27 Yaş Krizi: "İkinci Ergenlik Dönemi" ve 27 Fenomeni Üzerine
Çocukluğumuzda hepimiz 20-30 arası yaşlarımızın en güzel dönemlerimiz olacağını düşünüyorduk. Üniversiteye gidecek, iş sahibi olacak, topuklu ayakkabılarla koridorlarda tıkır tıkır dolaşacak, belki evlenecek belki de seyahatlere çıkacaktık… Ama o yaşlara gelince anladık ki durum hiç de toz pembe değil. Hatta Teoman diyor ya, bunlar iyi günlerimiz, daha da beter olacak her şey… 20’lerden başlayıp dağ gibi büyüyen kafamızdaki sorunlar, ikinci ergenlik dönemi denen ve birçok ünlü ismin bu çıkmazın içinde kaybolup intihar ettiği 27 yaşta zirveye ulaşıyor. Hayatımızın bu önemli kavşağında dünyadaki %75 oranında 25-33 yaş arası kişi, bu krizden geçiyor. Gelin 27’ler kulübündeki isimlere ve hepimizin ucundan kıyısından nasibini aldığı bu krizin sebeplerine birlikte bakalım.
27 Yaş Krizi
Aniden Yüklenen Sorumluluklar
Üniversite hayatında ilk kez ailesinden bağımsızlaşıp kendi ayakları üstünde durmakla başlayan dönem, mezuniyet sonrası çılgın mesailerle devam ediyor. Daha önce çalışma hayatına girmemişler içinse daha kötü, hayatın sorumluluğu bir anda ellerine bırakılıyor, adeta birazdan patlayacak bomba gibi. İlk kez marketten alışveriş yapıyor, hatta hangi market daha ucuza daha tazesini satar, öğrenmeye başlıyorsun. Ev geçindirmeye, ilk kez kira ve fatura ödemeye başlıyorsun. Topukluların yerini ortopedik spor ayakkabılar alıyor, ilk zamanlar fönlenen saçlar ev topuzu yapılıyor, uykunuzu aldığınız gün sayısı ise sınırlı. 24 saat yetmiyor, bir gün 48 saat olsun istiyorsun. İşler yetişse, kendine ayıracak vaktin kalmıyor, kendine vakit ayırsan etkinliğin yarısında uykun geliyor. 20 yaşından sonra iki basamaklı sayılar iki kat hızlanıyor, seneler adeta günler gibi geçiyor. 25 sonrasında kendinize sormaya başlıyorsunuz; neredeyim, nerede olmak istiyorum, nereye gidiyorum, ben kimim, yaşadığım hayattan memnun muyum, geleceğim güvende mi, istediğim kariyere ulaşabildim mi, ulaşabilecek miyim, yapmak istediğim meslek bu mu, çevremdeki insanlar beni gerçekten anlıyor mu, çevremdeki insanlar hep görüşmek istediğim insanlar mı, can güvenliğim var mı, yaşadığım ülkede bir kadın olarak öteleniyor muyum yoksa sesimi duyurabiliyor ve hakkımı savunabiliyor muyum, özgürce yaşayabiliyor muyum, dünyanın akıbeti ne olacak, doğa yapılanların intikamını alacak mı, ekonominin gittikçe kötüleşen vaziyeti içinde ölmeden bir şeylerin sahibi olabilecek miyim, yoksa hayatım boyunca maaşımın dörtte üçünü kiraya mı vereceğim…
Yazarken bile bunaltan bu sorular, 27 yaş civarı beynimizde aralıksız dönmeye başlıyor. Kişisel kaygılarla başlayıp gelecek kaygısı, siyaset ve dünyanın akıbeti şeklinde gelişip büyüyen bu kriz ise bize anksiyete, panik atak, sıkışmışlık duygusu ve depresyon olarak geri dönüyor. Adeta ikinci bir ergenlik dönemi yaşıyorsunuz. Üstelik bu kez 17’li yaşların aksine omuzlara yüklenen ağır sorumluluklar var ve pek çoğumuzun ailelerine karşı da sorumlu olduğunu da ekleyelim. Gece sinir krizi geçirip ağlayarak uyuyakaldıktan sonra, sabah kalkıp işe gidiyor ve etrafa sahte gülüşler saçıyoruz. Sırf dert anlatmak, o derdi içinde tutmaktan daha zor diye…
