Pandemi sürecine dair belki de en olumlu şey ‘bol zaman’ oldu. Bu bol zaman sayesinde 80’ler pop müzik evreninde uzun ve derinlemesine bir seyahat yapma şansı buldum. Bu yazı işte bu yolculuğun sonucunda ortaya çıktı. Bu yolculuk boyunca onlarca albüm, yüzlerce şarkı dinledim. Ciddi sayıda makale-eleştiri okudum. Bunlardan ilhamla da “80’lerin En İyi 25 Albümü” listesi oluşturdum. Liste içeren her yazımda vurguladığım bir noktayı tekrar yazayım: tamamen kişisel bir liste.

80’lerin En İyi 25 Albümü | Fotoğraf: consequenceofsound.net

Dolayısıyla en iyi 25 derken benim perspektifimden, duygusal tarihimden, ergenliğimi-ilk gençlik yıllarımı yaşadığım o yıllara ait anılardan süzülüp arta kalan albümlerden söz ediyorum. 80’lerde ben pop müziği klasik müziğin yoğunluğundan biraz uzaklaşıp kafamı dağıtmak amacıyla dinliyordum. Bu yüzden benim 80’ler müziğine merakım çok sonra, o yıllara, itiraf edeyim, belli bir yaşı geçip bir yaşamsal ve politik tavır olarak ‘nostalgia’ya sığınmaya başladıktan sonra derinleşti. Bu yazı ve seçki bu dönemde dinlediklerimin, izlediklerimin ve okuduklarımın bir sonucu olarak da görülebilir. 

80ler… Dekadansın en iyi 10 yılı. Kültürel üretimin her alanında olduğu gibi müzik de bu dekadanstan payını fazlasıyla aldı. White-rock, hair veya glam-metal, synth-pop türünün en plastik örnekleri, 80lerin yeniliği diye yutturulan acid-house (bir ara Blue Jean dergisinde metal ve acid seven iki kiş ile röportaj yayınlanmıştı. Acid seven ‘acid metali eritir’ diye zekâ dolu (!) bir yorum yapmıştı) türlerinin ana sahneyi işgal ettiği yıllar. Mötley Crüe gibi şaklabanların başını çektiği Poison, WASP, Antrax, Twisted Sister gibi bir sürü uzun saçlı abilerin yer aldığı metal grupları; Technotronic (Pump Up the Jam şarkısını yapan grup), Kajagoogoo, Goo Goo Dolls, ve bir sürü ‘overrated’ ‘‘one-hit wonderer’ solist ve grup… 

80ler müziğe büyük bir yenilik getirmedi. Mevcut türlerin daha poplaştığı, kitle kültürünün de etkisiyle dejenere bir hale dönüştüğü bir dönemdi. Michael Jackson ve Madonna’nın damgasını vurduğu bu yıllarda dans müziği, dijital kayıt sistemi ve synthesizer denen enstrümanın gelişimi ile altın dönemini yaşadı. New-wave denilen tür özellikle Britanyalı gruplar arasından bugün bile hala görece dinlenebilen iyi sayılabilecek örnekler çıkardı. Yüzlerce farklı grup bir veya iki albüm ve hit şarkılar ile isimlerini tarihe yazdırıp kayboldular.

80'lerin En İyi 25 Albümü
80’lerin En İyi 25 Albümü | Fotoğraf: Youtube

O yıllarda müzik dinleyen, müzik ile derin bir ilişki kuran hemen herkesin hatırlayacağı ama bugün 80ler müzik tarihine özel merakı yoksa yaşı 35-40 arasında olanlar dışında kimsenin bilemeyeceği gruplar birer nostaljik nesneye dönüştüler.  Öte yandan Prince, U2, REM, The Cure, The Smiths, Talking Heads, Depeche Mode, New Order, Genesis, Kate Bush, Peter Gabriel (Genesis’ten ayrıldıktan sonra), Sting (The Police dağıldıktan sonra), Pet Shop BoysBruce SpringsteenGeorge MichaelEurythmicsThe Stone RosesTalk TalkEcho & The Bunnyman ve Simple Minds gibi kendi hayran kitlesini ve orijinal müziğini yaratan; popüler müzik tarihinde sağlam bir yer edinen bazı önemli isimler bu yıllarda kendilerini gösterdiler. Leonard CohenPink FloydDavid Bowie, Roxy Music, Bob Dylan, Paul Simon, George Harrison, Elton John, Elvis Castellogibi 60lardan ve 70lerden itibaren müziğe damga vuran büyük efsaneler de 80lerde çalışmalarına devam ettiler. Benim de sevdiğim Deacon BlueThe Stranglers, The Blue Nile gibi gruplar görece düşük profilli ama tutarlı müzik yaşamlarını günümüze kadar sürdürmeyi başardılar. Metal ve rock alanında da Metallica gibi 80lerde kurulup müzik yaşamına uzun yıllar devam eden başarılı örnekler de vardır. 

A-haAlphavilleDuran Duran, Fine Young Cannibals, Erasure, Spandau Ballet, Bronski Beat, The Communards, The Boomtown Rats, Bananarama gibi 80ler müziğine önemli bir damga vurmuş, müzikal açıdan genele göre başarılı ve kaliteli işler yapmış ama maalesef müzikal etkisini daha sonraki yıllara yayamamasına rağmen hala hatırlanan ve 80ler denince akla ilk gelen grupları da bu yazı ile anmak isterim. 

