OitheBlog Röportajı: Öykü ve İdil'in Maceraları
Seyahate çıkmadan önce orasıyla ilgili yazdıklarını ve orada yaşadıklarını okumadan edemediğim, Instragram Story’lerini kahkaha atmadan izleyemediğim, yüz yüze görüştüğümüzde saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadığım sevgili Öykü (Doğan) ve İdil’le (Atay) seyahat ve yazma tutkusunu birleştirip iş olarak önlerine koydukları blogları Oitheblog ve seyahatleri üzerine konuştuk.
Nereden geldiniz, nereye gidiyorsunuz? Hem gerçek anlamda hem de bunun bir giriş sorusu olduğunu varsayarsak genel anlamda…
Bizi tanıyan çoğu kişinin bildiği üzere biz ilkokul arkadaşıyız. 1996 yılından beri birbirimize musallatız yani. Son 5 senedir beraber yaşıyor, 3 senedir de beraber OitheBlog için yazıyor, çiziyor, üretiyoruz. Normalde ben (Öykü) senaristim, iletişim üzerine de master yaptım. İdil de Amerika’da işletme okudu, sonra Türkiye’ye döndü. Bunun dışında çok da enteresan bir hikayemiz yok galiba.
Yıllardır tanışıyor olmanın verdiği rahatlıkla biriyle birlikte seyahat etmenin yaratabileceği sıkıntı ve zorlukları çoktan aşmış olmanız anlaşılır. Ama eminim, ufak tartışmalar, minik detaylardan çıkan anlaşmazlıklar elbet oluyordur. Seyahatlerinizde en çok neden tartışıyorsunuz?
Ufak tefek tartışma diye şirin şirin sormuş olabilirsin ama bu yer yer bizim manyaklar gibi bağırış çağırış kavga ettiğimiz, Roma’da Pantheon’un önünde ya da Bangkok’ta tapınağın içinde İYİ O ZAMAN AYRI GEZELİM diye bağırıştığımız gerçeğinin üstünü örtmez! Biz artık resmen kız kardeş gibi olduğumuz için kavgalarımız da o seviyede oluyor ama 5 dakika içinde falan normale dönüyoruz genelde. Kavgalarımız ise çoğunlukla turşu suyunun iyisi limonla mı olur sirkeyle mi saçmalığı seviyesinde oluyor çünkü seyahatlerde daha fazla yer keşfedebilmek adına çok uzun aralıklarla yemek yediğimiz için acıkınca canavara dönüşüyor ve agresifleşiyoruz. Kavgalarımızın da hiçbir mantıklı açıklaması yok yani.
Oitheblog’da okuduğumuz, gördüğümüz şehir ve ülkeler ne kadar sizin öncelikleriniz ve isteklerinize göre, ne kadar bulduğunuz imkanlar ve yaptığınız işbirlikleriyle şekilleniyor?
Aslında ikisi bir arada diyebiliriz. Yani sırf proje yapmış olmak için hiç istemediğimiz bir yere gitmeye kalkışacak değiliz tabii. Ancak bazen hiç aklımızda olmayan bir rotaya dair bir şeyler şekillenince neden olmasın diyerek yola çıktığımız da oluyor. Neticede dünya üzerindeki herhangi bir noktayı görmeye hevesli olduğumuz için bu konuda çok da sorun yaşamıyoruz, herhangi bir yere aşırı heveslenebiliyoruz. Bu gibi işler haricinde zaten yaptığımız her gezi sponsorlu ya da proje şeklinde gelişmiyor, hayalini kurduğumuz, keşke şurayı da görsek dediğimiz yerleri önceliğimiz olarak koyuyor, projelendirebilirsek de ne âlâ diyoruz.
Kaç ülke gezdiniz, kaç şehir gezdiniz diye değil de, kaç insan tanıdınız diye sorayım. Seyahatlerinizde mümkün olduğu kadar lokal takılmaya çalıştığınızı biliyorum. Tanıştığınız, iletişimi sürdürdüğünüz, sizinle aynı kafada insanlar var mı?
