27. İstanbul Tiyatro Festivali: Uluslararası Yapımlar
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından gerçekleştirilen 27. İstanbul Tiyatro Festivali, bir aylık maratonun ardından sona erdi. Tiyatroseverleri yerli ve yabancı toplam 19 performansla buluşturan festivali ben de bunlardan 10 tanesini izleyerek noktaladım. Daha önceki iki yazımda toplam altı oyuna dair değerlendirmelerimi sunarken festival günlüklerimin sonuncusunda ise izlediğim son dört oyun olan Çifte Cinayet, Bankta, Kız Kardeşler ve Ustalık Sınıfı’nı yazacağım. Keyifli okumalar dilerim.
27. İstanbul Tiyatro Festivali: Uluslararası Yapımlar
Çifte Cinayet
Festivalin bu yılki performansları arasında tiyatroseverleri derinden etkileyen ve izlerken benim de duygudan duyguya sürüklendiğim performanslardan biri, çağdaş dansın dünya çapında ses getiren yıldız koreografı Hofesh Shechter’ın topluluğu tarafından sahnelenen Çifte Cinayet oldu. Avrupa ve Uzak Doğu turnelerinin hemen akabinde festivale konuk olan bu dans tiyatrosu türündeki performans, izleme anında yarattığı etkinin rüzgarına usulca kapılan izleyicisi için tarif duygusu basit gibi görünen fakat dile getirmesi son derece zor oluyor. Ruhumuzun en derin köşelerini aydınlatan pencereler açan, güncelle görünmez sıkı bir bağ yaratan performans, efsanevi koreograf Pina Bausch’un 20. yüzyılda dans tiyatrosunda yarattığı devrimi bugünün çağdaş dans anlatısına taşımayı başarıyor.
Çağdaş dansın sınırlarını olabildiğince esneten ve bunu yaparken büyüleyici anlatımıyla izleyicisini adeta hipnotize eden Çifte Cinayet, iki ayrı bölümde sunduğu zıtlıkla temellerini inşa ediyor. Dinamik temposuna ayak uyduran yüksek bir enerjiyle sükseli bir açılış yapan Palyaçolar bölümü, insanoğlunun şiddete olan duyarsızlığını “eğlence” dediğimiz olguyla buluşturarak ne denli ileri gidilebildiğini seviyesi gittikçe artan bir yıkımla gösteriyor. Bölümün belli sekanslarında dansçıların performansının müzikle olan uyumu saliselerin dahi uyumuyla adeta robotik bir hassasiyet yansıtırken ses dizaynına gösterilen özen, her anıyla mest ediyor. Tansiyonu yüksek bir ilk perdenin ardından gelen Çözüm bölümünde izleyicisini sükunetin güvenli kolları arasına tüm sevecenliğiyle emanet eden performans; ölüme, nefrete, öfkeye, kıskançlığa ve insan ruhunun doğasını kirleten tüm olumsuzluklara bir perde çekerek tertemiz bir sayfa açıp mürekkebini dünyanın güzellikleri için akıtıyor. Performansın finali ise seyirciyle kurduğu yakınlıkla sevginin, şefkatin, umudun ve en önemlisi önyargısız olmanın tohumlarını serpiştiriyor. Uzun yıllar zihnimizin en derin köşesine kazınacak derecede özel duygularla…
Bankta
Festivalin bu yılki edisyonunda yolu ilk kez ülkemize düşen topluluklardan biri de çağdaş dans ile hiphop kültürünü ve tiyatroyu birleştiren dinamik performanslarıyla Danimarka dans sahnesine tümüyle farklı bir boyut katan ve Londra, Seul, St. Petersburg, Moskova, Brüksel ve New York dâhil dünyanın dört bir yanında da izleyiciler ile buluşan Uppercut Dans Tiyatrosu oldu. Café Müller ve Çifte Cinayet’in ardından festivalde bu yıl izlediğim üçüncü dans tiyatrosu olan Bankta, sahnede beş dansçı ve aynı zamanda oyuna da ismini veren üç uzun siyah bankı buluşturuyor. Açılış ve özellikle kapanışını müzik eşliğinde etkileyici bir dansla yapan oyun, 40 dakikalık süresi boyunca çağdaş dansı sokak dansıyla harmanlarken çok katmanlı hikayesi içindeki uyumu yaratıcı ve seyircisini yer yer eğlendiren anlatısıyla dokuyor.
Beş yetenekli dansçının sadece bir bankta neler yapabileceği düşüncesi oyun öncesinde zihinleri kurcalayan bir durumken oyunun ilerleyen dakikalarıyla birlikte tüm insani duygularımızın dışa vurumunun ana odağı bir “bank” oluyor. İnsan ilişkilerinin yüzeyselliği kadar derinliğini de yansıtan performansın şiirselliği, bankın da üç bölüme ayrıldığı anla birlikte anlatının dinamikliğini artırıyor. İnsan yaşamındaki ilişkileri, olguları, fiilleri ve duyguların sahnesi olan performans, hoş bir deneyimle hatırlanmayı hak ediyor.