Müzikal anlayışları ve müzikleri 80lerin genel atmosferi ile belli oranda örtüşse de ortalamanın üzerinde bir kaliteye sahip olan ama günümüzde neredeyse unutulan The Replacements, The Trash Can SinatrasThe Sound, The Blue Aeroplanes, Swing Out Sister, ‘Til TuesdayModern English ve Madness gibi grupları da bu vesile hatırlamak ve merak edenlerin dikkatine sunmak isterim.  

80lerin En iyi 25 Albümü Listesi

Listeye bakanlar o yılların çok önemli solist ve gruplarından bazılarının olmadığı hemen göreceklerdir. Madonna, Michael Jackson gibi en popüler isimler dışında Bruce Springsteen, George Michael, Guns N Roses, Metallica, Beastie Boys, Cydie Lauper gibi o dönemi tanımlayan grup ve solistlere yer vermedim; çünkü bunlar dinlemediğim türlerde müzik yapmışlardır. Onları sevenler farklı listelerde çeşitli albümlerine rastlayabilirler. Özellikle 100 veya 500 albümlü listelerde bol bol bulunabilir. 

80lerin En iyi 25 Albümü
80lerin En iyi 25 Albümü | Fotoğraf: CMuse

Leonard Cohen gibi etkileri yıllara yayılan ve kendi tarzında müzik yapan, bir müzisyenin ötesinde bir kültür adamı olan ismi de bu listeye eklemedim. Cohen 80lerde iki tane çok iyi albüm yaptı: Various Positions ve I’m Your Man… Ama Cohen zamansız bir müzisyen ve bence de her türlü listenin ötesinde özel bir yere sahip. Benzer bir durum Pink Floyd için de geçerli. 80lerde grup iki albüm yayınladı: The Final Cut (1983) ve 1987 tarihli A Momentary Lapse of Reason… Pink Floyda da listeler ötesi bir grup olduğundan listeye eklemedim. Oh Marcy (1987) ile çok iyi bir albüm yapan Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Bon Dylan da elbette bu grupta yer aldı. Bowie için bir istisna yaptım; onun nedeni de albüm ile ilgili notumda görülebilir. Öte yandan 80ler’in diğer yüzünü göstermek amacıyla bu isimlerden bazı seçkileri de bu yazı için hazırladığım spotify listesine ekledim.  

Her tercih bir vazgeçiş…. 80ler müziği ile ilgili olanların ekleyecekleri, bu listeden çıkaracakları albümler olacaktır. Öte yandan tüm tercihleri ve eksikleriyle bu liste ile ilgili bir şeyin garantisini verebilirim: Bu albümlerin tamamı iyi ve kaliteli müzik. Dinleyenini müzikal anlamda hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Son bir not: The Crown 4. Sezon seyrederken bu albümleri ve Spotify listesini dinleyin. O dönemin Britanya kültürel atmosferini daha iyi anlayabilirsiniz. 

25. A Walk Across the Rooftops – The Blue Nile (1984) 

7 şarkılık, toplamda 38 dakika süren küçük ama müzikal olarak yoğun bir albüm. Aykırı İskoç folk-ambiant grubu The Blue Nile bu albümünde döneminin çok ötesinde ilginç ve özel bir müziğe imza atmış. Çok yavaş çalışmasıyla bilinen ve 1981’den günümüze kadar (hala aktif gözüküyor) sadece 4 tane albüm yapan grubun en kült çalışması. Neredeyse hiçbir tanıtım yapılmadan yayınlanan albüm ağızdan ağıza yayılarak kült bir statüye ulaşıyor. Topu topu 80 bin satmış ama grubun ve albümün etkisi bu satışın ötesinde. Hemen hemen tüm müzik eleştirmenlerinden tam not alan albümdeki Tinseltown in the Rain efsanevi. Bugün bile taptaze ve devrimci, ulaşması zor, soyut bir anlatıma sahip albüm ağır ağır içine alıyor dinleyeni. 

youtube play youtube play

24. Kick – INXS (1987) 

80’lerin büyülü yılı 1987’de çıkmış bir debut albüm. İlk olarak Never Tear Us Apart klipi ile tanıdım grubu ve albümü. Yaylılar aranjmanı doğrudan kalbime saplanmıştı ama özellikle klibin çekildiği o sonbahar gününde “O mekân neredeyse oraya gideceğim” dedim kendi kendime. Orası Prag’tı ve benim yaşamımda iz bırakan 5 şehirden birine dönüştü. Kick neredeyse her şarkısının dinlenebilir olduğu bir albüm. İlk şarkı Guns in the Sky dışında albümde her biri kendi başına hit olabilecek şarkılar mevcut ama başta Never Tear Us Apart, Need You TonightMystify muhteşem. INXS müziği sonraki dönemlerde daha bir ‘rock’ sesine sahip olmaya başladı. Grubu 1990larda’da takip ettim. 1990 tarihli X ve 1992 tarihli Welcome to Wherever You are  sağlam çalışmalardır; merak eden dinleyebilir. 

