Dünya Sineması: 54. Chicago Film Festivali'nden Film Önerileri
Farklı coğrafyalardan filmler ilginizi çekiyor, farklı dil ve kültürlerden hikâyeleri beyazperdede zevkle ve merakla takip ediyorsanız, bu önerileri bir yere not edin; yakın bir zamanda olmasa bile karşınıza çıktıklarında izlemeden geçmeyin!
Sizinle daha önce Chicago’da takip ettiğim iki film festivalinden film önerileri paylaşmıştım; bunların her ikisi de tematik film festivalleriydi ve önerilerim Chicago Latino Film Festival ile Latin Amerika Sineması’na, Chicago European Union Film Festival ile Avrupa Sineması’na uzanmıştı. Geçtiğimiz ay ise, sadece şehrin değil, Kuzey Amerika’nın da en köklü festivallerinden biri uğradı şehre: 54. Chicago Uluslararası Film Festivali’nde dünyanın farklı köşelerinden filmler izleme imkanı buldum ve bunlar arasından birkaçını not düşmek istedim. Chicago Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümündeki tüm filmlerle ilgili yorumlarım için bu yazımı okuyabilir, festivalin LGBTİ+ filmlere yer veren Outlook Yarışması’ndan notlarım içinse theMagger’daki diğer yazıma göz atabilirsiniz.
El Ángel | 2018, Arjantin
Arjantin’in bu yılki Oscar aday adayı seçilen El Ángel, ülkenin en ‘popüler’ seri katilinin gerçek hikâyesini beyazperdeye taşıyan, biyografik bir dönem filmi. Seri katil hikâyesi deyince beklentiniz sürükleyici bir polisiye ya da karanlık bir suç draması olabilir; olmasın. El Ángel, bugüne kadar izlediğim en seksi ve en şık seri katil filmi. El Ángel‘in başrolündeki Lorenzo Ferro‘ya hayran kalmamak imkansız – ki benzer bir şekilde 17 yaşında 11 cinayet işleyen, sayısız soygun ve daha birçok suçun faili olan Carlos Robledo Puch da 1970’lerde fiziksel cazibesi ve kışkırtıcı bakışlarıyla tüm Arjantin halkının sempatisini kazanmış ve “Ölüm Meleği” olarak adlandırılmış. Filmde ona (Arjantinli yıldız oyuncu Ricardo Darín’in oğlu) Chino Darín, aynı büyüleyicilikte eşlik ediyor. Mizah, estetik, müzikler ve cinsel gerilim filme ve anlatıya o kadar doğal bir şekilde yedirilmiş ki, senaryonun eksik yanları ya da tarihi gerçeklerin yansıtılış şekli umrunuzda bile olmayacak. Filmin ardında yapımcı olarak Pedro ve Agustín Almodóvar kardeşlerin yer alıyor olması tüm bunları çok iyi açıklıyor.
IMDb Puanı: 7.2/10
In den Gängen / In the Aisles | 2018, Almanya
In den Gängen, toptan satış yapan büyük bir marketin deposunda çalışmaya başlayan Christian’ın adaptasyon sürecini ve rutine, sisteme dahil oluşunu konu alıyor. Yaptıkları kaçamaklar bile rutinleşmiş, marketin rafları arasındaki dünyaları ve orada bulunan diğer insanlarla ilişkileri ve dinamikleri her şeyden önemli hale gelmiş çalışanlarla dolu bu düzen, iyi gözlemlere dayanıyor ve mekanı gayet başarılı bir şekilde kullanıyor. Adım adım o çalışanlardan birine dönüşen Christian’ın hikâyesi, kamera marketin dışına çıktığı anlardaysa beni kaybetti. Özellikle yakınen takip ettiğim Türkiye ve Doğu Avrupa sinemasında işçi sınıfıyla ilgili o kadar güzel anlatılmış hikâyeler, o kadar iyi çekilmiş filmler var ki, onların yanında biraz zayıf kalıyor In den Gängen. Bu yıl aynı zamanda Transit‘te de döktüren Franz Rogowski ve filmde yer aldığı her sahnede yüzünüzü güldüren Peter Kurth‘un performanslarını izlemek ve Toni Erdmann‘dan hatırlayacağınız Sandra Hüller ile yeniden buluşmak için izlenesi, hayatın içinden bir film. (Filmin başrol oyuncusu Franz Rogowski’yle röportajımı buradan okuyabilirsiniz.)
