theMagger’ın müzik otoritesi Gürkan Sonat’ın 2025 Oscar Ödülleri En İyi Şarkı Adayları yazısının sonunda bıraktığı yerden devam ediyorum ve her yıl geleneksel hale getirdiğim “Oscar Ödüllüleri En İyi Orijinal Film Müziği” adaylarına dair görüşlerimi aktarmaya çalıştığım yazılarıma 2025 adaylarıyla devam ediyorum.

2025 Oscar Adayları | Fotoğraf: Los Angeles Times

Adayların açıklanmasının öncesinde 2025 Oscarları’nda Orijinal Film Müziği alanında oluşan kısa listeye baktığımızda şu isimleri görüyoruz: The Six Triple Eight’den Aaron Zigman, Young Woman and the Sea’den Amelia Warner, Inside Out 2’den Andrea Datzman, The Room Next Door’dan Alberto Iglesias, Alien: Romulus’tan Benjamin Wallfisch, Sing Sing’den Bryce Dessner, Blink Twice’dan Chanda Dancy, Emilia Perez’den Clement Ducol & Camille, Babygirl’den Cristobal Tapia de Veer, The Brutalist’ten Daniel Blumberg, Beetlejuice Beetlejuice’tan Danny Elfman, Blitz’den Hans Zimmer, Gladiator II’den Harry Gregson – Williams, Horizon: An American Saga Chapter 1‘dan John Cardon Debney, The Wild Robot’tan Kris Bowers, Nosferatu’dan Robin Carolan, The Fire Inside’tan Tamar-kali, Challengers’tan (Altın Küre) Trent Reznor & Atticus Ross, Conclave’den Volker Bertelmann ve Wicked’dan John Powell & Stephen Schwartz.

Trent Reznor & Atticus Ross Altın Küre Ödülleri | Fotoğraf: Reddit

Listenin ilk sürprizi 2025’de Oscarların öncüsü ve habercisi sayılan Golden Globe Ödülleri’nde Challengers için yaptıkları müzikle en iyi film müzik dalında ödül alan Trent Reznor & Atticus Ross iklisinin Oscar adayı gösterilmemesi oldu. Vintage disco, Berlin tekno ve elektronik türlerinin bir senztezi olarak da değerlendirebileceğimiz  müziğin aday gösterilmemesinin nedenini diğer adaylar dikkate alındığında anlamak mümkün.  Müziğin filmle uyumundan öte tarzıyla da adaylığı kaybettiğini düşünüyorum. Diğer adaylara bakıldığında müzikal olarak büyük orkestastraların  ağırlıklı olduğu; melodi ve orkestrasyon açısından daha geleneksel tarza yakın epik sayılabilecek müziklerin seçildiği görülebilir. Bir de elbette filmlerin müzik alanındaki  adaylıklarda oynadığı etkin rol var. Bir film farklı dallarda adaylık alınca ister istemez müziği de ön plana çıkıyor. Şahsen farklı çalışmalarını beğendiğim Reznor&Ross ikilisinin ortalama, hatta ortalama altı olarak değerlendirdiğim bu yapıtlarının aday listesinde yer almamasını doğru buluyorum.

Listede yer alan ama son değerlendirmede aday olamayan diğer çalışmalara baktığımdaysa genel değerlendirmem şöyle:

The Room Next Door | Fotoğraf: IMDb

En sevdiğim film müziği bestecileri arasında üst sıralarda yer alan ve klasik müzik geleneğini film müziklerine en iyi yansıtan birkaç isimden biri olarak sayılabilecek İspanyol Alberto Inglesias bir kez daha bir Pedro Almodóvar filmiyle, The Room Next Door ile karşımızda.  Beşinci kez aday olma şansını yakalayamayan Iglesias  bu film için yaptığı müzikle de orkestasyon ustalığını gösterdiği, dinlenme derecesi yüksek bir çalışma ortaya koymuş.  Öte yandan itiraf etmek lazım ki Iglesias için bir tür kendini tekrar The Room Next Door.  Diğer Almodovar filmlerinin seslerini duyuyorsunuz. Benim gibi bestecinin sevenleri için çok da olumsuz bir durum olmasa ve genel anlamda başarılı bir olarak değerlendirilse bile adaylık kazanacak kadar özgün ve akılda kalıcı değil.