youtube play youtube play

23. Invisible Touch – Genesis (1986)                        

1967’de kurulduktan sonra klasik, caz ve rock müziği harmanlayan özgün bir progressive rock tarzı ile ön planan çıkan grup Peter Gabriel’in ayrılması ile entelektüel ve yenilikçi tarzından çok şey kaybetti ama bu grubun karizmatik büyük müzisyen Phil Collins liderliğinde 1980lerin ve 90ların en başarılı pop-rock gruplarından biri olmasını engelleyemedi. Genesis’in en iyisi değil ama Invisible Touch kendi içinde ve 80ler standartlarında çok iyi bir albüm.  Albümün en önemli şarkısı bence tarihin en iyi aşk şarkılarından biri olan ‘In too Deep’. Bu şarkı hakkında Brad Easton Ellis’in American Pyscho romanında Patrick Bateman derin analizler yapar. Romandan o bölümü okumanızı öneririm. Albümün en popüler şarkısı olan Land of Confusion soğuk savaşı anlatan esprili ve hareketli müthiş bir parça. Klibi de gerçekten seyretmeye değer: 

youtube play youtube play

22. Sweet Dreams (Are Made of This) – Eurythmics (1982) 

Farklı ve zengin bir müzikal kaynaktan beslenen müthiş ve karizmatik ikili Anne Lennox ve Dave Stewart grupları Euryhtmics ile 80lerin en büyükleri arasında yer alırlar. Lennox ve Stewart grup ayrıldıktan sonra da solo müzik yaşamlarında etkilerini sürdürdüler. İkili 80’lerde farklı albümlerle efsanevi şarkılar yaptı. O açıdan hangi albümü seçeceğime zor karar verdim ama bir şarkı fark yarattı. Bir yerlerde 80ler konuşuluyorsa Sweet Dreams olmadan o konuşma eksiktir. Şarkı o derece 80lerin bir parçası haline gelmiştir. Elektronik ve klasik müzik elementlerinin müthiş bir dans parçası içinde yedirilmesi ve ilgi çekici klipi ile şarkı döneminin ötesine ulaşan bir başyapıttır. Albümde onun dışında Love is a Stranger ve özellikle de 9,5 Weeks filminde Kim Basinger’ın mastürbasyon sahnesinden hatırlanacak olan This City Never Sleeps ve ile I’ve Got an Angel öne çıkan diğer parçalar. 

youtube play youtube play

21. Crazy Rhytms – The Feelies (1980) 

Kendine küçük bir hayran kitlesi oluşturan bir kült grup olan The Feelies 1980 yılında döneminin çok ötesinde bir müzikal anlayışa sahip bir çalışma yapmış. Günümüz Indie Müziği’nin ilk öncüllerinden biri olan ve özellikle Amerikan Indie Rock ortamını derinden etkileyen grubun 60ların ve 70lerin en ilgi çeken gruplarından The Velvet Underground esintileri taşıyan müzikleri 40 yıl önce bestelenmiş olmasına rağmen güncelliğinden ve etkisinden bir şey kaybetmiyor. Hiçbir ticari amaç taşımayan, sadece çok meraklılarına hitap eden çalışmanın arka planındaki sosyo-psikolojik etmenler kapsamlı bir analizi hakkeder.

youtube play youtube play

20. Some Great Reward – Depeche Mode (1984) 

1980’lerin başında küçük ve sadık bir hayran kitlesine sahip, depresif, karanlık ve avant-garde bir new-wave grubu olan Depeche Mode, 1987 albümü Music for the Masses ile albümün adına uygun şekilde kitlelere açıldı. 80lerde etkin olmaya başlamasına rağmen bence grup başyapıtlarını 1990 ve sonrasında yapmıştır. Bu anlamda da gelmiş geçmiş en iyi Depeche Mode albümü 1990 tarihli Violator olarak kabul edilebilir pekala. Grubun 1990 öncesi dönemdeki albümleri arasında bu listeye girebilecek birden çok albüm var. Bu noktada bir seçim yapmakta zorlandım ama sonunda bana grubu sevdiren Blashemous Rumours şarkısının da olduğu Some Great Reward albümünü seçtim. Bu şarkı dışında Depeche Mode’un müzik tarihinde iz bırakmış şarkıları arasında yer alan Lie to Me, People are People, Master and Servant da albümde yer alan diğer parçalar arasında. 

youtube play youtube play

19. Actually – Pet Shop Boys (1987) 

O büyülü yıl 1987 ve o yıldan bir müthiş albüm daha… Pet Shop Boys muhtemelen pop müzik tarihinin en başarılı ve uzun soluklu elektronik müzik grubu. Her dönem müziğinin özünü koruyarak değişmeyi ve gelişmeyi başarmış ve İngiliz müzik tarihinin en başarılı ikilisi olmuş durumda. 100 milyonun üzerinde albüm satışı yakalayan grubun 1984 tarihli West End Girls’den başlayarak 2020 tarihli Hotspot’a kadar her dönem grubun dinleyeceğim bir şarkısı mutlaka olmuştur. Bunların içinde bir albüm benim için, sadece benim için değil 80ler müziği için de özeldir: Actually… 10 şarkıdan 9 tanesini neredeyse ezbere bildiğim bu albüm elektronik pop müziğin nasıl politik olabileceğini, sınıfsal farkların ve ayrışmanın aşk üzerinden nasıl anlatılabileceğinin iyi bir örneğidir. Benim favorilerim What Have I Done to Deserve This?, ShoppingHeart ve Rent. Albümden It’s a sin bir külte dönüştü. Her şarkısının ayrı ayrı başarılı olduğu bu albüm ara ara dinleyeceğim ölmeyen bir elektro başyapıtı olarak kalacak. 