Toplumun Belirlediği Standartlar
Üstelik yaşınız ilerledikçe çevrenizin sizden beklentisi artıyor. Hep yerinde mi sayıyorsun yoksa ileriye gittin mi, evlenebildin mi, evlendiysen çocuk yapabildin mi, bir bekçi gibi başında bekliyorlar. Hem de neyin seni mutlu ettiğinden hiç haberdar olmadan. Toplum tarafından belirlenmiş bir dizi standart var, sırasını bozarsan eleniyorsun, mezuniyet, iş, evlilik, çocuk. 19 yaşında evlenirsen erken derler, çünkü sıra atladın. 35 yaşında çocuk yapamazsın, çünkü yaşın geçti. Hele 30’una kadar evlenmediysen bittin ve evde kaldın. Bir de iyi para kazandığın bir işin yoksa, acınacak haldesin….
Bunlar hakkında söz sahibi olduklarına seni de inandırıyorlar çünkü hepsini kafalarında meşrulaştırıyorlar. Onlar “Seni, sağlığını, mutlululuğunu, iyiliğini” düşünüyorlar. “Senin biraz gözlerinin, dudaklarının kenarı mı kırışmış, gel seni bizim botoksçuya götüreyim” diyorlar ve sen hayatında ilk kez aynaya baktığında gözlerinin etrafındaki çizgileri görüyorsun. Şimdiye kadar onları hiç görmemişken, onlardan bir an bile rahatsız olmamışken. Yıllardır yüz yüze görüşmediğin, belki sadece sosyal medya hesaplarından haberdar olduğun tanıdıkların -arkadaşların demiyorum- senin bu aralar biraz moralin mi bozuk diyorlar, pek paylaşım yapmıyorsun, sanki fotoğraflarında yüzün düşük. Moralin bozuksa anlat, sonra biz arkandan dedikodusunu yaparıza getiriliyor her olay. Sen biraz zayıfladın mı diyorlar seni görenler. Çok mu yoruluyorsun, yazık, bir şeye mi üzülüyorsun? Yoksa depresyonda mısın? Çünkü ben her cuma “Kırmızı Oda” izleyerek psikolog ünvanı aldığım için, istersen terapi yapabiliriz. Eğer kapıyı biraz olsun açık bırakırsan onlara inanıyorsun. Seni kıskanıyor mu, iyiliğini mi istiyor, yüzüne gülüp arkandan konuşuyor mu bilmeden.
Söylediklerinin altında yatan hiçbir hisse emin olmadan. Aradığını bulamadıysan, hayal kırıklıkları yaşadıysan, onların mükemmel gösterdiği hayatlarının arka planındaki gerçekleri görmezden gelerek bu hayatta bir tek senin mutsuz olduğuna inanıyorsan, kaderini onların eline teslim etmiş oluyorsun. Aynı sosyal medyadaki gibi, fotoğraflarının üstünde oynayan, onlara efektler ekleyen insanlar, gerçek hayatta da algımızla oynuyor. Süslüyor, parlatıyor her şeyi. Tahammülün eskiye göre azalıyor, keskinleşiyorsun, değiştiğini söylüyorlar. Kimseye güvenemiyorsun, arkadaş edinmeye cesaret edemiyorsun. İçinde yalnızlaşıyor, dışarıda kalabalıklaşıyorsun. İşte 27 yaşındaki o ikinci ergenlik dönemi, tam da seni sağlamlaştıracak krizi yaşatıyor. Birçoğu da bu krizin üstesinden gelemeyerek hayata veda etmeyi tercih ediyor. Hatta biliyor musunuz, ölseniz bile rahat bırakmıyorlar, hayatın sorumluluğunu taşıyamadı, olgun davranamadı, kolaya kaçtı diyorlar. Kısacası hep bir şey diyorlar.
