Taşra Kabare'den Düşperest: Yeni Sezonda İzlenmeli!
Taşra Kabare, oyunlarını büyük bir zevkle izlediğim, mekanlarını keyifle ziyaret ettiğim ve Kadıköy’deki tiyatro yapma çalışmalarını hayranlıkla takdir ettiğim bir oluşum. Bu sezon da aynı duygu ve düşünceler, Düşperest ile biraz daha pekişti. Bu kez tiyatro oyunundan bir basamak yukarı çıkıp içinde iyi bir hikayeyi, toplumsal gerçekleri, müziği ve şarkıları birleştirdikleri bir kabare sahnede yerini aldı.
Kahramanımız Cemalettin 70’li yıllardan, musiki eğitimi almış, kendini sanatına adamış genç bir şarkıcı. Düşleri var, yanında da kalbinin hızla çarpmasına sebep olan sevdiceği. Ancak işi çok zor çünkü devir değişiyor. Düşlere inanması gerektiği kadar devre de ayak uydurması gerek. Terazinin bir tarafı ağır basıyor, temiz ve saf Cemalettin de yavaş yavaş gelip geçen devirlerin adamı olmaya başlıyor. Devirlerin geçişini izledikçe ülkemizin müzik aracılığıyla kültürel değişimine ve beğenilerle değerlerin ortama göre şekil almasına yeniden şahit oluyoruz. Oyunun bazı yerlerinde kahkahamız, bazı yerlerinde hüzünlü duygularımız ağır basıyor ve gökten üç elma düşüren mutlu sonla oyunu bitiriyoruz.
Cemalettin, Cemal, Cemo ve Cem L. (yapımcı gibi biz de ismini henüz söyleyemiyoruz) ile alaturkadan, arabeske, pop ve günümüzün -henüz ne olduğunu anlayamadığımız- müzik tarzına uzanan yelpaze, bizim de bazı gerçeklerin altını çizmemizi sağlıyor. Oyunda da belirtildiği gibi “mesele, her devrin adamı olmak değil, her devirde adam olmak.” Düşlere inanmak, düşleri gerçekleştirmek gerek. Eğer içinden geçen aşksa, o düşlere daha da sarılmak gerek. Bir gün gelip ‘ben ne yapıyorum’ diye sormamak, ‘sahi benim düşlerim vardı, ne oldu onlara’ diye sorgulayarak pişmanlık yaşamamak için vicdanımızı pusula yapıp, düşlerimizin üzerine yürümek gerek. Umut varsa, inanç varsa, düşperestlikten daha güzel bir kimlik var mıdır şu hayatta?
Oyun seksen dakika boyunca bizi bir devirden diğerine süreklediği gibi düşünmeye de itti. Hikaye Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş’a ait. Aslında bir bakıma bilindik, sıradan şeyler ama burada asıl olay içine müziği, şarkıları ve dansı da dahil edip eğlenceli bir kabareye dönüştürebilmek. Ayça Işıldar da bu zor görevin altından başarıyla kalkmış. Her devrin farklı tarza sahip adamları, onların diyalogları, esprileri, hesaplaşmaları… Hepsi oyunun içinde yerli yerine oturmuş. İzledikten sonra “kalemi dert görmesin” demekten başka bir yorum bırakmadı. Bu arada, müziklerin ve şarkıların da hakkını yemeyelim. Şarkıların beste ve güftesi birazdan oyunculuğuyla da alkışlayacağınız Şevki Çepa’ya ait. Düş Bandosu’nun nadide müzisyenleri Ayşe Evrim Uluözyurt, Vehbi Can Uyaroğlu, Bahadır Şentürk, İlker Uçarer’in de notaları hiç susmasın. Beni en çok bitiren ise kostümler oldu. Tüm kıyafetlerin tasarımcısı Hilal Polat’a kırmızı assolist elbisesi ve popçu kostümünden her an birer tane sipariş verebiliriz.
Oyuncular Şevki Çepa, Nergis Öztürk, Cemal Toktaş ve Yiğit Aytuğar’ı anlatmaya nerden başlasam, nasıl anlatsam? Sahnedeki her halini, büründükleri her karakteri bu kadar inanarak canlandıracak başka kimse herhalde olamaz. Şevki Çepa’nın popçu, Nergis Öztürk’ün assolist, Cemal Toktaş’ın gazinocular kralı olduğu sahneler, oyunculuklarının doruk noktalarındandı. Kahkahalarımız ve alkışlarımız yetti mi, henüz emin değilim. Şevki Çepa’nın muhteşem sesiyle mest olarak salondan ayrılmak ve daha önce niye izlememişim ve dinlememişim diye hayıflanmak da yanıma kar kaldı. Bu kadar büyük bir ekibi bir araya getiren, doğru rejiyle ve böylesine yüksek enerjiyle başarılı bir iş çıkartan yönetmen Oğuz Utku Güneş’e de alkışlarımızı ve teşekkürlerimizi de bir borç olarak biliriz.
Düşperest bu sezona ay sonunda ara verecek. Ancak bu durum, listemize şimdiden not etme ve ekim ayında sahneye adımını atar atmaz izleme planlarımıza engel olmamalı. İzlediğinizde yeni düşler kuracağınıza ve içinizdeki düşperestlere selam duracağınıza eminim.
İlk yorumu siz yazın!