısına geçtim. Bir önceki sezonu da her tiyatro severin notlarında olmalı diye düşündüğüm oyunlarla kapatmıştım. Dolayısıyla, iyi oyun ve başarılı oyunculuklarla kendi adıma tiyatroyla dolu bir yıl geçirdim ve bu deneyimler yeni yıl niyetlerime büyük bir ilham oldu. Yeni bir yıla merhaba demeye hazırlandığımız şu günlerde, ‘önermeliyim’ diye not düştüğüm oyunlardan oluşan bir seçkiyle, sizleri 2025’te de “İyi ki tiyatro var,” demeye davet ediyorum.
Gölge Otobanı, Tiyatro Watt
Tiyatro Watt’la ilk tanışmam Sıradan Karşılaşmalar ile oldu. Şimdi ise Gölge Otabanı’yla tanıştığıma bir kez daha memnun oldum. Olay adı üstünde bir otobanda geçiyor. Birbirinden farklı geçmişlere sahip üç karakterin yolları bir arabanın içinde kesişiyor, yavaş yavaş birbirlerini anlatmalarıyla geçmiş hikayeleri sahnede yerini alıyor. Anlattıklarının kimi bizde de var, kimini tahmin ediyoruz, bazısını da ilk defa duyuyoruz. Özellikle göçmenin hikayesi de yine hepimizi ayrı bir yerden içine alıyor. Oyunun zenginliği, karakterleri kadar kullandıkları “green box-yeşil kutu” teknolojisi. Bizleri de, aynı arabanın içinde karanlık otobanda hissettiriyor. Yusuf Onur Aydın, zaten ilk oyunda kalemini ve yönetmenliğini konuşturmuştu. Bu oyunda da yine “ne güzel bir yetenek” dedirtti. Bununla da kalmayıp oyunculuğunu da beğenimize sundu. Tahir Yılmaz ve Yusuf Nebioğlu’nun sahici oyunculuğu da bu iyi işin en önemli paydalarından. Sonuç olarak, aile, dostluk ve özellikle göçmenlik gibi kavramları gözümüze sokmadan anlatan Gölge Otobanı, yeni yılda sizlere gözüm kapalı önereceğim en güzel işlerden biri.
Dublörün Dilemması, Atlas Tiyatro Araştırmaları
Atlas Tiyatro Araştırmaları demek, iyi uyarlanmış oyunlar demektir. Daha önce Yabancı gibi Dublörün Dilemması da bir uyarlama hem de kendine has uslubuyla okurların sıkı takibindeki, Afilli Filintalar’dan tanıdığımız Murat Menteş’in aynı isimli romanından. Absürd bir hikaye, yazarın dilinden nasıl sahneye aktarılır derken ilk önce sahne düzeniyle alıyoruz sorumuzun cevabını. İnişli çıkışlı, meyilli ve hareketi bol bir dekor merakımızın artmasına yetiyor. Oyuncular sahnede yerini almaya başlıyor ve hep birlikte “Bakalım aynı anda iki yerde nasıl olunur”u anlamaya çalışıyoruz. Tek perde boyunca hiç bitmeyen enerji, merak, birbirinden renkli karakterlerle sorularımızın cevaplarından fazlasını buluyor ve oyun keyfimiz doruğa ulaşıyor. Selam sahnesinde oyunu uyarlayan ve yöneten Sercan Özinan’a bir kez daha “bu işi biliyor ve yine hakkını veriyor” diye içimden geçirdim. Yetmedi, üstüne Deniz Işın, Abdurrahman Merallı, Çetin Kaya, Ediz Akşehir, Tekin Ezgütekin’e uyumlu ve tempolu oyunculuklarıyla hak edilmiş alkışlarımı gönderdim. Sezonun en’lerinden üst sıralarda yer alan bu oyunu en az benim kadar seveceğinize eminim.
