İlk yorumu siz yazın!
Yıl Sonu Değerlendirmeleri: 2024’e Kişisel Bir Bakış
Tüm hayatımı geriye doğru değerlendirdiğimde yıllara göre iniş çıkışlar olsa da ciddi anlamda büyük bir düşüş yaşamamış olmama ve pek çok kişiye göre sıradan, rutin bir yaşam sürmeme rağmen benim için derin bir mutsuzluk kaynağı yıl sonu değerlendirmelerinin gerçeklikten ziyade bir hissiyat, bir illüzyon olduğunu itiraf etmem gerekir. Bu illüzyonun da etkisiyle ergenlikle beraber kaybedip bir daha da yaşayamadığım çocukluğumun yılbaşı heyecanları bir şenlikten, bir coşkudan; geçmiş yılın muhakemesine ve pişmanlıklarına, ulaşılamayan hedeflere, tutulamayan sözlere, gelecek yılın endişelerine ve hiçbir zaman mükemmel derecede pişmeyen hindiye, her biri eksik bulduğum sofralara dönüştü.
Öte yandan, tüm bu ruh halime karşın, tamamen irrasyonel bir ısrarla hindi pişirmeye; eksik bulduğum o sofraları kurmaya ve herkese, bu arada kendime de, hediye almaya devam etme inadımın da aslında bir şekilde o çocukluğumun yılbaşlarına umutsuzca dönüş girişimleri olduğu aşikar. Bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını; sofradaki hataların ve hediyelerin uyumsuzluğunun mutsuzluğa mutsuzluk kattığını da söylememe gerek yok sanırım.
Adettendir; sene sonunda o senenin bir değerlendirmesi, eskilerin tabiriyle muhakemesi yapılır. Ben bu değerlendirmeleri çocukluğumdan beri yaparım. Evet çocukluk için fazlasıyla gereksiz bir davranış ama maalesef ben büyümüş de küçülmüş dedikleri, yaşam karşısında içinde bulunduğu şartlar hiç de gerektirmediği halde erken olgunlaşmış bir çocuktum. Öte yandan her ne kadar yaşıma göre olgun da olsam çocuk aklı ve duyarlılığıyla yaptığım bu değerlendirmeler ergenlik ve yetişkinlikle olduğu gibi bir mutsuzluk kaynağına dönüşmüyor; bilakis, çocukluğumdaki yılbaşıları büyük bir heyecan ve coşkuyla yaşamama katkıda bile bulunuyorlardı.
Saint-Exupéry, Küçük Prens’te “Tüm yetişkinler ilk önce çocuktular; fakat çok azı bunu hatırlar” der. Ben çocuk olduğumu değil ama çocukluğuma dair bazı anları/anıları hatırlarım ve bunlar içinde yılbaşılarının da çok özel bir yeri vardır. Yılbaşı kalabalık ve bol çeşitli sofraları ve sene boyunca çok istediğim bazı şeylerin hediye olarak gelmesiyle coşkulu anlara dönüşen sürprizleriyle çocukluğuma damgasını vurmuş en özel anlar arasında ilk sıralarda yer alırdı. Hatta çoğu çocukluk anılarında en çok hatırlanan yaş günü kutlamaları benim kişisel tarihimde yılbaşlarının arkasında kalır. Hatırladığım yaş günü anım bir iki taneyi geçmez ama neredeyse belirli bir yaştan itibaren çocuklukta kutladığım tüm yılbaşıları bir şekilde hafızamda yer etmiştir.
Çocukken Kasım ile birlikte başlayan yılbaşı heyecanını ergenliğe geçişle beraber kaybetmeye başladım ve o yıllardan itibaren yıl sonu değerlendirmeleri Turgut Uyar’ın “Yenilginin Günlüğü’ şiirindeki “Yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi” dizesinde sözünü ettiği pazartesi gibi yılbaşlarını ürünlerinin hasatını hemen yılın başında toplandığım hüznün, mutsuzluğun ve yenilginin tohumlarına dönüştürdü.
