Nisan ayı ile birlikte sıra sezonun sonlarına sakladığım oyunlara geldi; bir de yine, yeni, yeniden izleyip sanki ilk kez görüyormuşum gibi hayranlıkla seyrettiklerime. Böylece, geçen ay başlayan baharın bereketini ve sıcaklığını daha çok hissetmiş oldum.

İşte, yılın en sevdiğim bu ayında, baharı daha da güzelleştiren oyunlar*:

*Oyunlar izlenme sırasına göre listelenmiştir.  

Profesyonel, Devlet Tiyatrosu

pro
Profesyonel, Devlet Tiyatrosu

Bence tüm sezonların en iyi ve en alkışlanası oyunudur Profesyonel. En son yaklaşık sekiz yıl önce ilk gösterimlerinden birinde izlemiştim. O zaman nasıl etkilendiysem, bu kez de etkisi yine aynı şekilde hatta bir tık daha fazlaydı. Önce Yetkin Dikinciler, sonra da Bülent Emin Yarar’ı sahnede görmemle, heyecanımın ve mutluluğumun doruklara ulaşması bir anda oldu. Hayatı profesyonelce yaşamamızı öğreten, ne yaparsak yapalım önce kendi yaşantımıza ve işimize saygı göstermemiz gerektiğini anlatan bu oyunun tadına asla doyulmaz. Biraz abartmış olabilirim ama on kez izlesem, on birinci kez izlemek için yine aynı heyecanı duyabilirim. Sahne üstünde olabilecek en profesyonel ve en uyumlu iki oyuncuyla yaşayacağınız tiyatro şölenine davetli olmak için yeni sezonu şimdiden beklemeye başlayın derim.

Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit, Seyyar Sahne

di4
Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit, Seyyar Sahne

Benim için bu sezonun bir numaralı oyunu, yanına yıldızlar koyduğum Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit’i yine kalp çarpıntılarıyla izledim ve yine Nezaket Erden’in oyunculuğuna hayran kaldım. Seyyar Sahne,  Latife Tekin’in en sevdiklerimizden Sevgili Arsız Ölüm romanını, Dirmit’in bir gecesiyle bize özetliyor. Nice Dirmit’lerin ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan milyonlarca Dirmit’in dünyasını bize sunuyor. Oyunun sonunda “helal olsun, Dirmit” dedik, “bu düzene dayanmak adına denediğin her şey için, kendi yarattığın dünyanı ne zaman yıkmaya çalışsalar, başka bir eylemle karşı koyarak yine güzelleştirdiğin için. Sen hep söylediğin şarkılarla, sakladığın kitaplarla, ettiğin danslarla ‘bi’ iyi, bi’ iyi ol’, tamam mı?” Hakan Emre Ünal’ın yönetmenliğini konuşturduğu tek kişilik bu dev performansın son gösterimlerini lütfen kaçırmayın. Dirmit’i bir sezon daha beklemek yazık olur.

Antabus

101111
Antabus

Seray Şahiner’in kaleme aldığı, üçünü sayfa haberlerinden tanıdığımız Leyla Taşçı’nın hikayesi, Nihal Yalçın’ın muhteşem oyunculuğuyla sahnede. Geçen sezonun en çok konuşulan, ödülleri ve alkışları toplayan oyununu izlemekte biraz geciktim ve izledikten sonra da geç kaldığımı düşünüp pişman oldum. Her sezonunda yeniden izlenebilecek güzellikte ve değerde. Üçüncü sayfayı açınca sürekli karşımıza çıkan bilindik bir hikaye, kendine acındırmadan anlatılıyor, bize de alışmışlığımızı ve kayıtsızlığımızı sorgulatıyor. Leyla’nın sarhoş kocasıyla, vurdumduymaz ailesiyle ve canı kadar sevdiği çocuklarıyla verdiği hayat mücadelesi üzerinden günümüzün en sıcak konularından “kadına şiddeti” bu kez sahnede izlemek çok daha dokunaklıydı. Bu tarz hikayelere malesef izleyici kalmaya devam edecek ve yine okuduktan sonra sayfayı hep birlikte çevirecek, üstünü örteceğiz. Mayıs ayında son gösterimlerinin birinde yerinizi almanızı şiddetle tavsiye ederim.