İspat, Bahçe Galata
Bahçe Galata’nın iyi olduğunu zaten biliyoruz ve bu oyunla da, adı üstünde iyi bir iş çıkardığını bir kez daha “ispat”ladı. Bir matematik profesörünün ölümünün ardından kalanlar, gidenler, çözülen ama kendi içinde ayrı bilinmeyeni olan denklemlerle kuşatılmış bu oyunda hep birlikte bir ispatın peşindeyiz. Kızları Catherine ve Claire ve öğrencisi Hal arasındaki karmaşık ilişki içinde sürüklenirken son sahnede çarpışmayı yaşıp öylece kalıyoruz. Beraberinde her oyuna nasip olmayan üç başarılı oyuncuyu da alkışlıyoruz. Derya Özsoy, Sarp Doğa Çelik ve Güneş Hanağası’nın performansı ve uyumu en az oyunun sonu kadar aklımızda kalıyor. Özellikle Derya Özsoy’un karakterin tüm duygu ve travmalarını yansıtması takdire şayan. Çeviriyi üstlenen Sarp Doğa Çelik’in tercümesinin (bu konuda çok hassasımdır) ne kadar akıcı ve başarılı olduğunun da altını çizmeden olmaz. Evin terasında geçen oyunda sahnenin sonbahar yapraklarıyla ve iki şezlongla sadeliği ve etkileyiciliği notlarımızın arasında yerini alıyor. Saim Güveloğlu yönetmenliğinde İspat, yeni yılda mutlaka seyirci kalmanız gereken oyunların başında yer alıyor.
Elektrikli Sandalye için Elektrik Yok, Kadıköy Boa Sahne
Derinliği olan, sorgulatan, düşündüren, üstünden zaman geçmesine rağmen hala kafanızda soruların dönmesine neden olan oyunları sevenlerdenseniz o zaman buyrun Elektrikli Sandalye için Elektrik Yok oyununa. Kadıköy Boa Sahne’nin sezona armağanı bu oyunda elektrikli sandalyede bir mahkum ve infazı gerçekleştirecek bir memur var, bir de elektriklerin kesik olma sorunu. Ne zaman gelecek bilinmez ama başka şeyleri bilmeye başlıyoruz. Mesela özgürlüğün sadece dışarıda serbestçe dolanırken olmadığı, mahkumiyetin de sadece bir sandalyeye bağlı olmadığı gibi. Daha çok bilmeye, öğrenmeye ve kavramları bambaşka açılardan görmeye ve üstüne günlerce sorgulamaya devam ediyoruz ve bir süre daha böyle olacak gibi. Oyunun sıradışı dekoru daha ilk dakikada dikkatimizi çekiyor. Podyum gibi artı şeklinde bir sahne düzeninin ortasına yerleştirilen ışıklı ahşap bir sandalye etrafında dönüyor her şey. Böyle bir sahnede Aytekin Atabey ve Gökay Müftüoğlu, başarılı oyunculuğu da başımızı döndürüyor. Özellikle Aytekin Atabey, elleri kolları bağlı bir biçimde ve hiç hareket etmeden tabir yerindeyse dünyaları oynuyor. Kimin asıl mahkum kimin özgür olduğunu hala bilemediğim bu oyunda birçok şeye bakış açınız değişecek, en basit bir meyveye bile!
Takımyıldızları, KAOS
Yıllar önce Parçacıklar adıyla izlediğim ve sevdiğim Takımyıldızları, bu kez bambaşka bir isimle ve sahnelemeyle daha çok sevdiğim bir oyun olmuş. Her şey olasılıklardan ibaret. Hepimiz evrende bir olasılığız ve birbirimize çarpma ihtimalimiz çok yüksek. Her çarpışma da kendi içinde sonsuz olasılıklara gebe. Bunlar da yine bir o kadar başka olasılıklara kapıları açıyor. Sahnede esas kızımız ve esas oğlanımız var, partide olasılıklar gibi çarpışıyor ve ortaya sonsuz olasılıklarla dolu bir ilişki çıkıyor. Şöyle olsaydı nasıl olurdu görüyoruz, ya olmasaydı nasıl olurdu ,onu da görüyoruz. Hatta şöyle söylenseydi ya da söylenmeseydi…sonucu karşımızda. Mutlak sonu hepimiz biliyoruz ama oraya gidişimizin olasılıklarıdır işte hayatımıza yön veren; bir kez daha anlıyoruz. Oyunu bu kadar özel kılan sadece konusu değil elbet. Öncelikle alışılageldiğimiz sahnelerin dışında kitap kokularının içinde izleme şansına sahibiz. Minoa Pera’da kitapların arkasındaki sahnede ve platformun köşelerine iliştirilen ışıklar arasındayız. Böyle bir mekan oyuna inanılmaz yakışmış. Oyuncular Özge Erdem (aynı zamanda yönetmeni) ve Kemal Kayaoğlu ise Takımyıldızları’nı izlenilesi yapan bir diğer özel sebep. Uyumlarına ve enerjilerine hayran olurken, hiçbir kostüm, aksesuar olmadan en sade halleriyle saniyeler içinde aynı karakterlerin başka yaşlarına, zamanlarına ve mekanlarına ışınlandılar, bizi de peşlerinden o dönemlere sürükleyerek. Sonunda, onlarla birlikte sarsıldığımız doğrudur. Güldüğümüz, içimizden (ve biraz da dışımızdan) ağladığımız ve bu olasılıklar içinde en çok mutluluğu ve sevgiyi kovalamaya karar verdiğimiz bu oyun ruhunuza iyi gelecek.