Tüm hayatımı geriye doğru değerlendirdiğimde yıllara göre iniş çıkış yaşamış olsam da yaşamımda ciddi anlamda büyük bir düşüş olmadığını söyleyebilirim. Hatta pek çok kişiye göre sıradan, rutin bir yaşam sürdüğüm bile söyleyebilir. Buna rağmen niçin benim için yıl sonu değerlendirmeleri derin birer mutsuzluk kaynağına dönüşüyor?
Bu durumun gerçeklikten ziyade bir hissiyat, bir illüzyon olduğunu itiraf etmem gerekir. Bu illüzyonun da etkisiyle ergenlikle beraber kaybedip bir daha da yaşayamadığım çocukluğumun yılbaşı heyecanları bir şenlikten, bir coşkudan geçmiş yılın muhakemesine ve pişmanlıklarına, ulaşılamayan hedeflere, tutulamayan sözlere, gelecek yılın endişelerine ve hiçbir zaman mükemmel derecede pişmeyen hindiye, her bir eksik bulduğum sofralara dönüştü. Öte yandan, tüm bu ruh halime karşın, tamamen irrasyonel bir ısrarla hindi pişirme; eksik bulduğum o sofraları kurmaya ve herkese, bu arada kendime de, hediye almaya devam etme inadımın da aslında bir şekilde o çocukluğumun yılbaşlarına umutsuzca dönüş girişimleri olduğu aşikar. Bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını; sofradaki hataların ve hediyelerin uyumsuzluğunun mutsuzluğa mutsuzluk kattığını da söylememe gerek yok sanırım.
Peki belirli bir yaştan sonra yaşadığım yıl sonlarında durum hep mi böyleydi? Elbette hayır. Bugün geçmişe dönüp baktığımda, ilkokulu bitirip koleje başladığım 1986 senesini milat kabul edersek o yıldan itibaren bazı istisna yılların olduğu söylemem gerekir. Mesela bazı derin travmalarına ve ergenlik sancılarının ilk işaretlerlerini yaşmaya başlamama rağmen 1987; Türkiye’nin en karanlık yıllarından biri olmasına karşın yurtdışında, Londra’da geçirdiğim ve ülke gündemine uzak, gerçek ve küresel anlamda entelektüel uyanışımın başladığı 1993; iş yoğunluğum yüzünden tatile gidemeden tamamını İstanbul’da geçirmeme rağmen içsel bir huzur içinde çok mutlu bir yaz geçirdiğim 2006 (o yıl yazın sonuyla beraber bir tür yarı-kabusa dönüştü ve 2007 Ekimi’ne kadar geçen süre yaşamımdan çıkarmak isteyeceğim kadar kötü bir dönem oldu benim için); Aslı ile evlendiğimiz 2012; iş açısından doğru kararlar aldığım ama daha da önemlisi bir oğlumun olacağını öğrendiğim ve her anlamda benim için Bologna Yılbaşı Pazar’ındaki Noel Ağacı’nın altındayken bir an o ağaç gibi parladığını hissettiğim 2016 ve işle ilgili sıkıntılarına ve sürekli seyahat halinde olmama rağmen elbette Kerem’in doğduğu 2017… 2024 bu yılların arasına girecek derecede özel olmadı belki ama yine de hakkını yemeyeyim, dünyanın ahval ve şeraitinin aksine, çoğunlukla güzel hatırlayacağım; iyi anların, anıların ağırlıkta olduğunu bir yıldı.
Sağlık açısından bazı sorunlarım dolayısıyla benim açımdan biraz sorunla geçmesine karşın Aslı ile evliğimizin ilk yıllarında yaptığımız uzun seyahatlerimizi hatırlatan ama bu kez Kerem’in büyümesiyle artık bize katılabilecek yaşa gelmesiyle daha özel bir hale gelen gerçek anlamda ilk kez ailecek yaptığımız Fransa ve İtalya seyahatleri tüm bu sağlık sorunlarını unutmamı sağladı.