Eşiği Atlayıp Yola Devam Etmek
Tam bu dönemde özgüvenini koruyup, hayatta ne istediğine tam olarak karar verebilmek için kendi üzerinde düşünüp, biraz olsun kulak tıkamayı öğrenebiliyorsan, işte o zaman o berbat eşiği atlıyorsun. Aslında tam bir arada kalmışlık; şimdiye kadar ne oldum ve bundan sonra ne olacağım? Ne yaptın bundan önce, ne kazandın, kimlerin kalbine girdin, kimleri hayatına dahil ettin, kimler gitti, kimler kaldı, sen kimleri terk ettin, geç kalmadıysan daha neler yapabilirsin, bunlar için ne kadar enerjin, hayalin, sevgin kaldı? Bu duruma aslında “ilk orta yaş sendromu” da diyebiliriz. Bu eşiği atlamakta en önemli nokta bence kendini suçlamayı ve geçmişi özlemeyi bırakmak. Olan oldu diyerek, kalanlarla yoluna devam etmek. Kendine kattığın hiçbir şeyin boşa olduğunu düşünmemek. Acı verse de değdiğin tüm hayatlardan bir ders çıkarmak. Ve inanır mısınız, 27 eşiğinden sonra belinizin daha az büküldüğünü görüyorsunuz. Hatta başta şaşırıyorsunuz, eskiden olsa ben böyle çabuk ayağa kalkamazdım diye, acaba duygularım mı köreldi, hissizleştim mi? İşte güzelliği de orada. 27, insana bir kabullenmişlik hissi veriyor. Değiştiremeyeceklerini kabullenerek, artık kendini boş yere yıpratmamak. Benim bu süreçte en çok dinlediğim şarkı ise bu oldu.
27’ler Kulübü
Bu kadar başarılı ve zengin olmasına rağmen neden intihar eder insan? Neden yüksek doz uyuşturucuyla kendini uyuşturur? Neden alkolik olur? Neden bir arabanın önüne atlar? Eder, uyuşturur, olur, atlar. Dünyaca ünlü birçok ismin 27 yaşında intihar ettiği, yüksek doz uyuşturucu ve alkolden hayatını kaybettiği olmuş ve bunların bir tesadüf olup olmadığını üzerine çok tartışılmıştı. Aslında hiçbirinin ölümü için mantıklı bir açıklama yok. Hepimizin birbirinden tamamen farklı hayatları, aileleri, travmaları olsa da temelde yaşadığımız süreçler ve eşikler aynı. Psikolojik olarak bir sebep düşünülecek olsa, galiba herkes 27 eşiğini atlayamamalarında birleşir. Peki bu isimler kim?
27’ler Kulübü’nün ortaya çıkmasında, 3 Temmuz 1969 ile 3 Temmuz 1971 yılları arasında hayatını kaybeden dört ünlü isim etkili oluyor: Brian Jones, Jimi Hendrix, Janis Joplin ve Jim Morrison. 27’ler Kulübü tabirini ilk kullanansa, Daily World gazetesindeki röportajında Kurt Cobain’in annesi, Wendy Fradenburg Cobain O’Connor oluyor: “Şimdi o gitti ve o aptal kulübe katıldı. Ona, o aptal kulübe katılmamasını söylemiştim.“
Brian Jones, Jimi Hendrix, Alexander Bashlachev, Pete de Freitas, Chris Bell, Kristen Pfaff, Jeremy Michael Ward, Jean-Michel Basquiat, Bryan Ottoson, Dickie Pride, Arlester “Dyke” Christian, Mia Zapata, Jesse Belvin, Linda Jones, Alan Blind Owl Wilson, Ron “Pigpen” McKernan, Valentine Elizalde, Peter Ham, Rudy Lewis, Dennes Dale Boon, Jacob Miller, Sean Patrick McCabe, Gary Thain, Amy Winehouse, Kurt Cobain gibi isimlerin bulunduğu 27’likler kulübünde beni en çok etkileyen bir 90’lar çocuğu olarak denk gelebildiğim, sesinin ve şarkılarının hayranı olduğum Amy Winehouse oldu diyebilirim.
