65. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüne layık görülen Haneke filmi “Amour” (Aşk) ülkemizde bugün vizyona giriyor. Yaşlılık, bağlılık, ölüm ve sevgi gibi temel temaların işlendiği film insanın içine işliyor.

amour_2_b_2_thumb_700x600

Almanya asıllı Avusturyalı yönetmen Michael Haneke‘yi “Das Weiße Band” (Beyaz Bant), “Funny Games” (Tuhaf Oyunlar), “La pianiste” (Piyano Öğretmeni) ve “Caché” (Saklı) gibi filmlerinden hatırlıyoruz. Ülkemizde bugün (27 Aralık 2012) vizyona giren “Amour” (Aşk), 70 yaşındaki yönetmenin senaryosunu da yazdığı son filmi. Türkiye’de benim de aralarında bulunduğum şanslı Filmekimi 2012 seyircisi, filmi önceden izleme şansı bulmuştu.

65. Cannes Film Festivali‘nde Altın Palmiye ile ödüllendirilen film, her ikisi de 80’li yaşlarında ve emekli piyano öğretmeni olan Georges (Jean-Louis Trintignant) ve Anne (Emmanuelle Riva) çiftini anlatıyor. Kızları (Isabelle Huppert) da kendileri gibi müzik ile ilgileniyor fakat şehir dışında yaşıyor. Anne bir hastalığa yakalanıyor ve bu hastalık kötüleştikçe çiftin bu hastalık ile mücadelesi, mücadelelerine eşi ile aralarındaki yüce bağın katkısı, baba ile kızının, annenin hastalığı sırasındaki iletişimleri irdeleniyor.

Filmin başlangıcında aslında filmin sonunu görüyoruz. Meraklanıyoruz. Etkileyici bir sahne ile karşılaşıyoruz. Georges karakteri nerede? Ardından başa dönülerek, olayın nasıl da bu hâle geldiği ince ince anlatılıyor. Polis, evin kapısını kırarak açıyor ve evin kilitli odasındaki sürpriz ile karşılaşıyor. Sonrasında, bu sürprize gelene kadar geçen süreç ile ilgili bilgi sahibi oluyoruz.

Çiftin kıyafetleri, mobilyaları, duvardaki resimleri ve evlerindeki diğer eşyalar Paris’e hiç gitmemiş olanlara bile evin bir Paris evi olduğunu hissettiriyor.

19AMOUR-articleLarge

Anne karakteri felç geçiriyor, acılı bir süreç başlıyor. Yönetmen bir röportajında ailesinden çok sevdiği birisinin geçmişte (annesi veya babası değil) karbon kopya denecek kadar benzer bir şekilde aynı durumdan muzdarip olduğunu ve bunun kendisini çok etkilediği için filmin senaryosunu bu şekilde yazdığından bahsediyor. (Başka bir röportajında ise bu yakının 92 yaşında olduğundan ve başkaca detaylardan da bahsediyor fakat izlemeyenler için filmin büyüsünü bozmamak adına burada bunlara yer vermiyorum. İsteyenler filmi izledikten sonra buraya göz atabilir.)

Anne karakterinin hastalığının ilk büyük belirtisinin meydana geldiği sırada mutfakta çekilen sahne, gerçekliğini zihnimde yoğun bir şekilde koruyor ki; Georges karakterinin güvercin sahnesi de böyle bir sahne.

Bilmeyenler için filmin büyüsünü bozmadan anlatmak adına filmin sürprizinden değil de, filmi izlerken hissettiğim duygulardan bahsetmek istiyorum. Kalbimin bir köşesine oturuyor film, o kadar canım acıyor ki, ağlayamıyorum. Sadece canımı acıtmakla kalmıyor, en acı veren durumların aslında aklın en çok çalışması gerektiği anlardan birisi olması gerektiğini hatırlatıyor bana.

amour1600x469

Geçtiğimiz günlerde açıklanan En İyi Yabancı Dilde Film Oscar’ı kısa listesinde yer alan dokuz filmden biri oldu. Aynı zamanda Altın Küre Ödülleri’nde de aynı kategorideki beş adaydan biri. Fransızca bir film olarak Avusturya’yı temsil ediyor.

Sonuç olarak “Amour”, çok güçlü bir film, hem oyuncukları ile hem de metni ile. Yaşlılık, hastalık, ölüm ve bağlılık temaları akla geldiğinde sıralamaların en başında yer alacak bir film. Yönetmenin kişisel olarak yara aldığı bir konudan hareketle senaryosunu kaleme aldığı bu ustalık filmi, bana kalırsa bu sene Yabancı Film Oscar yarışında  kazanmaya en yakın olan film.

haneke

Haneke hayranları için bir not: Haneke son on yıl içerisinde en sevdiği yönetmenin Abbas Kiarostami olduğunu; onun, sinemada ulaşılması zor bir basitlik sağladığını ifade ediyor. Kiarostami’yi Certified Copy (2010) ve Like Someone in Love (2012) isimli filmlerinden hatırlayabilirsiniz.