Sanat, Aysa Prodüksiyon

sanat-1
Sanat, Aysa Prodüksiyon

Dostluğu ve samimiyeti masaya yatıran Sanat, üç usta oyuncu Can Gürzap, Cihan Ünal ve Mutlu Güney’i aynı sahne üzerinde buluşturuyor. Oyunun çevirisi ve yönetmenliği de önünde hep saygıyla eğildiğim başka bir ustaya, Gencay Gürün’e ait. Beyaz bir tablo ile başlayan arkadaşlık kavramı, dürüstlükle birlikte özenle irdeleniyor. Şu hayatta belirli bir yaşa gelmişsek, en çok sarılmamız gereken kişler arkadaşlarımızdır. Arkadaşlığımızı da kale gibi dimdik ayakta tutmaya çalışmalı ve en ufak bir darbeye uğramasına izin vermemeliyiz. Sonuçta; şan şöhret ve para geçici, dostluk bakidir. Her ne kadar oyuncuların enerjisi biraz düşük olsa bile, yine de böylesine önemli üç ismi bir arada görebileceğimiz ender bir şansı sonuna kadar değerlendirmek ve özellikle Can Gürzap’ın sahnedeki karizmasına yeniden hayran olmak çok güzel bir deneyimdi.

Bir Yaz Gecesi Rüyası

biryazgecesiruyasi2
Bir Yaz Gecesi Rüyası

Nisan ayını oldukça farklı yorumlanan bir Shakespeare oyunuyla açıp, alışılmışın dışında sahnelenen başka bir Shakespeare oyunuyla kapattım. Shakespeare’in en bildiğimiz oyunlarından biri olan Bir Yaz Gecesi Rüyası, kırmızı perdelerle, takım elbiseli ve beyaz yakalı karakterlerle, trapezdeki dansçılarla birlikte bambaşka bir oyun halini almış. Severek izlediğimiz Sezai Aydın, Levent Üzümcü ve Neslihan Yeldan’ın da yer aldığı kalabalık oyuncu kadrosuyla yapılmış olan bu farklı yorumlama, oyunun konusundan ve hikayenin eğlenceli kovalamacasından bizi biraz uzaklaştırmış. Bildiğimiz oyunu değil de, aslından esinlenerek yazılmıi başka bir oyunu izliyor gibiydik. Kırmızı uzun bez şeritlerle yaratılan dekor, kimi zaman bir orman, kimi zaman da koca bir çınar oldu ve bana göre oyunun etkileyici olan tek öğesi bu dekor kullanımıydı. Alexandr Popovski’nin yönetmenliğinde, bir zamanlar Şehir Tiyatroları’nda kendinden söz ettiren bu oyunu, farklı bir yorum olarak izleyebilirsiniz ama ne derece beklentinizi karşılar pek emin olamadım.

Two Turkish Tenors, Krema Production

tt
Two Turkish Tenors, Krema Production

İkinci kez izlediğim Two Turkish Tenors, içinde tiyatroyu, doğaçlamayı, tabi ki müziği ve bilimum birçok sahne sanatlarını barındıran, kulaklarımızın pasını silen her şey dahil bir performans harikası! Projenin yaratıcı yönetmeni olan Atılgan Gümüş, üniversiteden beri ev arkadaşı olan ve sayılı başarılara imza atan tenor Cenk Bıyık’ı da sahneye almış, bir duello ortamı yaratarak bize hem seslerini hem marifetlerini konuşturdukları performanslarını gösterme imkanı sunmuş. Orçun  Kaptan da, gösteri boyunca en hassas olduğum konuya parmak basarak Türkçe şarkıları ve uyarlamalarının da repertuara dahil edilmesini sağlamış. Dünyaca ünlü operaların yanı sıra Kızıl Ordu Korosu’ndan, Frank Sinatra’ya, James Dean’e kadar müzik tarihine imzasını atan tüm birçok büyük isim sahnede bizimleydi. Dans gösterileri ve atışmalarla dolu bir kabare havası da cabası. Neşat Ertaş gibi büyük ustalara saygı gösterisi yaptıkları ilk perdenin sonunda yaşadığımız duygu selini asla unutamayacağım. Seyirci olarak sahnede ve salonda yaşanan coşkuyu görünce, içimden “yine de bir umut var demektir” diye geçirmeden edemedim. Müziğin ağırlıkta olduğu, içinden tiyatro geçen bu müzikal benzeri performansı izlemek çok keyifli ve siz de bu keyiften mutlaka nasiplenin.

