5 Günde New York: Bitmesin de Dönmeyelim!
New York ile ilgili anahtar kelime ne derseniz, “Beklemek” derim. New York’a gitme zamanı gelsin diye bekliyorsun, uçakta 10 saat geçsin bekliyorsun, varınca da kahvaltı etmek için, müzeye girmek için, bara girmek için, bilet almak için, olmadı bir şeyler atıştırmak için bile bekliyorsun da bekliyorsun! Güzel, lezzetli, keyifli şeylere ulaşmanın parayla değil sırayla olduğunu öğretiyor sana New York. İyi haber ise tüm beklemelerin karşılığını bulduğu!
Bütün bu beklemelerin sonunda sıran gelince de ayrılmak istemiyorsun New York’tan. Keşke 2 günüm, 1 haftam, 1 ayım daha olsa şu şehirde diye hayıflanıp duruyorsun. New York’a üçüncü kez gittim ve her şeye ilk kez gitmiş gibi baktım, etkilendim ve her gün kilometrelerce yürüdüm. Gitmeden yanıma (bu yazıda da linklerini verdiğim) bir sürü liste, yazı, tavsiye aldım, olabildiğince hepsini denemeye çalıştım, deneyemediğim onlarca şey kaldı (işte o ekstra bir hafta olsaydı!). Denediklerimi ve tavsiyelerimi de bu yazıda paylaştım. Okuyan herkesin New York havası alması dileğiyle!
Yaşasam Nerelerde Takılırdım: Nolita, Greenwich Village, Chelsea
New York’ta daha fazla kalamadığıma üzülmemin ana sebebi bu mahalleler… Bir turist olarak Manhattan adasını gezerken her yerden bir parça tat alabiliyorsunuz ancak. Halbuki gönül Nolita’da kafelerde takılayım, Chelsea’de galerilere girip çıkayım, değişik değişik kahveler içerek muhabbet edip zaman geçireyim istiyor…
Hem sokak sanatı, hem Küba restorantı Cafe Habana’sından, İtalyan Rubiosa’sına, Avustralyalı Ruby’sine kadar bir dolu bol tavsiyeli restoranı hem de her daim canlı sokakları için Nolita aşırı turistik olmayan (ki bence bu da bir artı) mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir mahalle. Aslen North of Little Italy’nin kısaltması olan Nolita, anlaşılacağı üzere insana Sultanahmet hissiyatı veren yapışkan garsonlarıyla pek de tatlı olmayan Little Italy’e ve China Town’a da 5-10 dakika yürüme mesafesinde.
Bana bir tık daha üst sınıf hissiyatı veren Greenwich Village, Marc Jacobs’ın hem kıyafet hem kitap dükkanlarıyla mesken tuttuğu, LGBT popülasyonunun bol olduğu (hazır değinmişken Big Gay Ice Cream Shop’ın specialty dondurmalarını şiddetle tavsiye ediyorum), ünlü Magnolia Bakery denilen cupcake cennetinin bulunduğu ve yine Nolita gibi restoranıyla kafeleriyle asla sıkılmayacağınız, hip ve cool bir popülasyonun takıldığı bir başka mahalle. Rivayet odur ki, Sex and the City’nin çekimleri burada gerçekleşmiş (örneğin Carrie’nin evi) ama adres olarak daha bir koket olduğu için hep Upper East Side verilmiş.
Son olarak Chelsea, bu mahalleler arasında en sanatsal olanı. Bu mahallede yer alan Hotel Chelsea, Patti Smith’in Just Kids (Çoluk Çocuk) kitabında da bol bol bahsettiği üzere Bob Dylan, Iggy Pop, Charles Bukowski, Leonard Cohen gibi tarihe imzasını atmış onlarca sanatçı ve yazara ev sahipliği yapmış. Chelsea bölgesi bu ruhu koruyarak bugün de birçok sanat galerisine ev sahipliği yapıyor. Bunların yanında herkesin mutlaka gidilmeli dediği eski bir tren yolu olan, şimdi yayalara açılan ve yol boyunca sanat eserlerine yer verilen High Line da Chelsea’nin başından başlayıp Meatpacking District’e kadar uzanıyor. Bir yeme-içme vahası olan, bayıldığım Chelsea Market de yine burada bulunuyor. Banko banko dünya mutfağını tadabileceğiniz bu şahane yerde Los Tacos No.1’da yediğimiz tacolar gerçekten inanılmazdı. Yemekseverler buraya iki ziyaret planlasalar ancak yeter.