Bu yıl Samsun’da, doğduğum ve çocukluğu geçirdiğim şehirde uzun bir süreden sonra ilk kez bir aya yakın bir zaman geçirme olanağı buldum. Tüm değişimine rağmen çocukluğum geçtiği sokak ve caddelerde, zihnimde geçmişe doğru bir yolculuk yaparken ve Kavafis’in “(…)Bu şehir arkandan gelecektir/Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın/ aynı mahallede kocayacaksın(…)Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda“ dizeleri şeritler halinde gözümün önde geçerken yaşamımı tüketip tükenmediğimi sorguladım.
2024 boyunca 16 tanesi (bu yazıyla birlikte) theMagger’da olmak üzere toplam 31 yazım ve 7 şiirim yayınlanmış. Hem nitelik hem de nicelik açısından iyi bir sene sayılır. Yıllar sonra, üniversitenin ilk yıllarında bıraktığımdan bu yana, yeniden ve daha ciddi bir şekilde eğildiğim şiirde kısa sürede beklentimin üzerinde elde ettiğim bu başarı 2024’ü benim açımdan hiçbir şey olmasaydı bile sadece şiirlerimin yayınlanmasından dolayı özel bir yıl yapardı. Bu senenin yazı anlamında eksiklikleri de oldu. Yıl sonuna kadar bitirmeyi ve yayınlatmayı planlamış olmama rağmen hala tamamlayamadığım öykülerimle Enis Batur ve Andy Warhol yazıları içinde ukte olarak kaldılar.
Bu sene katılma ve görme olanağı bulduklarım arasında MEASA Bölgesi’nin (Ortadoğu, Afrika & Güney Asya) görsel sanatlar alanındaki en büyük etkinliği olan ART DUBAI beni en çok etkileyen ve düşündüren sanat etkinliğiydi. Bu kapsamlı etkinlik Colombo’dan (Sri Lanka) Mumbai’ye, Bogota’dan Casablanca’ya, Jakarta’ya ve Tahran’a dünyanın farklı bölgelerinden sanatçıların yapıtları ile tanışmamı sağladı. “İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile Arab, Afika ve Güney Asya Ülkeleri Arasındaki Kültürel Değişim” başlıklı temasına uygun olarak Soğuk Savaş’ın şekillendirdiği politik ve tarihsel bağlamın etkisiyle batıdan bağımsız gelişen; uzun bir süre yine dönemin politik koşulları dolayısıyla sadece gerçekleştiği Doğu Bloğu ve Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin sanat paradigmaları içine hapsolmuş bir sanat anlayışı doğrultusunda eser veren sanatçıların eserlerinin sergilendiği retrospektif sergi de geç de olsa sanat tarihi içinde bilmediğim bir dönemin kapılarını açtı bana.
Hakkında bir yazı kaleme almak istemememe rağmen bir şekilde üzerine çalışmaya başlayamadığım Viyana Kunsthistoriches Museum’da düzenlenen Holbein. Burgkmair. Dürer. Renaissance in the North sergisi 2024 yılında beni en çok etkileyen sanat etkinlikler arasında üst sıralarda yer aldı. Ben Kuzey Rönesansı’nı İtalyan Rönesansı’ndan daha çok severim. Bunda Antik ve Klasik Dönem’den ziyade dönemine ait (çağdaş) sahnelere ve bireye odaklanmasının yanında temaları ile birlikte teknik düzeyde boya ve renk kullanımlarının kaynaklı olarak felsefi anlamda derinlikli ve duyarlı olmasının etkisi büyüktür. Büyük bir Kuzey Rönesansı hayranı olarak benim için unutulmaz bir deneyim olduğunu söylemek isterim.