Olmaz mı, en sevdiğimiz şey. Aşırı samimi olup sonradan bize İstanbul’a kalmaya gelenler, imkan oldukça görüştüğümüz insanlara dönüşenler bile oldu. Öyle olmasak bile tanışıp birlikte vakit geçirdiğimiz, gittiğimiz şehri çok daha iyi tanımamızı sağlayan pek çok kişi oluyor.
Oitheblog’un bence en özel, diğer seyahat bloglarından en farklı yanı dili… Bu stratejik bir karar mı yoksa sadece siz olduğunuz için öyle olan bir şey mi?
Biz bu blog işlerine o kadar naif ve plan programdan uzak bir biçimde giriş yaptık ki, doğruyu söylemek gerekirse yaptığımız herhangi bir şey için “bunu stratejik olarak yaptık” desek bildiğin yalan söylemiş oluruz. Hani biz de isterdik “şunu şöyle planladık, bunu böyle düşündük” falan diyelim ama, yok, o yönlerimiz pek gelişmiş değil galiba 🙂 Yazım dilinin bu şekilde olmasının sebebi tamamen hiçbir strateji içermiyor olmasıyla alakalı olsa gerek. Hani arkadaşınla oturmuş muhabbet ederken yeni ziyaret ettiğin bir yeri büyük bir hevesle anlatırsın, bir anda kendinizi bilet bakarken bulursunuz ya, işte biz de tamamen o hevesle yazıyoruz.
Sizce insanlar daha çok yeni seyahat rotası önerilerine ihtiyaç duydukları için, gidecekleri şehri seçmek için mi Oitheblog’u ziyaret ediyor, yoksa gidecekleri yerde geçirecekleri günleri planlamak, orada neler yapılır, neler yenir, nereler geziler öğrenmek için mi?
Sanıyorum ki büyük bir çoğunluk ikinci gayeyle siteyi bir kez ziyaret edip sonradan birinci sebeple de ziyaret etmeye başlıyor. Biz “hadi çantamı alayım, işimi de bırakayım, 1 yıl dünyayı gezeyim” tadında gezenlere hitap etmekten çok (onları takdir etmiyor değiliz tabii ki) insanların “abi şöyle 3-4 gün bir yerlere gitsek” temalı gezilerini en verimli şekilde geçirmelerini sağlamaya odaklandığımız için sanıyorum ki rehberlerimizin birçok kişiye katkısı oluyor. E hal böyle olunca da bir noktada “bizim kızlar nerelere gitmişler bakalım” şeklinde oitheblog.com’a girip nereye gideceğine karar veren pek çok kişiye denk geliyoruz.
Bu durumda insanların gittiği ya da “gidebildiği” (bkz. dolar ve euro kurları) yerlere gitme ve oraları yazma zorunluluğu hissettiğiniz de oluyor mu?
Oluyor tabii, olmaz mı hiç. Çünkü biz “blogger” olabiliriz ama aynı zamanda ülkede yaşanan herhangi bir durum insanları ne kadar etkiliyorsa bizi de o kadar etkiliyor. Blogger’ız diye Sims’teki gibi “motherload” şifresini yazıp para kazanamıyoruz yani 🙂 Biz de aklımıza esen her yere hop diye gidemiyoruz, tabii ki bu durumu göz önünde bulundurmak durumunda kalıyoruz. Hem kendimiz, hem takipçilerimiz için. (bu takipçi lafını da hiç sevmiyoruz ya, neyse) Neticede OitheBlog’u yalnızca “iki kız geziyoruz ne kadar da tatlıyız” diye de yapıyor değiliz, aynı zamanda insanlara faydalı olmak da istiyoruz. O sebeple herkes özellikle istediği için yur tiçi keşiflerimizi biraz daha arttırmış durumdayız mesela.
Ben, arada sosyal medyada da paylaştığınız, insanları Oitheblog’a getiren saçma arama sözcüklerine / cümlelerine çok gülüyorum. Bu ara yeni gelen ya da sizin hiç unutamadığınız birkaç fantastik örnek var mı söyleyebileceğiniz?