Romeo ve Juliet, Devlet Tiyatrosu

15085089511508476133-b
Romeo ve Juliet, Devlet Tiyatrosu

Bugüne kadar izlediğim Shakespeare oyunlarına olabilecek en farklı yorum İstanbul Devlet Tiyatrosu’ndan geldi.  Bulgar yönetmen Dejan Projkovski, bu ölümsüz aşk hikayesini, dekorlarla değil içi suyla dolu bir sahnede anlatmayı seçmiş. İki perde boyunca oyuncular suyun içinde rollerini icra ederken, Romeo ve Juliet’in aşkı da suyun berraklığıyla dile getiriliyor. Aşkın doruğa çıktığı anlarda, aşkın şahitleri de onlara suyun etkisiyle destek oluyor. Suyla başlayan, kavga sahnelerinde şiddetlenen ve yine suyla biten Romeo ve Juliet, hiç bu kadar “sırıl sıklam aşık” olmamışlardı. Bu ıslak yorumun genel olarak oyuna ne kadar olumlu etkiler bıraktığını sorgulamadan edemedim ama yine de iyi ki izlemişim dedim. Belki bazı sahnelere suyu bu kadar fazla kullanmayı tercih etmeselerdi, çok daha iyi olurdu. En azından ön sıralarda oturan bizler bu kadar ıslanmazdık. Önümüzdeki sezonda yeniden sahnelenirse, Romeo ve Juliet’i canlandıran Atakan Akarsu ile Damla Ece Dereli’nin performansına şapka çıkaracağınızdan eminim.

Kul, Toy Istanbul

KUL-TOY-Istanbul-1
Kul, Toy Istanbul

Seray Şahiner’in en son çıkardığı, favori romanım Kul’u bir solukta okuyup keşke Antabus gibi bu da  sahnelense diye düşünürken, sezonun müjdesi Toy İstanbul’dan geldi. Mercan Hanım’ın koca hasreti ve çocuk özlemi, sahneye Mert Öner’in yönetmenliğinde taşınmış. Oyunun metni de yine Seray Şahiner’e ait ve en az roman kadar karakterin tüm travma ve takıntılarını bize anlatmakta başarılı. Dekor, hem bodrum katında ufacık pencerelere sahip, dünyaya bağlanmaya çalıştığı tek göz odasını hem de merdiven temizliğinden ibaret hayatını aktarma konusunda başarılı olmuş. Ancak, Mercan Hanım’a hayat veren Dolunay Soysert’in şehirli kadın havasından kopamaması maalesef karekteri inandırıcılıktan uzaklaştırmış. Canlandırdığı karakterin biraz daha oturması açısından; kenar mahallenin çaresiz ve fallara bel bağlayan cahil kadını edasına bürünmesi gerekli diye düşünüyorum.

Balat Monologlar Müzesi, Galata Perform

bmm3
Balat Monologlar Müzesi, Galata Perform

İlk gösteriminden bu yana üçüncü kez izlediğim Balat Monologlar Müzesi, benim için yine ömre bedel bir seyir deneyimi oldu. Bildiğimiz oyun formatlarından uzakta, aynı anda toplam dokuz oyunun sergilendiği, mekan olarakta bir tiyatro salonunda değil, Yuvakimyon Kız Ortaokulu’nun eşsiz ortamında, öğrencilerin sıralarına oturarak dahil olduğumuz bambaşka bir tiyatro deneyimi! Okulun her sınıfında bir oyun, Balat’ta geçen hikayeler ve bunları bize anlatan oyuncular… Oyunlar dört tur halinde sahnelenirken, listeye göre sırayla sınıflara konuk oluyor, zil çalınca da bir sonraki oyunu izlemek üzere karşı sınıfa geçiyoruz. Her oyunun sonunda da içimiz burkularak veya yüzümüzde tatlı tebessümle o sınıftan ayrılıyoruz. Hikayeler sağlam, metinler güçlü ve oyuncular da inanılmaz başarılı. İlk ziyaretimde Small, Sakıncalı Komşu, Her Şey Bitmiştir Artık, Balat’ın Sırrı, Fiyaka, Modern Zamanlarda Maria Palelogina oyunlarıyla kendimden geçtim. Bir sonraki gidişimde de Monolog Kutusu ve Kraliçe Mab’ın Baklavası’nı izlerken aynı hislere kapılacağımdan eminim. Bu sezonun “mutlaka izlenmesi gerekli” projesi olan Balat Monologlar Müzesi’nin mayıs ayı bitmeden ziyaretçisi olmak için acele edin.

Nisan ayını, izlemediğim oyunları kovalayarak geçirdim ve mayıs ayında gerçekleşecek olan son gösterimler için hazırlığımı da çoktan yaptım. Sezonu hangi oyunla kapatacağımı şimdiden belirledim sayılır. Bakalım nasıl bir sezon kapanışı bizi bekliyor? Önümüzdeki ay görüşmek dileğiyle!