youtube play youtube play

18. Songs to Learn and Sing – Echo & The Bunnymen (1985) 

1978’de kurulan; 1984 tarihli Ocean Rain albümü ve albümün başta efsanevi Killing Moon parçası olmak üzere Silverve Seven Seas parçaları ile kült statüsüne yükselen Liverpoollu bir post-punk grubu olan Echo & The Bunnymen, Donnie Darko (2001) filminde Killing Moon’un kullanılması ile yeni kuşaklar tarafından da keşfedildi. Kendine has dramatik müziği ile solist ve aynı zamanda gitar ve piyanoyu da çalan Ian McCulloch’un karakteristik sesiyle grup müzik tarihinde özel bir yer edinmeyi başardı. 1985’de grubun 1980-84 arası yaptığı albümlerden seçmelerin yer aldığı bir toplama albüm olan 1985 tarihli Song to Learn and Sing arşivlerde yer almalı. 

youtube play youtube play

17. Let’s Dance – David Bowie (1983) 

David Bowie… Muhtemelen popüler kültür ve müzik üzerinde Beatles, Pink Floyd, Bob Dylan, Elvis Presley ve bir iki isim onun kadar büyük bir etki yapmıştır. History Channel 20. Yüzyıl’ın en etkili 100 kişisi arasında onu da göstermiştir. Benim için David Bowie, Space Oddity ve özellikle de Berlin Dönemi albümleridir (Low-1977, Heroes-1977, Lodger-1979). Başka bir deyişle 1969-79 arası en etkili olduğu dönem. Öte yandan Bowie 80ler’de de önemli işler yapmaya devam etmiştir. Belki 60lar ve 70lerdeki gibi etkili devrimci, onun bir deha olarak kabul edilmesini sağlayan çalışmalar düzeyinde değildir ama yine Bowie müziğidir… 80’ler ruhunu bir şekilde yakalar bu albümleri, özellikle de Let’s Dancebir tür 80’ler dekadansının şiirsel milli marşıdır: seksi, etkileyici, dramatik… 

youtube play youtube play

16. Tango in The Night – Fleetwood Mac (1987) 

‘Tell me lies/Tell me sweet little lies’… Christine McVie, Steve Nicks ve Lindsey Buckingham bu sözleri söylemeye başladıklarında aklıma Özdemir Asaf’ın ‘’Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin’’ dizeleri gelir. Tango in the Night 1967’den beri müzik sahnesinde yer alan ve pop müzik tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ve popüler gruplarından biri olan Fleetwood Mac’ın 80ler’deki verimi. 1970’ler, özellikle de Rumours kadar olmasa da albüm zamansız, saf ve melodik pop şarkıları ile çok başarılı. Özellikle Little Lies ve Big Love farklı listelerimde her zaman yer alırlar. Mystfied da gizli bir hit olarak dinlenmesini önerdiğim bir başka şarkıdır albümde yer alan. 

youtube play youtube play

15. Hounds of Love – Kate Bush (1985) 

Pop Müzik tarihinin en özgün kadın solistlerinden Kate Bush 1985’de öyle bir albüm yapmış ki sadece iki şarkı, Running up that hill ve Cloudbusting bile onun ve bu albümün 80ler’in en iyilerinin yer aldığı her listede yer almasını sağlar. Pop müzik tarihinde çok az şarkı Cloudbusting gibi sağlam bir orkestrasyona ve yaylılar düzenlemesine sahiptir. Daha yüzeysel, kolay dinlenebilir ama kaliteli bir pop albüm denildiğinde 80lerden benim aklıma gelen akla gelen ilk albümlerden biridir. 

youtube play youtube play

14. So – Peter Gabriel (1986)

Albümün iki parçası, Sledgehammer ve Big Time için çekilen kliplerle de adından çok bahsettirmiş bir albüm. Benim favorim ise her zaman için Gabriel’in Kate Bush ile düet yaptığı Don’t Give Up. O parçanın klibinde Gabriel ve Bush tüm şarkıyı sarılarak söylerler. Bunu hala çok romantik ve dokunaklı bulurum. Bir tarafta her şeyi bırakmak isteyen bitik bir adam, diğer tarafta onu yeni bir yaşama döndürmeye çalışan, ‘bırakma’ diyen bir kadın. 