Biz bir ara bu arama terimlerini biriktirip yayınlasak mı diye düşündük, o kadar tuhaf şeyler geliyor. Meksika sınırından koşarak Amerika’ya kaçmak olsun, Ukrayna’da ya da Tayland’da seks turizmi odaklı çılgın (ama çok çılgın) beklentilere kadar birçok arama terimiyle karşılaşıyoruz. Bir noktada suçu kendimizde aramaya başladık, yahu biz ne yazıyoruz da bu insanlar bunu yazıp bizim siteye ulaşıyor diye. Yakında blogun tepesine “burası aile yeridir” diye tabela asmayı falan düşünüyoruz. Bu terimler arasında en masum olan ve tartışmasız favorilerimizden biri “şeybray ski daymın” aramasıydı. Çok uzun bir düşünce sürecinin ardından alakasız bir anda ne olduğunu keşfedince Arşimet gibi EUREKA diye bağıracaktım. Meğer “shine bright like a diamond” demekmiş.
Bazen bu kadar görünür ve belli bir konuda yoğunlaşmış bir şekilde içerik üretince insanlar sizi olduğunuzdan daha büyük, daha ulaşılmaz, daha uzman, daha bilge vs. sanabiliyorlar. Sizin bunu hissettiğiniz oluyor mu?
Evet bu durum bizde bile yaşanıyor. Bizde bile diyorum çünkü genellikle insanlar bize ilişkin “siz çok samimisiniz, yıllardır arkadaşımızmışsınız gibi hissediyoruz” benzeri yorumlar getiriyor. Ama yer yer özellikle bizi uzun süredir takip etmeyen insanlardan “aa inanamıyoruz mesajımıza cevap verdiniz” gibi reaksiyonlar alınca bayağı şaşırıyoruz, çünkü “çok mu zenginsiniz kaç para kazanıyorsunuz” ya da “annenizin kızlık soyadı ve kart bilgilerinizi alabilir miyim ben polisim” gibi mesajlar hariç herhangi bir mesajı gördüğümüz sürece neden cevap vermeyelim? Jennifer Lopez miyiz biz?
Kendi açımızdan yaklaşınca tabii ki hiçbir zaman “of aman tanrım bu konuda ne kadar da yetkiniz, bizim gibisi yok” gibi bir düşüncemiz olmadı. Daha öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki, herhangi bir konuda uzman olmak için daha çoook okumamız, çooook gezmemiz gerek.
Seyahatleriniz sırasında bizim okuduğumuz ve izlediklerimizin perde arkasındaki Öykü ve İdil’in kendi rutinleri, olmazsa olmazları neler?
Bu konuda gerek seyahatlerde gerek günlük yaşantımızda %90 oranında sosyal medyada göründüğümüz gibi olduğumuzu söyleyebiliriz. Bir kere zaten birlikte yaşadığımız, birlikte çalıştığımız ve birlikte seyahat ettiğimiz için rutinlerimiz de iç içe geçmiş durumda. Arkadaş çevremiz aynı, ilgi alanlarımız benzer, dolayısıyla insanlar bizi ayrı gördüklerinde bile artık otomatik olarak diğerimizin nerede olduğunu soruyorlar. Evli miyiz biz yoksa ya?
Seyahate çıkarken yanınıza neyi almayı asla unutmazsınız ve en çok unuttuğunuz şey genelde ne olur?
Gideceğimiz şehir ile ilgili aldığımız notları ve fotoğraf makinesini asla asla asla unutmayız. Pasaportu unutsak onları yine unutmayız öyle diyeyim. Aslına bakarsan genelde hiçbir şeyi unutmuyoruz çünkü hazırda bir listemiz var telefonlarda, oradan tik ata ara ilerliyoruz genelde, profesyonel bavul hazırlayıcı olduk.