Bu mahallelerin yanında özellikle akşam takılmak için mutlaka gidilmesi gereken Meatpacking District, East Village ve West Village de diğer favoriler arasında.
Kalori Peşinde “Koşmak”: En İyi Hamburger Peşinde
İstanbul’da da iyi hamburger peşinde koşan insanlar olduğumuz için New York’ta ana hedeflerimizden biri en iyi hamburger tavsiyelerini denemekti. theMagger’daki bu listeyi, orada öğrendiğimiz Zagat’ı ve puanlamanın bazen yanıltıcı olduğunu düşünsek de Foursquare’ı takip ederek en popülerinden organiğine, en iyi patates yapanına kadar çeşitli hamburgerciler denedik.
Son sezonları eski tadı vermese de sırf sadakatten izlemiş bir How I Met Your Mother hayranı olarak Marshall’ın hayatında yediği en iyi hamburger mekanı olan Greenwich Village’deki Corner Bistro’ya da giderek 1 saat ayakta bekledikten sonra sadakatimi de nihale erdirmiş oldum. Corner Bistro’nun olayı hamburger etlerinin dev (gerçekten dev) olması, ama ayrı bir tat katmış mı, bence hayır.
Denediklerimiz arasından oy birliğiyle üç adres vermek gerekirse;
_Burger Joint: Le Parker Meridien Otel’in içine gizlenmiş olan, otelin içindeki perdeyi açtığınızda karşınıza aşırı salaş ve rock ‘n roll bir mekan olarak çıkan Burger Joint. (Le Parker Meridien 119 West 56th Street )
_İlk açılan Shake Shack arabası: Shake Shack’in Madison Square Garden’da bir hot dog arabası olarak açılan ilk mekanında hem hamburgerini tekrar deneyin hem de günün Shake’ini için. (Southeast corner of Madison Square Park, near Madison Avenue & E.23rd Street)
_Five Napkin Burger: Yine 45 dakika sıra beklediğimiz güzide bir mekan olan Five Napkin Burger, yemek cenneti Hell’s Kitchen’da bulunuyor. Tatlı patatesleri ve kokteylleri ile midelere şenlik bir mekan.
Cheesecake’in, Amerikan Usulü Sandviçin En İyisi: Deli’ler
Sapkın ve tacizci yönetmenimiz, Amerikan medyasının bir tanesi Woody Allen’ın sık uğradığı söylenen, ünlü kebapçılar misali duvarlarında daha önce ziyaret eden ünlülerin resmi bulunan Carnegie Deli, bundan sonra et denince aklıma gelecek yerlerden olur herhalde. Dev sandviçleri ile ünlü bu yer yerine, tam karşısında Foursquare’da da yazdığı gibi (maalesef) suratsız garsonlarını fazla ciddiye almazsak Amerikan usulü koca kurabiyeleri, sandviçleri ve cheesecakeleri bir şahane olan Benash Delicatessen’i (857 7th Ave at W 55th St.) öneririm.
Genel olarak turist çekmek için yazılmış “Biz çok kötüyüz” bayrağı anlamına gelen “World Famous”, “Best” veya “5 star” yazılı delicattessenler yerine sakin herhangi bir delicatessene girerseniz benzer tadları bulur ve burada alıştığınız ortalamanın çok üzerinde cheesecake yiyebilirsiniz.