youtube play youtube play

13. All of This and Nothing – The Psychedelic Furs (1988) 

1977’de kurulmasına rağmen 80’lerde ün ve başarı kazanmış bir post-punk, new-wave ve art-pop grubu The Psychedelic Furs. 1986’da 80lerin en etkili yönetmenlerinden, gençlik filmlerinin efsanevi ismi John Hughes grubun hit şarkılarından Pretty Pink şarkısını aynı isimli filminde kullanmıştır. Solist Richard Butler’ın özgün sesi, entelektüel ile popüler arasında konumlanan, farklı türlerden elementlerin özgünce kullanıldığı, gitar sololara saksafon soloların eşlik ettiği müzikleri zaman ötesi bir anlam taşır. 1988 tarihli toplama albümleri All of This and Nothing AllMusic yazarı Michael Sutton’un mükemmel bir şekilde ifade ettiği gibi ‘grubun ortanın solu bir İngiliz rock grubundan stil sahibi bir alternatif pop grubuna evrimini çok iyi özetler.’ Bir bilgi, grubun en büyük hitlerinden Love My WayCall Me By Your Name filminin soundtrack albümünde de yer alır. 

youtube play youtube play

12. It’s My Life – Talk Talk (1984) 

‘’Such a shame to believe in escape/A life on every face’’

80’lerin vicdanını oluşturan şarkılardan biri olan Such a Schame büyük bir şarkıdır. Grubun beyni ve solisti Mark Hollis tarafından ünlü Amerikalı romancı Luke Rhinehart’ın The Dice Man romanından esinlenerek yazılan şarkı zamanını aşan bir yapıt olmasının yanında Avrupa’da 1984-85 döneminde büyük bir hit olmayı da başarmıştır. Such a Shame yanında, It’s my life bir başka büyük şarkıdır. Özellikle şarkının nakaratı bende bağıra bağıra söyleme hissi yaratır:

‘’I’ve asked myself 

How much do you commit yourself? 

It’s my life

Don’t you forget

It’s my life

It never ends’’

Talk Talk sadece 80ler’in değil kişisel tarihimde ergenliğimin de vicdanıdır bir bakıma…. 

youtube play youtube play

11. Brothers in Arms – Dire Straits (1985) 

Sene 1993, Southgate/Londra’da bir pubda bir grup İngiliz ile sohbet ediyoruz. O sırada televizyonda Dire Straits’un Brothers in Arms albümünden Your Latest Trick çalıyordu. Konuşmayı kesip albüm ve Dire Straits hakkında konuşmaya başlayınca konuştuğum İngilizlerden biri “Siz dinliyor musunuz Dire Straits” diye sormuştu. O gece “Türkiye Mısır’a yakın mı?” diye soran da olmuştu. “Britanya’dan daha yakın orası kesin” diye cevap vermiştim. Albüm hakkında çok bir şey söylemeye gerek yok: gelmiş geçmiş en büyük 100 İngiliz Albümü arasında 51., tarihin gelmiş geçmiş en büyük 500 albümü sıralamasına 10 yıl arayla 352 (2002) ve 418. sırada (2012). Albüm İngiliz tarihinin tüm zamanların en çok satan 8. albümü. Albümün tabi ki en bilinen parçası MTV açılışında çalınan Money for Nothing… Mark Knopfler’in dahiyane gitar solosu ve Sting vokali… Yine de en sevdiğim Dire Straits şarkısı 1977 tarihli Sultans of Swing’tir… O şarkıdaki Knopfler’un gitarının yumuşak içtenliğine ve kıvraklığına çok az performans yaklaşabilmiştir. 

youtube play youtube play

10. Speaking in Tongues – Talking Heads (1983) 

1977 tarihinde kurulan Talking Heads pop müzik tarihinin en orijinal gruplarından biridir. Müzik yanında görsel sanatlar, film yapımı ve yazı alanlarında da başarılı bir sanatçı olan karizmatik David Bryne öncülüğünde entelektüel bir avangart müziğe imza atan grup 80ler’de çok önemli iki albüm çıkardı: Speaking in Tongues (1983) ve Little Creatures(1985). Bu iki albüm de bu listede yer alır ama her gruptan bir albüm seçme prensibi doğrultusunda birini seçmek zorunda kaldım. Speaking Tongues, özünde bir art-rock albümü havasında olsa da funk ve dans ritimleriyle ilginç ve eğlenceli bir havaya bürünüyor. Konsept bir sergi açılışında çalacağınız cinsten bir albüm. Grubun en popüler parçası sayabileceğimiz Burning Down the House albümün belki de en iyi özeti. Bir de tabi This Must be the Place (Naive Melody) varŞarkının Paolo Sorrentino’nun aynı isimli 2011 tarihli filmine de esin kaynağı olduğunu ve filmin orijinal müziklerini de David Bryne’nın yaptığını belirtmekte yarar var. 

https://www.youtube.com/watch?v=JccW-mLdNe0

9. Substance – New Order (1987)

New Order, müzik tarihinin en kült gruplarından Joy Division’dan, grubun beyni Ian Curtis’in intiharı sonrasında doğdu ve dolayısıyla da ilk yılları Joy Division ve Ian Curtis gölgesinde geçti. Zamanla elektronik ve dans müziğini pop-rock ile birleştirip kendilerine has bir müzik yarattılar. New Order 1980lerde en başarılı albümlerinden bazılarını yapsa da grup üyelerin ara ara değişimiyle günümüze kadar ulaşmayı başaran uzun soluklu bir proje. Gruptan çıkan son ‘single’ olan Be A Rebel’ın Kasım 2020’de yayınlanmış olması bunun en büyük kanıtı. Substance 1987’de, 80ler’in müzikal açıdan en bereketli yılında yayınlanan bir toplama albüm. Grubun 80lerdeki iki büyük hiti Blue MondayBizarre Love Triangle ile tüm zamanların en önemli elektronik-pop-dans parçalarından biri olan True Faith bu seçmede yer alıyor. Benim en favori New Order albümüm ise İngiltere’de olduğum dönemde çıkan ve bu açıdan benim açımdan müzikal dışında da farklı anlamları olan 1993 tarihli Republic