Back to Black
Amy Winehouse öldüğünde ben henüz lisedeydim. Okulda boş derslerde kafamı sıraya gömüp ergenliğimin de etkisiyle kendi küçücük dertlerimi hayattaki en büyük dert sanırken, arka fonda hep son ses Amy çalıyordu. Yüksek doz alkol ve uyuşturucu zehirlenmesinden yaşamını yitiren Amy Winehouse’un hayatını anlatan AMY belgeseli, ölümünün dördüncü yıldönümünde vizyona girdi. Belgesel de en az hayatı kadar dramatikti.
Amy caza aşık bir insan olarak büyüyor. Ella Fitzgerald, Tony Bennett gibi sanatçıları idol alarak caz albümü Frank’i ortaya çıkarıyor. Amy’nin 20’li yaşlarında yayınlanan bu ilk albüm oldukça başarılı bulunuyor ve Amy’yi ödüllere boğuyor. Bu dönemlerde karşınızda gerçekten gelecek vadeden, zeki ve hayat dolu bir kızla karşılaşıyorsunuz. İzleyen ve dinleyenler onun karizmasından etkilenmeden edemiyor. Konserler, televizyon şovları sayesinde Amy tanınmaya başlıyor. Bu dönemde verdiği bir röportajda diyor ki: “Ünlü olsaydım delirirdim.”
Amy ünlü olmanın peşinde değil, sadece kendini mutlu eden müzikle uğraşmak istiyor. Aslında intihar eden 27’ler kulübünde kelimelerin değiştiği ama ana fikrin aynı kaldığı bir cümle bu. Kurt Cobain de ünlü olmaktan nefret ediyordu. Galiba 27’liklerin çoğu ünlü olmanın yükünü kaldıramıyordu.
2006’da tanıştığı Blake Fielder-Civil, Amy’nin hayatını alt üst eden bir diğer erkek figürü olarak hatta belki ölümünü hazırlayarak hayatına giriyor. Amy ile Blake arasında tutkulu, sorunlu, toksik bir aşk başlıyor. Yakınlarının anlattığına göre Amy, Blake ile tanıştıktan sonra aniden olumsuz yönde değişmeye başlıyor. Bolca alkol tüketen Amy, Blake sayesinde uyuşturucu ile de tanışıyor. Aslında uyuşturucuya son derecede karşı olan Amy, Blake’e duyduğu aşk yüzünden, sırf onunla aynı düşünceler ve hislere sahip olabilmek için eroin, kokain gibi maddeleri de kullanmaya başlıyor. Blake, Amy’i bırakıp eski kız arkadaşına döndüğünde ise elbette Amy bunalıma giriyor ve Back to Black albümünü yapıyor. Onun için Back to Black çok ağır bir albüm oluyor çünkü tamamen duygularının karanlığını yansıtıyor. Fakat aynı zamanda Amy’i şöhretin zirvesine de taşıyor ve birçok ödül kazandırıyor.
Paparazziler peşine düşüyor, sokakta yürüyemez oluyor. Şöhret Amy’e iyi gelmiyor, daha da kötüsü Blake -klasik erkek birey, ama toksik olanından- Amy’e geri dönüyor. Yeniden bu toksik ilişkinin ağına düşmesiyle her adımı, her asabiyeti, her kavgası takip ediliyor, alay konusu haline geliyor. Amy’nin fanlarına kadar herkes zalimce bu duruma dahil oluyor. Blake ile birlikte rehabilitasyona gitmeye başlıyor ama işe yaramıyor. Amy gün geçtikçe eriyor, blumia oluyor, madde bağımlılığı ve blumia hastalığı, Amy’i ölüme götürüyor. Blake ile evlenip boşandıktan sonra tamamen depresyona giriyor.
