Spider-Man: Into the Spider-Verse
MARVEL evreninin en sevilenlerinden Spider-Man, çizgi romanların yanı sıra sinema ve televizyonda da defalarca karşımıza çıkmış bir süper kahraman. 2018’in açık ara en iyi animasyonu Spider-Man: Into the Spider-Verse, onu daha önce hiç olmadığı kadar yaratıcı, farklı ve sınırsız bir şekilde, üstelik geçmiş uyarlamalarını hiçe saymadan beyazperdeye taşıyor.
Marvel Comics’in dahileri Stan Lee ve Steve Ditko tarafından 1960’ların başında yaratılan Spider-Man, gerçek adıyla Peter Parker, çizgi romanların, çizgi dizilerin ve video oyunlarının ardından 2002 yılında sinemada arzıendam etmişti. Yönetmenliğini Sam Raimi‘nin üstlendiği bu üç filmlik seride, kostümü Tobey Maguire giymişti. 2012 ve 2014’te, hikaye sil baştan alınmış; kötü eleştiriler alan iki filmlik The Amazing Spider-Man macerasında yönetmen koltuğu Marc Webb‘e, kostüm ise Andrew Garfield‘a geçmişti. 2016’da, Captain America: Civil War‘da yepyeni bir Spider-Man ile tanışmıştık, 2017’de solo filmi Spider-Man: Homecoming‘de de göreceğimiz Spider-Man, artık MCU’nun (Marvel Cinematic Universe) bir üyesiydi, çok daha gençti ve Tom Holland‘a emanetti. Spider-Man’in, hikayesi sadece son 15 yıl içinde bile üç kez sil baştan anlatılabilecek bir kahraman olmasının en büyük nedeni gençliği ve yaşadığı tanıdık bunalım: Süper güçleri olmayan insanların dahi hayatındaki ve vücudundaki büyük değişimlerle, duygularıyla, ailesiyle, çevresiyle başa çıkmakta zorlandığı bir dönemde doğaüstü bir dönüşüm geçiren Peter Parker’ın yaşadıkları herkesin empati kurabileceği türden. Artık klişeleşmiş bile olsa “büyük gücün büyük sorumluluk gerektirdiğini” ondan öğrenen, onunla dönüşen nesillerin sayısı da gittikçe artıyor.
Gelelim Spider-Man: Into the Spider-Verse‘e… Karşımızda bu kez bir animasyon var ve kahramanımız Peter Parker değil; Latin Amerika kökenli siyahi bir ailenin 16 yaşındaki oğlu Miles Morales. Miles, radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılıp süper güçlerle donandığında, ezbere bildiğimiz o hikayedeki gibi fark ettiği dönüşümü kabullenmekte zorlanıyor, bu dönüşümün üzerine yükleyeceği sorumluluk ve farklı olmanın yaratacağı çatışmalarla yüzleşmekten kaçıyor. Tam o sırada Miles’ın ve tüm halkın dünyası, kahramanları Spider-Man’in ölüm haberiyle sarsılıyor. Ama bu beklenmedik kayıp, evrende yarattığı bir anormallik aracılığıyla Miles’ın yalnız olmadığını anlamasını sağlıyor, farklı evrenlerden gelen Spider-Man ve türevleri bir anda Miles’ın dönüşümünde ve görevinde ona yardımcı, yol gösterici ve destek oluyorlar.
Kendi hikayesinin defalarca sil baştan anlatıldığının farkında ve bununla barışık, mirasını kapsayıcı bir Spider-Man filmi var karşımızda. Farklı dünyaların kahramanları olsalar da hepsi birbirinin derdinden anlıyor ve buna bizi inandırıyorlar. Kahramanların sayısı arttıkça daha eğlenceli, daha hareketli ve daha komik hale geliyor film. Dope ile tanıyıp sevdiğimiz Shameik Moore Miles’ı seslendirirken, kadroda Mahershala Ali‘den Brian Tyree Henry‘e, Nicolas Cage‘den Liev Schreiber‘a, John Mulaney‘den Hailee Steinfeld‘e, Chris Pine‘dan Lily Tomlin‘e birçok ünlü isim yer alıyor. En önemlisi, kısa süre önce kaybettiğimiz Stan Lee, yaratıcısı olduğu kahramanın bu oldukça yaratıcı hikayesinde kısa bir rolde (belki de son kez) karşımıza çıkıyor. Spider-Man: Into the Spider-Verse, sadece bir animasyon olduğu için değil, kurgusu, esprileri, renklendirmesi ve türlü teknikleriyle bugüne kadar çizgi roman estetiğini en iyi şekilde beyazperdeye taşıyan film olabilir ayrıca. Ama filmi son yılların en iyi animasyonlarından biri yapan, sahip olduğu empatinin ve verdiği mesajın samimiyetinde yatıyor.
Herkesten farklı olduğunu anlamak, ‘normalin’ dışında kaldığını fark etmek hangi yaştayken bilincine varılırsa varılsın çok zor. Çoğunluğun kurallarıyla dönen bir dünyada azınlık olmak, fiziksel özellikler, cinsel kimlik ya da etnik köken gibi nedenlerle dışarıya itilmek – ya da dışarıya itileceğini düşünmek – çok zor. Ama ilk başta kendi kimliğini ve kendi benliğini reddetmeye çalışmanın doğal olduğunu ama ne olursa olsun yalnız olmadığını söylüyor Spider-Man: Into the Spider-Verse. Yetmiyor, Stan Lee‘nin birkaç saniyelik cameo’sunda dillendirdiği gibi, o kostüm eninde sonunda üzerine uyduğunu söylüyor. Kim olursak olalım, ne olursak olalım artık yalnız olmadığımızı haykırıyor bu film.
Artık Black Panther‘ların, Love, Simon‘ların, Wonder Woman‘ların, To All the Boys I’ve Loved Before’ların çağı. Keşke diyor insan, kahramanlığı tek tip süper-kahramanlardan, aşkı tek tip romantik komedilerden öğrenmek zorunda olmasaydık da, farklılıklara bu kadar kucak açan filmler izleyerek büyüyebilseydik.
IMDb Puanı: 8.8/10
İlginizi çekebilir: 2000’lerde İzlediğimiz 10 Süperkahraman Filmi
İlk yorumu siz yazın!