Alien: Romulus | Fotoğraf: Monster Movie

Klişe magazin ve kültür sayfası ifadesiyle adaylıkların yabancısı olmayan ve aralarında Twisters (2024), The Invisible Man (2020), Hellboy (2019), IT (2017), Annabelle (2017), Hidden Figures (2017) ve Conquest 1435 (2012) gibi yapımların müziklerine imza atmış olan Benjamin Wallfisch’in Alien: Romulus için yaptığı müzik bence senenin en iyilerinden. Korku-gerilim türündeki başarısını bir üst boyuta taşıyarak başarılı bir orkestrasyonla sağladığı altyapı içinde yerinde/tozunda kullandığı efektlerle ortaya hem dinlemesi zevkli hem de filmi bir üst boyuta taşıyan bir müzik ortaya koymuş. There’s something in air parçasını dinlerken bile ayağınıza bir şeyin dolaştığını, üzerinizde bir şey olduğu hissine kapılıyorsunuz. Ben genelde filmi seyrettikten sonra müziğine giderim. Bu kez önce müziğini dinlediğim bir filmi sırf müziğinden dolayı seyretmek istedim. Bence The Wild Robot ve Wicked’in aday gösterildiği bir senede adaylığı fazlasıyla hakediyor.

Babygirl | Fotoğraf: Los Angeles Times

Sezonun en ses getiren filmlerinden Babygirl için bestelediği müzikte Cristobal Tapia de Veer’in eklektik tarzındaki gerilim dozu yüksek tarzıyla kısa listede ön plana çıkan ve bence adaylık yarışında The Wild Robot ve Wicked’in önünde olması gereken bir başka önemli yapıt.

Gladiator II | Fotoğraf: Sortir à Paris

25 yıla yakındır sektörde yer alan ödüllü besteci Harry Gregson-Williams (Rupert Gregson-Williams’ın kardeşi) Gladior II için bestelediği geleneksel tarzda, eskinin büyük bütçeli epik tarihi filmlerinin gösterişli müziklerini anımsatan yapıtıyla adaylık hakkı olduğunu düşündüğüm bestecileri arasında yer alıyor.

Blink Twice | Fotoğraf: The Hollywood Reporter

2024’ü çok verimli geçiren; klasik müzik bestecisi olan ama aynı zamanda The National Grubu’nun de gitaristi olan özgün müzisyen Bryce Dessner’den Sing Sing ve Chanda Dancy’den Blink Twice da yine kısa listede benim gözüme çarpan diğer yapıtlar oldu.

Kısa listede yer almamasına karşın yıl boyunca üzerinde konuşulan ve ön plana çıkan bazı film müzikleri de kısaca hatırlatmakta yarar görüyorum.

Paris, Je T’aime (2006) ile tanındığımız Jerome Rebotier’in geleneksel orkestrasyon ile kimi etnik (ilginç biçimde Anadolu ezgilerinden esintiler var. Nitekim Anadolu ezgilerini seslendirmesiyle bilinen Gülay Hacer Toruk’un Dorul parçası ile albümde yer alması bunun somut kanıtı.) temaları birleştiren; gerilimi ve duygusallığı ön plana çıkaran Le Comte de Monte Cristo için yaptığı dikkate değer bir çalışma. Dinlenme derecesi ortalamanın üzerinde.

Dune: Part Two | Fotoğraf: Condé Nast Traveller

Dune Part I’de kariyerinde bir başka başarılı bir çalışmaya daha imza atan yaşayan en büyük film müziği bestecilerinden Hans Zimmer serinin ikincisi için yaptığı müzikte yine serinin ilk filmindeki benzer bir yol takip etmiş ama açıkcası o filmdeki melodilerinin çekiciliğini burada bulamıyoruz. Kimi zaman ilk albümü hatırlatan melodiler olsa da (örneğin The Sietch) daha atmosfer ve gerilim yaratmaya odaklı, melodinin ikinci plana atıldığı bu çalışmanın Zimmer’in en iyileri arasında olduğunu söyleyemem. Yine de kısa listede yer alan bir diğer çalışması olan Blitz’den daha iyi olduğunun altını çizeyim.

The Guardian tarafından ‘tasdikli dahi’ olarak adlandırılan Amerikalı piyanist ve besteci Jon Batiste’nin Saturday Night için yaptığı farklı türler arasında gidip gelen çalışmasının her bir türün meraklısı için bazı zevkli müzikal anlar sunacağı kesin. Bence yılın önde gelen çalışmalarından. Kısa listeye kalamamasına şaşırdığımı söyleyebilirim; hatta aday olsa şaşırmazdım. 