Ne Kadar Programlasan da Eksik Kalacağın Alan: Sanat Müzeleri
İtiraf ediyorum, sanatı çok sevsem de bu sefer sokaklarda gezmekten, mideyi şenlendirmekten sanata fazla zaman ayıramadım. Yakında tekrar gideceğimi bilmemin rahatlığı da olduğu için derinlemesine sanat tavsiyeleri vermek yerine (ki zaten bu başka bir yazının konusu olacak kadar geniş) ana müzelerden bahsedeceğim.
_The Met: Central Park’ın içinde sayılabilecek The Metropolitan Museum of Art, nam-ı diğer The Met, New York müzelerinin başında geliyor. The Met, benim çok sevdiğim British Museum gibi, mumyasından el yazmasına, resimlerine kadar acayip geniş koleksiyonuyla insanı yoran müzelerden. Gittiğinizde mutlaka bir harita alıp planlayın; zira koca bir gün ayırsanız da ancak bitirebileceğiniz bir müze.
_The Met Breuer: The Met’in yeni açılmış sayılabilecek, modern sanata ayrılmış bölümü de ayrı bir müze.
_MoMA: Bana göre modern sanat müzelerinin 3 atlısından biri olan (diğerleri Tate ve Centre Georges Pompidou) MoMA, modern sanatla birazcık ilgileniyorsanız mutlaka görülmesi gereken bir müze. Bugün duyup bildiğiniz en önemli modern sanatçıların önemli kısmı MoMA tarafından seçilmiş ve halen orada sergilenen sanatçılardır.
Söylediğim gibi tek tek bahsedecek olsam ayrı bir başlık açmam gerekecek olan diğer önemli müzeler, Solomon R. Guggenheim Museum, Whitney Museum of American Art ve New Museum. Özellikle Whitney’nin çevresindeki Chelsea galerileri ve The Met ve Guggenheim’a yakın Upper ve Lower East Side galerileri sanatseverlerin tapacağı yerler.
Tam olarak bu kategoriye girmese de Wall Street civarındaki 11 Eylül anıtlarına da gitmenizi öneririm. İkiz kulelerin yıkıldığı yerlere yapılan duygusal anıtlar hem o dönemi hatırlayanlar için tarihe tanıklık ettiğimizi idrak ettiriyor hem de terör saldırısında ölenler için yapılan bu güzel alanlar, maalesef bizim ülkemizde ölen insanlara, bizlere 5 kuruş değer verilmediğini de acı bir şekilde bir kez daha hatırlatıyor. Anıtların çevresinde ayrıca (Jeff Koons’un da bir heykelinin bulunduğu) anı alanları, parkları ve 9/11 Anı Müzesi bulunuyor.
Geceleri Gizli Takılanlar İçin Speakeasy Barlar & Şov Severler İçin Müzikaller:
New York’a gittiyseniz bir akşam mutlaka bir Broadway müzikaline gitmenizi tavsiye ediyorum. Önceden bilet almadıysanız Times Square’daki bilet ofisinden o günün kalan biletlerini %50 indirimli bulma şansınız var. Eğer internette yoksa da direk istediğiniz müzikalin olduğu tiyatronun kendi bilet gişesinden veya önceden bilet alıp satması gerekenlerin biletlerini yasal olarak sattığı stubhub.com’dan alabilirsiniz. Örneğin; Book of Mormon uzun zamandır en çok tavsiye edilen, bir türlü biletini bulamadığım hedefimdeki müzikallerden.