Hikayesinde Senden Bahsetti, Of Of İstanbul
Sizlere de benim gibi sürekli mantar gibi biten yaşam koçlarından, evrene pozitif mesaj göndermeye çalışanlardan, bin kez tekrarlasak da inanmayacağımız manifestlemelerden ve bilimum kendine değerlisin, iyisin, güzelsin gibi mesajları söyletenlerden fenalık geldiyse, sizi sahnenin karşısına alalım. Ayşe Parla Soyluer, beyaz yakalıdır, plazayla evi ve ailesi arasında sıkışmış yaşamında herkes gibi ayakta kalmaya çalışır. Doğum günü kutlayayım derken sebep olduğu yangın sonrası bizi selamlar ve hikayesini, travmalarını, iyileşme çabalarını, sosyal medyadan nasibini almasını anlatmaya başlar. Bir bakıma da aslında kendini değil bize kendimizi anlatır. Birçok yerde sanki sahneye ben çıkmışım da derdimi anlatıyormuş gibi hissettim. Şu toksik kişisel gelişimlere, 777’lere ve mesajımızı alamayan evrene selamlarımı Ayşe Parla ile birlikte gönderdim. Oyunun yazarı İlkay Yıldız, malum konuyu hepimizin bildiği bir taraftan ele alıp işlerken Ayşegül Tekin de yönetmenliğiyle sahne üstüne taşımış. Gizem Aldemir ise var gücüyle Ayşe Parla’yı bizimle tanıştırırken kendine de tanıdık geldiğine eminim. Eğlenceli bir yetmiş dakika geçirmeyi manifestlemek isterseniz, Ayşe Parla’yı takip edin.
Yansıma, 1Oda1Tiyatro
Hepimiz ailemizin birer yansımasıyız ve bu oyunla da sağlamasını yapıyoruz. Sahnede abla kardeş var ve dedelerinin ölüm yıl dönümünün hazırlığı içindeler. Biri hastalıkla mücadele ediyor, diğeri abla olarak yaralarını sarmaya çalışıyor, anne ve babalarını hoş tutma çabası da yaralarının en üst kabuğunu oluşturuyor. Hikayelerini dinledikçe kabuklar soyuluyor ve kanamaya başlıyor. Travmalarla dolu bir aile, bunu üstlerine elbise gibi giyinen iki kardeş ve ne yapsalar hep sarılmaya devam edecek sargılar… En çok ablaya acıdım, oyunun kilit karakteri olarak aslında o bandajlarla kendi yaralarını sarmaya başlasa, belki de her şey çok daha normal olacak. Gaye ve Rıfat’a hayat veren Semra Özgün Emrah ve Olcay Tanberken, oyun boyunca paslaşmalarıyla ve “yansıttığı” karakterlerle bizim travmalarımıza da dokundu. Evrin Anaç’ın yazdığı ve Venda Altuntaş’ın yönettiği oyunda sizin de ailenizden bir yansıma bulmanız kuvvetle muhtemel.
Gördüğünüz gibi yeni yıla tiyatroyla başlangıç yapmak için birden çok seçeneğiniz var. 2025’e geri sayıma başladığımız şu günlerde gelin, yeni yıl kararlarımıza tiyatroyu da dahil edin. Sahnede oyuncuların, koltuklarda seyircilerin yerini aldığı ve salonlarda alkışların dinmediği tiyatro dolu bir yıl olması dileklerimle!
Kapak Fotoğrafı: visitberlin.de (Renaissance Theater)
İlginizi çekebilir: Yüksel Enes Altınok’tan Ataerkil Dünyada Kendini Bulma: “Yalnız” Oyunu
İlk yorumu siz yazın!