youtube play youtube play

8. Nothing Like the Sun – Sting 

Sting solo kariyeri öncesinde pek çok kişiye göre 80’lerin başındaki aktif en büyük gruplardan biri olan The Police’in lideriydi. Grup 1983’de ayrıldıktan iki yıl sonra Sting The Dream of the Blue Turtles albümüyle günümüze ulaşacak uzun ve muhteşem bir solo kariyere başladı. Albümde Soğuk Savaş’ı anlatan epik Russians, eski tarz caz esintileriyle albüme adını veren The Dream of the Blue Turtles ile nostaljik ve senfonik havasıyla Moon Over Bourbon Street çok iyiler. Şayet Sting iki sene sonra Nothing Like the Sun albümünü yapmasaydı bu albüm listede yer alacaktı ama Nothing Like The Sun her bir şarkısının ayrı bir anlamı ve müzikal etkisi olan öylesine dolu bir albüm ki… Caz, Reggae etkileriyle ve farklı etnik esin kaynaklarıyla eklektik ve sofistike bir müzik ortaya koyar. Sözleriyle de politik bir tavır sergiler. They Dance Alone doğrudan Arjantin’de cunta döneminde babalarını, çocuklarını ve eşlerini kaybeden kadınlar için yazılmıştır: 

Dancing with the missing

They’re dancing with the dead(…)

They’re dancing with their fathers

They’re dancing with their sons

Dancing with their husbands 

They dance alone

Albümün en bilinen şarkısı Englishman in New York da özel bir şarkıdır. Londra’da ve New York’tayken sık sık mırıldandırdım. Bir dönem Sting’in Englishman in New York klibindeki tarzı uyguladım itiraf edeyim: Uzun palto, uzun saç, desenli atkı ve süet düz tabanlı botlar…. Şarkıda geçen bazı sözleri de günlük hayatıma uygulamaya çalışırım: ‘Be Yourself/No matter what they say’, ‘Gentleman walks but never runs’. Yalnız vurgulamadan geçemeyeceğim; albümün A ve B yüzü arasında müzikal bir fark vardır. A yüzü muhteşemken B yüzü ortalama üstüdür. 

youtube play youtube play

7. Graceland – Paul Simon 

1960’ların toplumsal ve kültürel atmosferini tanımlayan; müzikal olmanın çok ötesinde bir kültür ikonu olan müzik tarihinin en efsanevi ikilisi Simon & Garfunkel’in yarısı Paul Simon’ın 1986’da çıkardığı Graceland toplamda 13 solo albüm yapan sanatçının en başarılı solo çalışması. Yaptığı bir Güney Afrika seyahati sonrasında orada dinlediği sokak müziğinden etkilenen Simon, Afrika ritimleriyle ördüğü eklektik bir tarza çıkardığı bu albümle folk-rock’tan dünya müziğine başarılı bir değişime imza atar. Büyük bir klasik olan albümde başta Boy in the BubbleCall Me Al ve albümün Afrika esintilerini en çok hissettiren Diamonds on the Soles of Her Shoes batı folk-pop müziğinde yeni bir çığır açacak kadar yenilikçi. 

youtube play youtube play

6. Document – REM (1987) 

Muhtemelen çoğu kişi REM’in müziğe 1991 tarihli Out of Time albümü ile başladığı düşünüyordur ama Out of Timegrubun yedinci albümü. Grubun ilk albümünün 1983 tarihli Murmur olduğu düşünülürse grup 80lerde toplam 6 albüm çıkardığı görülebilir. Out of Time, tüm zamanların en müthiş albümlerinden biri ve hem müzikal hem de ticari olarak grubun ne önceki ne de sonraki hiçbir albümüyle kıyaslanamayacak kadar özel bir çalışma. O albüm ile REM’i kült bir folk-rock grubundan uluslararası bir efsaneye dönüştürmüştü. Out of Time öncesi döneme ait albümlerden Document grubun ‘Losing My Religion’ öncesindeki en etkili parçalarından The One I love ve It’s the end of the World gibi hitleri içeriyor. Albüm Mötley Crüe’nün Girls, Girls, Girls albümü ile aynı yıl çıkmış. Document, 1987’nin vicdanı olan ve 80ler’in müzikal haysiyetini kurtaran albümler arasında ayrıcalıklı bir yere sahip. 

