Velvet Buzzsaw: Netflix'ten Sanata Dair Bir Korku Komedisi
Sanat piyasasına dair gönderme ve eleştirileri türlerarası bir akışkanlıkla buluşturan Velvet Buzzsaw, Dan Gilroy, Jake Gyllenhaal ve Rene Russo’yu 2014 tarihli Nightcrawler sonrasında yeniden buluşturuyor. Klasik anlamda bir korku filmi ya da klasik anlamda bir komedi bekleyenleri hayal kırıklığına uğratacak, fakat çağdaş sanat ortamını yakından takip edenlere eğlenceli anlar yaşatacak bir Netflix filmi bu.
“Sanat sanat için midir, toplum için mi?” sorusu çok gerilerde kaldı. İçinde bulunduğumuz çağda artık sanatın sanat için mi yoksa para için mi olduğu daha çok sorgulanıyor sanki. Üstelik sanatın Instagram için olduğunu düşünenlerin sayısı da azımsanamayacak seviyede. Henüz geçtiğimiz hafta bağımsız sinemanın üssü Sundance Film Festivali’nde sektör ve izleyiciyle buluşan ve hemen ardından Netflix kataloğunda yerini alan Velvet Buzzsaw da çağdaş sanatın parayla olan tehlikeli ilişkisini hedef alıyor. Çağdaş sanat piyasasındaki dinamiklerin, entrikaların ve sahteliğin tüm çıplaklığıyla hissedildiği film, Miami Art Basel fuarında açılıyor; sanat galerilerinin, koleksiyoner danışmanlarının ve müze yöneticilerinin arasındaki (sanatı değil paraya dayalı olan) ilişkiden büyük bir kesit, kalın bir demet sunuyor. Los Angeles gecelerinin nabzını tutan, kaza ve felaket haberleri yapan hırslı bir muhabirin işinde başarılı olmak için göze alabildiği çılgınlıkları konu aldığı Nightcrawler‘ın ardından Dan Gilroy, o ilk filminde beraber çalıştığı Jake Gyllenhaal ve Rene Russo‘yu da Velvet Buzzsaw‘daki sahte ve dolambaçlı ilişkilerin ve çağdaş sanat dünyasının merkezine koyuyor.
Morf Vandewalt, Rhodora Haze, Jon Dondon; Josephina, Gretchen, Coco, Damrish… Filmin karakterlerinin isimleri bile cam bir fanusun, altın bir kafesin içinde kendisine steril ve sanal bir gerçeklik yaratmış, kendini olduğundan fazla önemseyen çağdaş sanat dünyasına orta parmak gösteriyor sanki. Filmin alaycılığı, oyunbazlığı, kendisiyle dalga geçme erdemi ve quirkyliği o kadar tutarlı ki, tüm bunlar sanat dünyasıyla iç içe olan izleyici için inandırıcılığa ve sorgusuz-sualsiz bir teslim oluşa dönüşüyor. Hayatınızın herhangi bir döneminde birkaç sanat eleştirisi okumuş, birkaç galeri ya da bir sanat fuarı ziyaret etmişseniz, çağdaş sanat dünyasının Instagramlık işlerini hayranlıkla paylaşan hesapları takip halindeyseniz, filmin göndermelerinin ne kadar yerinde, doğru ve tutarlı olduğunu anlamakta zorluk çekmeyeceksiniz. Çoğunlukla para ve güç hırsına, rekabete, bazen de aşk ve cinselliğe dayanan kişisel ilişkilerin bir sanatçının kariyerini, bir eserin sanatsal değerini ya da sanat dünyasının gidişatını nasıl etkileyebildiğini gösteriyor Velvet Buzzsaw. Bunu güçlü bir şekilde ve yerinde gözlemlere dayandırarak yapsa da, filmin en zayıf noktası, gerçek olamayacak kadar saçma, tuhaf ve sahte duran bu ilişkilerin ve etkileşimlerin aslında ne kadar gerçek olduğunu bilmeyenleri ikna etmekte zorluk yaşıyor/yaşayacak olması; başka bir deyişle izleyicisi için orta seviye bir çağdaş sanat ilgisi ve bilgisini ön koşul olarak tutması.
Velvet Buzzsaw, çağdaş sanat dünyasının içinden oluşu ve bu dünyanın iç yüzünü gözler önüne serişiyle, Altın Palmiye ödüllü ve Oscar adayı İsveç filmi The Square‘i hatırlatıyor ister istemez. Fakat Ruben Östlund’un Kuzey Avrupa mizahıyla toplumsal eleştiriyi harmanladığı başarılı filmiyle farklı kulvarlarda koşmayı seçiyor ve türlerarası bir komediye dönüşüyor. Filmde komşusunun cansız bedenini bulduktan sonra onun kimsesiz bir sanatçı olduğunu öğrenen galeri çalışanı Josephina, sanat dünyasına bomba gibi düşen bu keşfi paraya dönüştürmek için varını yoğunu ortaya koyuyor. Bu gizemli sanatçının eserleri, galeri sahiplerini peşinden koşturuyor, müzeleri onu ilk sergileyen olmak için kavgaya tutuşturuyor, koleksiyonerlere çekler yazdırıyor, eleştirmenlerin ve sanatçıların aklını başından alıyor. Fakat eserler, tüm sanat tarihinin sanatı bir piyasaya, bir güç ve çıkar savaşına dönüştüren herkesten intikamını almak istiyorlar. Kan kusmaya, canlanmaya ve ondan çıkar sağlayan herkesi öldürmeye başlıyorlar. The Square gibi çağdaş sanatı mizahla harmanlayan bir toplumsal eleştiri izleyeceğinizi düşündüğünüz noktada kendinizi bir teen-slasher art-slasher korku komedisinin içinde bulmak oldukça eğlenceli bir deneyim. Filmin düştüğü hatalardan bir diğeri, izleyicisinin zihnini sanatçının geçmişiyle ilgili anlamsız detaylarla meşgul etmesi. Film, eserleri sanat tarihinin bir uzantısı, bir simgesi olarak göstermek yetecekken, sanatçının kişiliğiyle ilgili ipuçlarının peşinden koşmaya başlıyor; bu ipuçlarında anlam aramaya ve eserlerle avladıkları insanlar arasındaki meseleyi, sanatçının geçmişine ve kişiliğine mal etmeye çalışıyor. Bunun yanı sıra sırayla öldürülen birbirinden karakterlerin kendileri gibi ölüm şekillerinin de renkli, farklı ve süslü olması güzel ve eğlenceli bir detay ve filmi zevkle izlenilebilir hale getiriyor.
Kariyerindeki tuhaf ama başarılı performanslara bir yenisini ekleyen Jake Gyllenhaal‘un canlandırdığı sanat eleştirmeni Morf Vandewalt ve Toni Collette‘in canlandırdığı sanat danışmanı Gretchen başta olmak üzere, filmin tüm karakterleri, ziyaret ettiğiniz herhangi bir sanat kurumunda, galeride, müzede ya da sanat yayınında karşılaşabileceğiniz insanlar. Bu yüzden ki hikayelerini bir komedi olarak sunmak için korku türünün, fantezi dünyasının öğelerine ihtiyaç duymak kaçınılmaz. Velvet Buzzsaw‘un size tam olarak nasıl bir film izlediğinizi anlamadığınız tuhaf bir deneyim sunacağına, bir sonraki galeri ya da müze ziyaretinizde etrafınızdaki eserlere gülümseyerek bakmanıza neden olacağına emin olabilirsiniz.
İlk yorumu siz yazın!