Kız Kardeşler
Bu yıl festivalde izlediğim en özel performanslardan biri, Annick Bergeron’un tek kişilik dev kadroyu aratmayan bir oyunculuğa imza attığı Wajdi Mouawad imzalı Kız Kardeşler oldu. 20 dile çevrilen oyunları ülkemizde de sıklıkla sahnelenen Wajdi Mouawad ismi festivalin sıkı takipçileri için de yabancı değil çünkü yazıp yönettiği “Domestik” serisinin ilk oyunu Yalnız’da kendisi oynamış ve 2017’de konuk olduğu festivalde izleyicilerin gönlünü fethetmişti. Mouawad serinin bu ikinci oyununda ise sahneyi Kanadalı usta Annick Bergeron’a bırakırken bu tercihinin de meyvelerini her dakika en olgun haliyle almayı başarıyor.
Biri Batı’nın güvenli Kanada’sından diğeri ise iç savaşla parçalanmış Lübnan’dan gelen iki kadının yollarının kesiştiği tarumar haldeki bir otel odasında kurdukları dostluğu anlatan tek kişilik oyun, hoş bir şarkıyla başlamasının ardından elindeki güçlü piyonların hepsini usul usul ve çok iyi düşünülmüş hamlelerle seyircisinin önüne sürüyor. Alanında oldukça başarılı işler gerçekleştiren bir avukat olan Geneviève ise bu anların birinde ana dil konusundaki hassasiyetinin de adeta bir itici güç ve bahane olmasıyla yıllardır özenle koruduğu duygusal direnci de kaybediyor. Bu andan itibaren sigorta eksperi Layla ile Geneviève’in karşılaşması da oyunun rotasını başka bir rotaya çeviriyor.
Annick Bergeron her iki kadına ve birkaç yan karaktere verdiği hayatla iki saat boyunca sahnede adeta devleşirken, mizahı ve dramı da aynı mükemmellikte yansıtıyor. Yönetmenin metni sahnelenme noktasındaki tercihleri de çeşitli materyaller, imgeler, sesler ve nesnelerden çoksesli, evrensel bir anlatı yaratırken özellikle multimedyayı kullanış biçimiyle yer-zaman-karakter üçlüsünü tek bir güç haline getiriyor. Aynı anda birden fazla duygumuza hassasiyetle dokunan oyunun oya gibi işlenmiş metni, dinamizmini ikinci bölümde biraz olsun kaybetse de bu durum etkileyiciliğini bir an olsun eksiltmiyor. Teknolojinin imkanlarından yararlanan yönetmenin aynı zamanda oteldeki teknolojinin karakterini düşürdüğü durumla yarattığı absürtlük ise anlatımın en hoş yanlarından biri olarak öne çıkıyor. Ele aldığı sürgün dramlarını zekice tasarlanmış ve her sahnede yeni sürprizler sunan bir set ile ustaca video kullanımının yardımıyla yenilikçi bir yapıya kavuşturan Mouawad; kahkaha, kızgınlık, hüzün, sıkıntı ve daha birçok duygumuzu harekete adeta hipnoz etmişçesine geçiriyor.
Ustalık Sınıfı
İrlandalı topluluk Brokentalkers ve New Yorklu sanatçı Adrienne Truscott’un birlikte yarattığı Ustalık Sınıfı, festivalin bu yılında izlediğim 10. ve son oyun oldu. Kendi adıma güçlü bir kapanış yapmayı beklediğim oyunda tam umduğum gibi bir performansla karşılaşamadım ne yazık ki. Geçmişten bugüne süregelen fakat günümüzdeki tartışma ortamı daha da alevli olan cinsiyet ve güç yapılarını yoğun diyalog setleriyle masaya yatıran oyun bu yönüyle kışkırtıcı bir tavır takınıyor. Bu noktada diyalogların klişeleri adeta dalgaya alan yapısı; ataerkil sistem, imtiyaz ve yaratıcılığa dair argümanlar sunduğu oyun, bu yönüyle sistemdeki yamaları teker teker yerinden söküyor. Truscott’un korkusuz ve mizahi feminist söyleminin Brokentalkers’ın şaşırtıcı sahnelemesiyle zenginleştiği oyun, her seyirciye hitap etmeyen anlatı tipine karşın sürpriz finaliyle gülümsetmeyi başarıyor.
27. İstanbul Tiyatro Festivali süresince izlediğim oyunların tamamını sizinle paylaştığım bu yazı dizimin sonuna gelmiş bulunmaktayım böylece. Festival süresince oyunların ne yazık her seferinde belirlenen saatte başlamaması, oyun başladıktan sonra ilk 5-10 dakika içinde salona seyirci alınması ile tiyatro oyunu izleme adabından bihaber ve elinde içecekle salona giren izleyicilerin varlığı her ne kadar rahatsız edici olsa da yerli ve özellikle yabancı prodüksiyonları ülkemizde izlemek büyük bir keyif oldu kendi adıma. Festivali uzun yıllardır biz tiyatroseverlerle buluşturan İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na da bu noktada bir kez daha teşekkürler. Önümüzdeki yıl 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde görüşmek dileğiyle.
Kapak Fotoğrafı: İKSV
İlginizi çekebilir: Eda Geven’den Yeni Metin Tiyatro Festivali
İlk yorumu siz yazın!