Biz, bu gidişimizde insanı çocukluğundaki gibi Disney’e aşık edecek güzellikte olan Aladdin’e gittik, uçan halılara inanılmaz iyi bir aktör olan cine doyamadık. Daha önce gittiğim müzikallerden ise yine prodüksiyon anlamında çok iyi olan Wicked’i tavsiye ederim. Çocuk hikayesi diyip geçmeyin, adamlar uçuran kaçıran sahneleriyle aklınızı alıyor. Bir de Hamilton’ın biletleri Kasım (!) ayına kadar bitmiş durumda. Kışın gideceksiniz, bir ihtimal bulabilirsiniz, hani küçük bir ihtimal…
Daha yerli gibi takılmak için ise size ana tavsiyem gizli (ama Foursquare’dan da bulabildiğiniz için o kadar da gizli olmayan) speakeasy barlar. Kapıdan değil de Emirgan’daki pizzacı usulü gizli bir kapıdan girdiğiniz bu barların en güzel yanı, her barın kendine özel kokteylleri olması. Buradaki gibi standart altı hazırlanmış standart kokteyllere bir sürü para vermek yerine damak tadınıza göre çok farklı kokteyller deneyebiliyor ve içki içmekten gerçekten keyif alıyorsunuz. Biz 2 (iki!) saat bekleyerek East Village’da bir hotdog (Griff Dog) dükkanı içerisindeki telefon kulübesinden (ahizeyi kaldırıp 1’i çevirmeniz gerekiyor) girilen Please Don’t Tell ve Greenwich Village’deki bir falcı dükkanı içerisinden girilen Employees Only‘i denedik. Ha, iki saat bekleyince çok acayip bir şeyler mi oldu, hayır. O yüzden bizim gibi deli inadı yapmak yerine Little Branch, Raines Law Room ve Angel Share gibi diğer alternatifleri deneyebilirsiniz.
Alternatif Mahalle ve Şahane Kahvaltı: Williamsburg
Tamam doğru mahalleyi bulduğunuzda (ki o da bir cebelleşme alanı) dükkanlar pek tasarım, (bir Türk hipsterının vahası olabilecek) değişik kahveciler vs var ama halen Brooklyn’de bu kadar alkış tutulacak ne bulunduğunu anlamış değilim. Manhattan’ın o cıvıl cıvıl havası yok, sokaklar aşırı sakin bir kere. Brooklyn Heights’tan da yine bir Manhattan’a bakması keyifli…
Yine de bile bile lades diyerek bu New York ziyaretimde de sadece Egg’e kahvaltıya gitmek için Brooklyn’e gittik ve açıkçası değdi. Williamsburg, sokak sanatı anlamında çok zengin olan, oralarda takılırsanız birçok güzel restoranın olduğu bir yer. Manhattan adasından çıkmak insana çoook uzaklara gidiyormuş hissi verse de aslen L treniyle birkaç durak ile gidebileceğiniz Williamsburg’un ünlü mekanlarından Egg’de hafta içi (!) 2 sayfalık bir masa sırası ve 3 garson bulunuyor. O şahane kahvaltılarından tadabilmek için (özellikle Egg Rothko ve biscuitleri meşhur) bırakın Türkiye’yi, herhangi bir Akdeniz ülkesinde olsa çıngar çıkarılacak düzeyde saçma bir yavaşlık sayesinde 40 dakika boyunca zaten oturacağımız boş masanın başında ayakta dikildik. Neden? Çünkü garson henüz bizimle ilgilenip bizi o masaya oturtmamıştı. Herkese Amerikan sabrı ve afiyetler diliyorum. Pes etmeyin çocuklar, o pancake, o yumurta midenizde olacak.