Seyahatlerinizde lokal gibi gezmeyi amaçlamak bir yana, kendi şehrinizi ne derece tanıdığınızı düşünüyorsunuz? İstanbul hakkında nelere daha çok hakim olmayı, nereleri ziyaret etmiş olmayı isterdiniz?
Özellikle son bir yıldır kendimizi bu konuda bir tık daha geliştirdiğimizi söyleyebilirim. Ancak İstanbul o kadar büyük ve o kadar çok şeyi bir arada barındıran bir şehir ki, tabii ki tam anlamıyla şehre hakim olmak pek mümkün değil. Sırf sokak lezzetlerinin peşine düşecek olsan ayların geçer. Ne zaman İstanbul keşfine çıksak “İstanbul’da turist olup 4-5 gün ayırmaya kalkışsak ayvayı yemiştik” diye düşünüyoruz. Öyle Karaköy popüler olunca Karaköy’e, Moda popüler olunca Moda’ya akın etmekle olacak iş değil yani. Özetle İstanbul konusunda ne yaparsak yapalım her zaman yetersiz hissedeceğiz galiba, acayip bir şehir gerçekten.
İstanbul’da en çok sevdiğiniz… Oitheblog
- Semt: Cihangir, çünkü evimiz.
- Kafe/restoran: Bu ara B.Blok’un San Sebastian Cheesecake’inin şehirdeki elçisi olduk diyebiliriz. Yemeyen bilemez, bilen yemeden duramaz. (isterlerse bu sloganı kendilerine verebiliriz)
- Kültür-sanat mekanı: En çok yolumuzun düştüğü SALT galiba. Ama İstanbul’a gelen her turist arkadaşımızı mutlaka İstanbul Modern’e götürürüz. Konser için sezonda Salon İKSV.
- Kahveci: Kronotrop (soğuk kahvesi), Coffee Sapiens (evde çekirdeğini kullandığımız) ve Petra (sıcak lattesi).
- Yakın kaçış rotası: Bunu bilen varsa bize de söylesin, yakın olan ve sevdiğimiz bir versiyonunu bulamadık.
Son olarak kısa cevaplı birkaç soru… Oitheblog
- Yurt dışında en son gittiğiniz şehir… Doha, Katar.
- Türkiye’de en son gittiğiniz şehir… Antalya
- Sizi “buraya neden geldim” diye ağlatan şehir… Monte Carlo, Monaco (dünya üzerinde gidip de sevmediğimiz tek yer olabilir)
- Kendinizi evinizde gibi hissettiğiniz şehir… Berlin, Almanya
- Hızlı temposu sizi aşan şehir… Bangkok, Tayland (kaos ötesi kaos)
- Yavaşlığı sizi aşan şehir… Havana, Küba (şehir kesinlikle yavaş değil, ama insanların yavaşlığı büyük şehir temposuna alışkın insanı zorluyor)
- Beklentilerinizi en çok aşan şehir… Tallinn, Estonya (bu kadar güzel olduğunu bilmiyorduk)
- Beklentilerinizi hiç karşılamayan şehir… Montevideo, Uruguay (İnsanı şahane, ülke şahane, ama şehir biraz çirkince)
- Sadece yemek yemek için gidilecek bir şehir… Roma, İtalya. (Ama Napoli’den çok şüpheleniyoruz, henüz gidemedik)
- Sadece eğlenmeye gidilecek bir şehir… B E R L İ N
- Sadece dinlenmeye gidilecek bir şehir… Colonia del Sacramento, Uruguay
- Röportaj boyunca adı geçmese de adını geçirmeden olmaz jokeri… Kurban olduğum BUENOS AIRES ve kalbimizde hep ayrı bir yeri olan New York Ciiityyy. (Burayı Jay Z gibi okuduğunuzu umuyorum) Oitheblog
Oitheblog’u aşağıdaki linklerden takip edebilirsiniz:
Blog | Instagram | Facebook | Twitter
İlginizi çekebilir: Gizem Dereci’den Berceste Şeber: Karşınızda Sıkı Bir Gezgin!
Fotoğraflar: Instagram / oitheblog
İlk yorumu siz yazın!