Queer | Fotoğraf: The Hindu

2024’ün en tartışılan filmlerinden biri olmasına ve yönetmenlerden eleştirmenlere ve seyircilere olumlu eleştiriler almasına karşın hiçbir dalda Oscar’a aday gösterilmemesi ben de dahil pek çoklarını şaşırtan Queer’de yine Trent Reznor & Atticus Ross ikilisini görüyoruz. Yönetmen Luca Guadagnino ile üçüncü çalışmaları – Bones and All (2022) ve Challengers (2024) – olan film için ikili atmosfer yaratmayı hedefleyen ve yoğun efektlerle bezenmiş bir çalışma yapmışlar. Arada ilgi çekici melodiler ve düzenlemeler olsa da dinlenme derecesi bence düşük. Listelerde çok yer almaması sürpriz değil.

Bu değerlendirmelerin sonrasında gelelim asıl konumuz olan Oscar adaylarına:

Emilia Pérez – Clément Ducol & Camille

Emilia Pérez | Fotoğraf: Il Fatto Quatidiano

Fransız film müzikleri bestecilerinin son kuşağının bir üyesi olan Clément Ducol ile pop müzik tarihinin en özgün gruplarından Nouvelle Vague’un üyelerinden Camilie Dalmais’nın iş birliğinin bir ürünü olan müzikler şahsen sevmediğim türler arasında dolaşıyor.  Buna karşın objektif bir değerlendirme yaptığımda Emilia Pérez’in özellikle Meksika olmak üzere Latin ve ara ara Fransız kökenli melodiler, geleneksel orkestra film müziği ile pop tarzından mütevellit eklektik müziğinin genel anlamda başarılı, görevini fazlasıyla tamamlayan bir yapıt olduğunun kabul edilmesinin doğru olacağını düşünüyorum.

Filmin müziğini değerlendirirken öncelikle bir müzikal olduğu gerçeğini akılda bulundurarak değerlendirmek gerekli. Dolayısıyla da yapısal olarak pek çok müzikal filmde olduğu gibi türün klişelerini tekrar ettiğini ve birbirlerine intermezzo niteliğinde orkestra müzikleri ile bağlanan; filmdeki karakterlerin hikâyelerinin anlatıldığı ve diyaloglarla melodilerin birada bulunduğu farklı türde şarkılardan oluşan bir yapıya sahip olduğu ve bunun da bazı izleyiciler için filmin bütünü düşünüldüğünde zor olacağı tespiti de yapmamız gerekiyor.

Müziklerin teknik boyutunun genel anlamda yeterli olduğunu söyleyebiliriz.   Özellikle besteci Ducol’un müzikal kimliğini belli ettiği intermezzoları beğendiğim. Filmin kapanışını yapan ve Fransız chanson geleceğinin en önemli ve aykırı isimlerinden olan ve Fransız müziğinin en ironik karakteri arasında yer alan George Brassens’in Les Passantes şarkısının Meksika/Latin tarzında bir uyarlaması olan Las Damas Que Pasan benim açımdan filme damgasını vuruyor.

Genel anlamıyla kendi içinde iyi bulduğum, aykırı bir müzikale ruhunu vermeyi başarmış bir müzik. Film müzikleri için kendi belirlediğim ölçümü kullanırsam filmi seyrettikten sonra dinlemem; ama içinden bazı parçaların film sonrasında da sık dinleneceğini tahmin etmek zor değil. Özellikle en iyi şarkı dalında Oscar adayı olan El Mal ve Selena Gomez’in seslendiği Mi Camino’nun.