youtube play youtube play

5. The Joshua Tree – U2 (1987) 

Üzerine söylenecek çok şey olan bir albüm. Bono henüz uluslararası bir politik figüre, U2 da eklektik, post-modern bir popüler kültür ikonuna dönüşmeden grubun son saf müzik ağırlıklı albümü. Şiir gibi başlıyor, devam ediyor ve adeta hiç sonlanmıyor; her dinlendiğinde kendine yeniden bağlıyor… Ben bir U2 hayranı değilimdir. Belki biraz Berlin temalı Achtung Baby (1991) ama The Joshua Tree tokat gibi bir albüm, dinlendiğinde insanı kendine getiriyor. Ben albümün çok bilinen şarkılarından ziyade Red Hill Mining Town, In God’s Country ve One Tree Hill gibi parçalarını daha çok severim. Amerika çöllerinde, terkedilmiş madenci kasabalarında veya New York sokaklarında gezerken derin Amerika’yı, tüm materyalist ve tinsel yönleriyle yeniden keşfediyoruz adeta. Tekrar edeyim, Mötley Crüe’nün Girls, Girls, Girls albümü ile aynı yıl çıkmış ve bir kez daha müziğin vicdanını ve onurunu kurtarmış. 

youtube play youtube play

4. Synchronicity – The Police (1983) 

The Police çok özel bir grup… 1977’de kurulan bu new-wave grubu rock-pop-punk-raggae-jazz türleri ile farklı coğrafyalardan esinlenilmiş temaları birleştiren kendine özgü bir müzik ortaya çıkardı ve 1980ler’in başında hem müzikal hem de ticari anlamda başarılı iki albüme imza attı: Zenyatta Mondatta (1980) ve Ghost in The Machine(1981). 1983 tarihli grubun son albümünü Snychronicity ise grubun her anlamda en başarılı çalışması. Ticari başarısı bir yana yansıttığı genel ruh ve yarattığı atmosfer de neredeyse ulvi. Farklı kaynaklardan beslenen sofistike yapısı ve tarihin en mükemmel aşk şarkılarından Every Breath You Make albümü çok değerli bir yere konumlandırıyor. Albüm hemen hemen tüm ‘en iyi listelerinde’ yer buluyor; zamanın ötesinde popüler müzik tarihinin klasiklerinden biri. 

youtube play youtube play

3. Disintegration – The Cure (1989)

Albüm Plainsong şarkısının zilleri ile başlıyor ve hemen ardından anlıyorsunuz nasıl bir karanlığa girdiğinizi ki o karanlık The Deep Water as You ile katran gibi üzerinize yapışıyor. Ruhsal olarak beni klasik müzik dışında bu derece yoğun etkileyen çok az çalışma vardır. Albümü geç, yayınlanmasından tam 3 yıl sonra keşfettim. Aslında The Cure keşfim de 1992-93 yıllarına, İngiltere günlerime rastlar. Önce bu albümü keşfettim ve sonra The Cure serüvenim başladı. Aslında grubun en depresif dönemi 80ler’in başına rastlar: Seventeen Seconds (1980), Faith (1981) ve Pornography (1982) ağır depresif ve karanlık albümlerdir ama bu albümler bir ergenin bunalım gibidir; sanki hoşlandığı kızın reddinden veya burnunun üzerinde çıkmış irinli bir sivilceden dolayı intihar edebilecek düzeyde, varoluşsal bir derinlikten uzak… 

Disintegration ise farklıdır: 80ler’in ortasından itibaren gruba ticari başarı, ün ve para getiren pop albümlerden sonra yeniden ‘gotik’ kökenlerine dönüştür ama bu sefer sofistikedir hem sözler hem de müzikal açıdan. Her şarkı birbirini tamamlar. Hepsinin toplamı kişisel bir varoluşsal sorgulamadır. Albümün bu seviyeye yükselmesinin bir nedeni de elbet grubun lideri Robert Smith’in 30 yaş bunalımıdır. Müzikal açından da tüm albüme hakim olan yoğun synthesizer ve keyboard kullanımına rağmen The Cure orkestral bir ses elde etmeyi başarmıştır ki bu dikkate alınması gereken bir durumdur. Albümdeki her parça çok iyi ancak Plainsong, Closedown, The Same Deep Water as You ve Untitled mükemmel. Özellikle de The Same Deep Water as You… bir keresinde şarkıyı dinlerken biri gelmiş ve ‘Abi ne derdin var, neyin eksik’ demişti’. Tabi albümün listelerde başarı kazanan ve albümün diğer ‘karanlık’ yanını görece dengeleyen LovesongLullaby ve Pictures of You söz edilmesi gereken parçalar. 

youtube play youtube play

2. Bete Noire – Bryan Ferry (1987)

Bryan Ferry, Avalon gibi bir albümle glam-rock müziğin David Bowie ile birlikte en büyük ismi olan Roxy Music kariyerini tepede bıraktı. Grubun resmi olarak ayrılmasından sonra Brian Eno ve Bryan Ferry çok başarılı solo kariyerlere sahip oldular. Brian Eno kendine has bir ambiant ve elektronik müzik dili geliştirdi ve günümüzde müzik tarihinin en etkili ve inovatif isimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bryan Ferry ise tam anlamıyla ‘cool’ olmanın kitabını yazdığı bu dönemde sadece müzisyenliği ile değil bir modern dönem centilmeni, stil sahibi olmanın erdemleri taşıyan bir stil ikonu olmasıyla da ilgi çekici bir figür oldu. Kraliçe tarafından şövalye ilan edilmiş pop müziğin gelmiş gelmiş en büyük aristokratı, Peter York’un tanımı ile ‘bir sanat objesi’, GQ tarafından tarihin gelmiş geçmiş en iyi giyinen erkekleri arasında gösterilen ‘deluxe’ davranışlarıyla bir ‘chanteur’…