Türkler Birbirini Alışverişte Görsün: İyi Markaları Ucuza Alma Cenneti
Biliyorum cool seyahat yazıları yazarken alışveriş kısmına değinmememiz, özellikle Amerika’da gözümüz dönmüşçesine alışveriş yaptığımızı saklamamız gerekiyor… Ama Amerika bir ucuz alışveriş cenneti ve koca şehirde bir tane Türk görmezken bu sayacağım alışveriş mekanlarında mutlaka Deniz’i Metin’e seslenirken, Ahmet Şeyma’ya şort olmuş mu diye sorarken duyuyorsunuz. Tek yoğun Türkçe duyduğumuz yerler bu mekanlarsa eğer, bu başlığı açmak da milletimize hizmet…
New Jersey’de bulunan Woodbury Common Premium Outlet 1 full gün harcayabileceğiniz Calvin Klein’dan Gap’e, Burberry’den Nike’a sürü sepet markanın %50 ila 80 indirimde olduğu gözleri döndürecek, illaki aklınızı almadığınız bir pantalonda, bakmaya vaktiniz olmayan bir dükkanda bıraktıracak bir alışveriş kasabası. Outlete shuttle yapan otobüs firmaları nasıl olsa para harcayacak turistler için fiyatları tuzlu tuttuğundan (kişi başı gidiş-dönüş 90 dolar) hem torbaları arada bırakıp rahat rahat alışveriş yapabilmek, hem zaman stresine girmemek hem de daha hesaplı gidip gelmek için araba kiralanmasını tavsiye ediyorum. Gider gitmez resepsiyondan ekstra kuponları ve haritalarınızı alın ve koşturmaya başlayın!
Şehir içinde ise dünyanın en büyük alışveriş kompleksi Macy’s, üst markalar satsa da illaki şurada burada indirimleri ve clearance bölümüyle, Wall Street’teki Century 21 ve 18th street T.J. Maxx de yine markaları havada uçurtan fiyatlarıyla Türkleri ve alışverişle çarpan kalplerini buluşturan adresler 🙂
Parka Uğramadan New York’tan Dönülmesin!
Yeniyor, içiliyor, görülüyor, alışveriş yapılıyor, sonunda da huzura erilsin! Anlatılmaz yaşanır gölleri, bahçeleri, (Sex and the City hayranlarının bir görüşte tanıyacağı) Boathouse restoranı, at arabaları ve en güzeli de rahatlamaya, koşmaya, oynamaya gelen bir sürü insanla dolu olan Central Park, bizim ulaşamadığımız, küçücüğünü bile korumak için neredeyse devrim yapmalara kalktığımız koca şehrin içindeki acayip güzel bir nefes alanı. Biliyorum, New York’ta yapılacak çok şey var ama Central Park, en azından birkaç saat ayırılmayı, kısa bir piknik yapılmayı hak ediyor.
Kişisel favorimlerinden bir başka park ise, içi dışı ayrı bir görkemli olan New York Public Library’nin yanında, şehrin o hızının kalabalığının içindeki minik vaha, okuma köşesi ve çimleriyle hastası olduğum Bryant Park. Caddeden çimlere geçtiğinizde hayat bir anda durabilir ve kendinizi çıplak ayaklarınızı çimlerde, kendinizi de güzel müzikler içinde rahatlamış bulabilirsiniz.
New York’a gittiğinizde bunların hepsini ve daha fazlasını yapın. En kötü ihtimal, hiç vaktiniz olmaz, en kötü (!) o hiç gece olmayan, ışıklar, panolar ve kalabalığıyla aklınızı alan Times Meydanında bir sandalyeye oturur ve dünyanın en kendine has ve etkileyici şehirlerinden birini izlersiniz…
New York’ta kültür-sanat için ayrıca bu listelere göz atabilirsiniz: https://www.themagger.com/new-york-kultur-sanat-hobi-rehberi/
https://www.themagger.com/new-york-muzeleri/
http://www.belister.com/liste/new-yorkun-en-iyi-kitapcilari/
New York’ta diğer yeme içme tavsiyeleri için:
http://www.belister.com/liste/new-yorkta-dunya-mutfaginin-10-adresi/
http://www.belister.com/liste/new-yorkta-kahvenin-10-adresi/
https://www.themagger.com/new-york-kahvalti-kahve-tatli-rehberi/
Çok faydalı, çok da keyifli bir yazı. Çoğunu yapılacaklar listemize ekledik. Elinize sağlık !
Beğendiğinize sevindim, umarım benim aldığım kadar keyif alırsınız listeden 🙂 Yakında yeni bir New York yazısı yazacağım umarım, onu da haber veririm 😉
Teşekkürler. Dört gözle bekliyoruz !