The Brutalist – Daniel Blumberg

The Brutalist | Fotoğraf: Style Magazine

İngiliz bağımız rock müziğinin ilgi çekici grupları arasında yer alan Cajun Dance Party ve Yuck’un (Brit-pop ve indie-rock sevenlerin kesinlikle hoşlanacağı gruplar. Özellikle Cajun Dance Party’yi tavsiye şiddetle tavsiye ederim) eski üyesi olan Daniel Blumberg de tıpkı Radiohead’in Jonny Greenwood’u gibi film müziklerine rock müzikten geçmiş ve tıpkı meslekdaşı gibi film müzikleri kariyerinde Oscar çevrelerinde ismini duyurmaya erkenden başlamış bir yetenek. Doğu Londra’da, Dalston’daki Cafe Oto etrafında biçimlenen avangart müzik çevresinin de bir üyesi olan Blumberg solo çalışmalarına 2018 yılında çıkardığı neo-klasik esintilerle bezeli deneysel indie-rock albümü Minus ile başlamış. The Brutalist, Blumberg’in Norveçli Yönetmen Mona Fastvold’un (Fastvold aynı zamanda yönetmen Brady Corbet ile The Brutalist’in senaristi) The World to Come filmi sonrası ikinci film müziği çalışması. The World to Come için enstrümanlara eşlik eden farklı seslerle bezenmiş; özellikle de atonal çağdaş klasik müzik ve neo-klasik çalışmaları anımsatan bir şekilde  deneysel ve içerik açısından karanlık ama duyarlı/duygusal bir atmosfer müziği yapan Blumberg, The Brutalist için de özünde benzer bir yol izliyor. Farklı sesler (metal, kütük vb.) ile desteklediği (çağdaş klasik müzik ekollerinden somut müziği çağrıştıran bir üslupta) müziğiyle filme de adını veren brütalist tarzı müzik yoluyla aktarmayı amaçlıyor ve bunu da dikkate değer biçimde başarıyor. Kimi anlarda romantik boyutunu kimi zaman Amerikalı avangart besteci John Cage ve bu sene Oscarlar’da Conclave  ile bir adaylık daha kazanan, All Quite on the Western Front ile iki sene önce heykelciğe uzanan Alman bestesi Volker Bertlelmann ile özdeşleşen ‘hazırlanmış piyano’ tekniğiyle enstrümanın akustik zenginliğini ortaya çıkardığı piyano kullanımına filmin atmosferini güçlendiren ve duygusal değişimlerini çok iyi çok yansıtan bakır üflemeli ve vurmalı çalgıları da ekleyerek filme yakışır bir şekilde kendi içinde epik bir müzik ortaya koyuyor Blumberg. Özellikle başlangıçta çalan Overture (toplamda üç tane) son yıllarda en beğendiğim müzik müzikleri arasında. Dönemin ve Amerika’nın ruhuna uygun olarak ama kendi deneyseliğinden de ödün vermeden yaptığı Jazz Club veya daha klasik jazz tarzında New York gibi parçaları da jazz severler için güzel bir sürpriz.

Film müziklerinden başta Overture olmak üzere bazı parçaları genel dinleme listeme ekledim. Dolayısıyla film sonrasında da dinlenme derecesi yüksek; özgün ve deneysel boyutu çok kuvvetli önemli bir yapıt.

The Wild Robot – Kris Bowers

The Wild Robot | Fotoğraf: The Hollywood Reporter

Maren Morris’in seslendirdiği geleneksel pop müzikal şarkıları Kiss the Sky ve Even When I’m not gibi “yapanın eline sağlık ama dinlemeyeyim” kategorisine dahil ettiğim şarkıları bir tane bırakırsak Kris Bower’ın bilim-kurgu animasyon için bestelediği müzik benzerlerini daha önce dinlediğimiz; animasyon filmlerine özgü, her bir sahneye özel olarak bestelnmiş ve canlı ve renkli bir orkestrasyon ile zenginleştirilmiş farklı parçalardan oluşuyor.

Bower’ın adaylığının altında yatan mantığı anlamak zor değil. Müzik ana karakter Roz’un hikâyesini müzikal olarak çok iyi yansıtıyor. Klişe ama akılda kalıcı; seyirciye ilgili sahnenin duygusunu hemen geçirmeyi başaran melodilerle örülü ve Bowers usta işi başarılı bir orkestrasyona imza atıyor. Sonuç olarak dinlemesi zevkli; animasyon film müziği geleneğini başarıyla ama bir şey katmadan devam ettiren ve fazlasıyla ‘daha önce dinlemiştim’ hissi veren; bu anlamda da bir film müziği olarak işlevini fazlasıyla yerine getiren bir çalışma.