Sanat tarihinde belki de en sevmediğim ressam olan Andy Warhol’un yılın sonunda doğru Dubai’de gerçekleşen Andy Warhol The Gram Factory sergisi de bu sene ziyaret ettiğim önemli sanat etkinlikleri arasındaydı. Bu serginin ve genel olarak da Warhol üzerine başladığım yazıyı da umuyorum ki yakın zamanda tamamlarım.
Bunlar dışında Kerem ile Paris’te, Antibes’de, Torino’da, Roma’da, İstanbul ve Samsun’da yaptığımız müze ziyaretleri de bu yıl en çok zevk aldığım etkinlikler arasındaydı. Kerem’in müze ziyaretlerini ve özellikle de resim sanatını çok sevmesinin beni nasıl mutlu ettiğini ifade etmeme gerek yok sanırım.
Bu sene müzik alanında da gerçekten çok iyi performanslara katılma şansı buldum ama bir konser vardı ki neredeyse 45 yıldır bekliyordum… Sergio Leone’nin Dollar Triology’sini oluşturan filmleri (Birkaç Dolar İçin, İyi-Kötü-Çirkin, Bir Avuç Dollar) seyrettiğim andan itibaren canlı olarak dinlemeyi istediğim bence sinema tarihinin en büyük bestecisi olan Ennio Morricone’nin müziklerini kendisi de önemli bir besteci ve orkestra şefi olan oğlu Andrea Morricone’nin yönetimindeki büyük senfoni orkestrası ve Dubai Operası Korosu Dubai Operası Film Müzikleri Haftası kapsamında 3 saatlik bir konserde seslendirildi. Beni çocukluğumun mutlu anlarına götüren ve sinemayı neden ve nasıl sevdiğimi bir kez daha gösteren konser bittikten sonra bile uzun süre kendimi Vahşi Batı’nın çorak toplarından at sırtında, elimde Winchester tüfeğim ateş ederken hayal ettim.
Okuma açısından da yoğun bir seneydi 2024; fakat okuduğum kitapların neredeyse tamamı zevk için değil daha çok üzerinde çalıştığım yazıları desteklemek amacıyla okundu. Önümüzdeki sene daha çok roman, özellikle de son dönemde yayınlanmış roman okumayı planlıyorum. Bu sene okuduğum kitaplar içinde bir tanesini seçmek istersem İran Edebiyatı’nın gelmiş geçmiş en büyük romancısı olarak görülebilecek Mahmud Devletabadi’nin Thirst (orijinal adı Besmel) romanını seçerim. İran-Irak Savaşı’nda bir su tankını ele geçirmek isteyen ve susuzluktan çıldırma aşamasına gelen askerler, onları yazan bir Iraklı gazeteci, sınırın diğer tarafında konuya İran perspektifinden bakan bir İranlı yazar….Sofistike bir anlatı ve roman tekniği içinde politik, tarihsel ve dinsel konuları müthiş bir derinlikle yazmayı başaran Devletabadi’nin 2025 yılında da romanlarını okumaya devam edeceğim. Sırada Albay ve sonrasında toplam 10 cilde yayınlan ama sadece 1 ve 2. cilteleri İngilizce’ye çevrilen Kelidar var.
Önümüzdeki 2025 yılı ne getirir bilemem ama bir şekilde yaşamımın bundan sonraki tüm yıllarının 2024 gibi geçeceğine dair bir antlaşma yapmam gerekirse bir an bile düşünmem… Öyle bir yıldı…
Kapak Fotoğrafı: Bülent Tunga Yılmaz
İlginizi çekebilir: Nisa Sümertekin’den 16. Goodreads Kazananları: 2024 Yılının Enleri
Merhaba Bülent, çok güzel bir yıl sonu değerlendirmesi olmuş, kalemine sağlık. Her yılın 2024 tadında geçmesi dileğiyle...