IMDb Puanı: 7.1/10
Kona fer í stríd / Woman at War | 2018, İzlanda
Nordik mizahı ve Nordik doğası sizce de birbirine çok yakışan bir ikili değil mi? Kona fer í stríd, bu muhteşem birlikteliğin son harikası… Tüm yerelliğine rağmen evrensel dertleri olan filmin ana karakteri, çevreyi korumak pahasına yasadışı eylemlerde bulunmaktan kaçınmayan aktivist bir kadın olan Halla. Halla’nın yaşamı, yıllar önce yaptığı evlat edinme başvurusunun beklenmedik bir anda kabul edilmesiyle değişen yaşamını konu alıyor. Önceki filmi Hross í oss / Of Horses and Men‘de yine Nordik mizahını ve İzlanda doğasını kusursuz bir şekilde kullanan Benedikt Erlingsson‘un bu son filmi, kahkahalar attıran mizahı, müzik kullanımındaki yaratıcı tercihleri, tuhaf karakterleri ve en önemlisi çevreci, aktivist söylemiyle geçtiğimiz haftalarda hem Nordik Konseyi’nin (Nordic Council Film Prize) hem de Avrupa Konseyi’nin (LUX Prize) sinema ödüllerine uzandı. Kona fer í stríd ile İzlanda coğrafyasına bir kez daha hayran kalacak, Benedikt Erlingsson‘un vizyonu ve Halldóra Geirharðsdóttir‘in performansı sayesinde keyifle izleyeceksiniz.
IMDb Puanı: 7.7/10
Phuong Ang Nguyen / The Third Wife | 2018, Vietnam
54. Chicago Film Festivali’nin Yeni Yönetmenler Yarışması‘nın galibi olan Vietnam filmi Phuong Ang Nguyen, 19. yüzyılda Vietnam kırsalında geçiyor. Film, ipekböcekçiliğiyle uğraşan varlıklı bir aileye üçüncü eş olarak 14 yaşında gelin giden May’e odaklansa da, yalnızca onun değil, evdeki tüm kadınların portresini çiziyor. Bir yandan kadının toplumdaki yerini kabullenmiş ve bu koşullar altında birbirlerine destek olmaya çalışan üç kadın, bir yandan farklı bireysel sorunlarla mücadele ediyor, bir yandan da birbirleriyle yarışa giriyorlar: Yaşı ilerledikçe genç eşleri kıskanan ilk eş, ailenin oğluyla yasak ilişkisi olan ikinci eş ve erkek çocuk dünyaya getirmek istemediği bir yarışta hırs yapmış May… Filmin gerçek olayları anlatıyor oluşu çarpıcı bir gerçek gibi pazarlansa da, modern dünyada bile ne yazık ki sürmekte olan bir düzenden bahsediliyor. May’in gözünden anlatılan olaylar, en az onun kadar büyük dramlar yaşayan diğer karakterleri dışlıyor ve üç bakış açılı bir anlatının filme katabileceği fırsatlar kaçırılıyor. Diğer yandan döneme ve kültüre dair birçok bilgi veren detaylar, setler ve kostümler, ayrıca filmin beyaz ve pembe tonlarındaki renk paletinin sağladığı görsellik, farklı bir deneyim vadediyor.
IMDb Puanı: 7.4/10
La terra dell’abbastanza / Boys Cry | 2018, İtalya
İtalyan sinemasından çok başarılı bir ilk film örneği olan La terra dell’abbastanza, otomobilleriyle giderken bir yayaya çarpan iki gencin düştüğü ikilemi ve seçtikleri yolun hayatlarını nasıl değiştirdiğini konu alıyor. Manolo ve Mirko’nun önündeki iki yoldan biri bu kazayı ve ardından gelen kaçışlarını bir sır olarak saklamak ve hayatları boyunca bu seçimin psikolojik yükünü taşımak. Fakat ölen yayanın mafya tarafından aranan bir adam olduğunu anladıklarında ikinci yol çok daha cazip geliyor, suçlarını sahiplenmek ve genç yaşta yeraltı dünyasında bir işe yaramanın gururuyla mafyanın bir parçası haline gelmek. Bu yıl Matteo Garrone’nin Dogman‘inin senaryosuna da katkıda bulunan D’Innocenzo Kardeşler, İtalyan banliyölerindeki yaşamı ve gençlerin seçeneksizliğini çok iyi işliyor. Andrea Carpenzano ve Matteo Olivetti ise sadece fiziksel güzellikleriyle değil, oyunculuk yetenekleriyle de etkiliyor.
IMDb Puanı: 6.7/10
İlk yorumu siz yazın!