Olaylı Belgrad konserinde Amy’nin aşırı alkollü bir şekilde sahneye çıkıp bir türlü şarkı söylememesi, o şarkı söylemediği için yuhalayan 50 bin kadar insan ve sonrasında iptal edilen turne, Amy’nin artık iyice dalga konusu olmasına yol açıyor. İptal edilen turne belki de bardağı taşıran o son damla oluyor. Amy, alkol zehirlenmesinden ötürü hayatını kaybediyor ancak yüksek doz uyuşturucu aldığı konusunda da söylentiler çıkıyor. Sesi bu kadar güçlü, müziğe bu kadar tutkuyla bağlı, yaşam dolu bir kadının hayattan kopması ise içimizi acıtıyor. Back to Black şarkısı bir süre televizyonlarda ve sosyal medyada döndükten sonra Amy unutulsa da, hep hatırladığım ve şarkılarındaki acıyı hissederek dinlediğim bir isim olarak bende yer ediniyor.
Kapak Fotoğrafı: Cottonbro (Pexels.com)
İlginizi çekebilir: Ece Yılmaz’dan 27’ler Kulübü
Uyuşturucu öncesinde de ünlü olmak istemiyormuş bu benim perspektifimden bir detay misali oldu fakat neye yorumluyorum bilmiyorum bazen hızlı gelmiyor düşünceler, onun dışında bir şarkı sözüyle devam ediyorum; Yaygın bu yangın
Çokluktaki çöplük
Yukarıdan izlemelik bir kargaşa sineması da
Aah!
Dışarıda kalan donuyo soğuktan
Dışarıda kalan donuyo soğuktan İrrasyonel insan doğası, Metadan fizik çıkar, totaliter topluma kılıf olur, evrenin en perdeli boyutu zaman insana şunu unutturur düşünmekti intihar düşünselleşmek, delilikti Meta'!! sonuçları buluşuncaya kadar, Akıl yerini şizofreniye bıraktı bir arada ısınabilmenin tamahıyla normalleşti. Dostoyevski'den; Aşağılık insanoğlu her şeye alışır. Bu yeni, yalanlarla dolu toplumsallığımız ortak gerçekliğimizi kırdı geçti ruhun inceliğini aldı. Seven sevmeyen herkes için adını duymayan dahi farkında olmadığımız bir Şiirsel temasa ihtiyacımız var. E nasıl ihtiyaç diyebildim. Gebe annenin tek amacı daha çok üstü yazılı kağıt yani para adına en zararlı şekilde üretilen sigarayı içtiği, satanın bu insana ferhalık vs. veriyor diye sattığı doğan çocuğun astım hastası olarak hayata başladığı dünya. götte yaprak elde mızrak doğsaydım ihtiyaçta olmazdım bu toplumsallıkta. Flu yalanlara ihtiyacımız var gibi, İsmet Özel'den siqtir et no.1'den devam edeyim Unutulmaz bu acı Yavaş yavaş kaybolucam sanarsın bilirim
Dostlarım da yok olursa düşmanımla gelirim
Hastalıkta ve sağlıkta duyamadım sesini
Gördüğüme inansam da öldüğüme eminim
Sönük sokak lambasına biz olmuşuz ışık
Şimdi diyorum ki artık biraz bana olsun yazık
Herkes sanar kendisini uçuk ve kaçık
Zenci bu şarkı tutmasın diye burda derim amcık..
27 benim içinde çok sert geçiyor. İlk ayları intihar düşüncesi ve sıkışmışlık hissi beni de sarmıştı, yavaş yavaş hayata dahil olmaya başladım. Sanırım 27 yetişkinlik ve çocukluk ayrımının en net sınırı gibi bir şey, müthiş bir çatışma ve içsel muhasebe yaşanıyor. 27 likler kulübüne katılmadan çıkmak temennimdir, yazınız harika olmuş ve resmen aynı yollardan geçmiş. Bu harika yazı için teşekkürler🙂