Bete Noire, o anıtsal yılda, 1987’de çıkmış büyülü, seksi, ‘cool’ ve ‘stilize’ bir albüm. Tüm albüm dinlerken eski dönemlerde seçkin bir gece kulübünde bir davete katılmış hissi uyandırıyor. Bu listedeki pek çok albüm gibi bu albümün de kişisel tarihinde ayrı bir yeri var. Albüme çıktığı tarihte Türkiye’de ulaşılamıyordu. Öte yandan o dönemde gerek müzikal gerekse de görsel açıdan farklı reklamlar yapan Aksu Kumaş reklamında albüme ismini veren Bete Noire kullanıldıktan sonra şarkı bir anda gizemli bir popülerliğe ulaşmıştı. O kadar ki kaçak doldurma kasetlerde şarkı ‘Aksu Reklam Müziği’ olarak yazılıyordu. Albüm bildiğim kadarıyla da Türkiye’de yayınlanmadı. 1999 yılında bir eğitim için bir süreliğine Almanya’da Bonn ve Köln’e gitmiştim. Bir gün Köln’de büyük bir müzik mağazasında dolaşırken bir anda albümün CD’sini gördüm. Bu büyük bir sürpriz olmuştu benim için. Albümü hemen aldım ve akşamına dinledim. Dolayısıyla benim tüm albümü baştan sona dinlemem albümün yayınlanmasından ancak 12 yıl sonra gerçekleşti.

2007 yılında Bryan Ferry Türkiye’ye konser vermeye geldiğinde konserinin açılış parçası olarak Kiss and Tell’i seçmişti. Şarkıyı canlı dinlemek hayatımın önemli mutlu anlarından biriydi. Meraklısına bir not: Kiss and Tell klibinde Christine Keeler da yer almıştı. Keeler, 1963’de Britanya’yı sarsan, Prens Philip ile de bağlantıları olan Profumo Skandalı’nın başrolünde yer alan eskort. The Crown’u yakından takip edenler 2.Sezon’un sonunda ve 3.Sezon’un başında bu konudan detaylı bir şekilde bahsedildiğini hatırlayacaklardır. 

youtube play youtube play

1. The Queen is Dead – The Smiths (1986)

Öncelikle kendim açısından bir gerçeği ifade edeyim: The Smiths ve Morrisey olmasaydı ben gitarlı müziği ve İngiliz alternatif rock türünü dinlemezdim. Bir öneri olarak The Smiths albümlerinin tamamını dinleyin derim. Dünya tarihinde gitarları bu kadar melodik ve uyumlu kullanan çok az grup vardır; hatta  bence yoktur. Neredeyse her bir şarkısı hem melodi hem de söz açısından dinlemeye değer bir başka grup var mıdır emin değilim. 80ler’in en iyi albümleri arasında bir The Smiths albümü olmadan olmazdı. Hatta böyle listede en az 3 albümü olabilirdi grubun. Bu noktada da albümler arasında, özellikle de iki albüm The Smiths (1984) ve The Queen is Dead (1986) arasında kaldım. Sonra Meat is Murder (1985) da aradan göz kırptı ama sonuçta bana göre indie tarihinin en iyi 10 şarkısından biri olan There’s a light that never goes out (NME Magazin’e göre 12) sayesinde The Queen is dead kazandı. NME 2013’deki sıralamasında albümü ‘tüm zamanların en iyi albümü’ olarak nitelendirdi. 2018 tarihli Rolling Stones dergisinin ‘Tüm Zamanların En İyi 500 Albümü’ sıralamasında da albüm 18. sırada yer aldı.

Kişisel bir not: Gelmiş geçmiş popüler müzik tarihinden tek bir albüm seçmem gerekirse bu albüm olur. Keza tek bir şarkı seçmem gerekirse de There’s a light that never goes out… Şu sözler aklımdan neredeyse hiç çıkmaz: And in the darkened underpass I thought/”Oh God, my chance has come at last”/ But then a strange fear gripped me/ And I just couldn’t ask… Keza benim gibi utangaç bir birinin ergenlik ve ilk gençlik yıllarındaki sözde romantik yaşamını bundan daha iyi açıklayan sözler yoktur. Bir de ne akla hizmet, yıllar önce bir sevgilime aldığım ilk hediyeye not olarak yine bu şarkının nakaratını eklemiştim: ‘’And if a double-decker bus Crashes into us/To die by your side Is such a heavenly way to die/And if a ten ton truck kills the both of us/To die by your side Well/the pleasure, the privilege is mine… 13 yıl önce sevgilim olan o kişi bugün oğlum Kerem’in annesi ve 8 yıllık karım Aslı olunca bu şarkı kişisel tarihimin en önemli şarkısı haline geliyor ve ‘hiç gitmeyen bir ışık’ anlam kazanıyor. 

Bu albümlerden veya listeye giremeyen ama önemli 80ler albümlerinden şarkı örneklerine bu Spotify Listesinden ulaşabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: The Times

İlginizi çekebilir: Hatun Altınöz’den Modern Talking