Wicked – John Powell & Stephen Schwartz

Adaylık listesindeki ikinci müzikal olan Wicked yaşayan en başarılı ve ödüllü müzikal bestecilerinden ve söz yazarlarından biri olan Stephen Schwartz’ın ilk kez 2003’da Broadway’de sahnelenen aynı adlı eserinin sinema uyarlaması. Schwartz, 1995’de Pocahontas ve 1998’de The Prince of Egypt müzikleri için yazdığı sözlerle aldığı üç Oscar ile ödül tarihine geçmiş bir isim. Buna aralarında Grammy, Golden Globe, Lawrence Olivier ile Oscar, Grammy ve Emmy’nin tiyatro karşılığı olan Tony’nin de olduğu 10’nun üzerineki ödülü de eklendiğinde Schwartz’ın beyaz perde ve sahnede müzikal alanında ne kadar önemli bir isim olduğu daha net anlaşılabilir. Wicked’in  Schwartz’ın aldığı dokuzuncu Oscar adaylığı olduğunun da altını çizmek gerekir.Wicked’da Schwartz ile beraber bir başka önemli film müziği bestecisi, İngiliz John Powell’ın da imzasını görüyoruz. Powell, Face/Off, The Bourneserisi (1,3,5), Happy Feet, X Men: The Last Stand, The Call of the Wild, Bolt, Ferdinand ve ilk Oscar adaylığını kazandığı How to Train Your Dragongibi gişede başarılı olmuş büyük film ve animasyonlar için yaptığı müziklerle tanınan bir besteci. Sektörün bu iki başarılı isminin işbirliğiyle hayata geçen müzik ile ilgili olarak Bower’ın The Wild Robot’u için yaptığım yorumun aynısı yapmakta bir sakınca yok sanırım: Dinlemesi zevkli; beyaz perde ve sahne için bestelenen müzikal geleneğini başarıyla devam ettiren ama ona bir şey katmayan ve ‘daha önce dinlemiştim’ hissi vererek görevini layıkıyla yapan bir çalışma.

Conclave – Volker Bertelmann

Conclave | Fotoğraf: The Australian

Gelelim bu senenin en başarılı bulduğum film müzikleri arasında üst sıralarda yer alan Conclave‘e … Alman besteci Volker Bertelmann (neo-klasik dünyasında tanındığı isimle Hauscka) günümüzünün en önemli Neo-klasik bestecilerinden biri. Özellikle de John Cage’in izini takip ederek farklı tekniklerle özel olarak hazırladığı ve emprovizasyon ustalığı ile zenginleştirdiği piyano odaklı oda müziği eserleriyle neo-klasik müzikte kendine özel bir yer edinmiş durumda. Buna ek olarak son yıllarda bestelediği film müzikleriyle de kendini sinema dünyasında da kabul ettiren bir besteci. Bir başka çok önemli neo-klasik besteci olan Dustin O’Halloran ile ortaklaşa yaptığı ve 2017 Oscar Ödülleri’nde En İyi Film Müziği’ dalında adaylık kazandıkları Lion ile başlayan ve sonrasında 2023’de All Quite on the Western Front ile uzandığı Oscar ile taçlanan bir film müziği ve ödül serüveni var.

Bertelmann bu senenin önde gelen filmlerinden biri olan Conclave ile bir kez daha Oscar adayı. Film için bestelediği müzik Bertalmann’ın bir müzisyen olarak yapı/form kurma yeteneğini ve melodi yaratmadaki maharetini göstermesinin yanında bir başka ustalığını daha ortaya koyuyor: Gerilim oluşturma.. Hotel Mumbai (2019), All Quite on the Western Front veya son yapıtlarından olan ve seyrettiğimden bu yana dinlemeyi bırakamadığım The Day of Jackal (2024) dizisi için yaptığı müziklerde en mükemmel formunu ve anlatımını gördüğümüz Bertelmann’ın müzikle gerilim yaratma becerisi Conclave’de şahikaya çıkıyor. Yaylıların  bir ifade aracı olarak mükemmele yakın bir şekilde kullanıldığı; duyarlılık ile sinsiliğin, adeta bir suç hikayesinin kahramanlarının kutsal ile buluştuğu dışavurumcu müziği çok etkileyici. Bir dahaki Roma ziyaretimde tekrar Vatikan’a gidermiyim bilmiyorum; ama bildiğim bir şey var: Gidersem kulağımda Bertemann’ın müziği olacak.

Son olarak kişisel favorimi ve tahminlerim:

Nihai karar için Daniel Blumberg ile Volker Bertelmann arasında kaldığımı söylemeliyim. Bertelmann’ın müziği dinleyicisini içine daha hızlı çeken, daha melodik ve dinlemesi görece daha kolay bir yapıt. Öte yandan Blumberg deneysel, anlatımcı ve müzikal açıdan dinleyicisine daha farklı dünyaların kapılarını açan özgün bir müzik koyuyor ortaya. Sonuç olarak ikisinin de ödülü hak ettiğini ve Bertelmann’ın iki sene önce ödülü almış olduğundan dolayı Blumberg’in ilk seçenek olabileceğini düşünüyorum. Olaki bir sürpriz olur ödül başkasına gider… Oscar söz konusunu olduğunda beni hiçbir şey şaşırtmaz.

Kapak Fotoğrafı: YouTube

İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’ndan 2025 Oscar Tahminleri