Toplumsal Belleğin Hipnotize Yıkımı: Get Out
Ana akım Amerikan korku sinemasında doping etkisi yaratan, Akademi Ödülleri’nden En İyi Özgün Senaryo ödüllü Get Out, aslında korku-hiciv-komedi çizgileri arasında gezinen bir tür sineması denemesi olarak da nitelendirilebilir. Sektördeki ırkçılık ve cinsiyetçilik karşıtı hareketlerin de güçlendiği bir dönemde toplumdaki ırkçı çatışmaların yer yer absürt ve ürkütücü bir alegorisi olarak öne çıkan film, yer yer aşırı sembolizmden kan kaybetse de seyirciyi nasıl yakalayacağını çok iyi bilmesiyle ve sosyo-psikolojik bellekte bir korku hikâyesini ana akım anlatıya yedirebilmesiyle takdiri hak ediyor.
Amerikalı komedyen Jordan Peele‘in korku türünün elementlerini kendisine yol olarak seçtiği ilk filmiyle böylesine bir başarı yakalayacağını muhtemelen kimse beklemiyordu; fakat Get Out, The Sixth Sense‘ten bu yana (Black Swan‘u psikolojik gerilim olarak ayırırsak) Akademi Ödülleri’nde En İyi Film’e aday olmuş ilk korku filmi olma özelliği taşıyor. Ülkemizde de bu hafta vizyona girecek olan ve yine oldukça iddialı ikinci filmi Us ile epey iyi eleştiriler almaya devam eden Peele‘in Get Out‘ta yaptığı belki de en ‘devrimsel’ şey, çoğunlukla mizah unsurunu ya da kötü karakter boşluğunu doldurmak için yazılan siyahi karakterleri hikâyesinin merkezine yerleştirerek politik gündemin atmosferini bir korku unsuru haline getirmesiydi. Düşük bütçesine rağmen milyon dolarları aşan hasılatıyla 2017 yılının en başarılı işlerinden birine dönüşen Get Out‘un eleştirmenlerden ve ödül gruplarından aldığı destek, filmin sözde sinematik yetersizlikleri sebebiyle bir noktada ters tepki yaratsa da hem yıllardır göz ardı edilen tür sinemasının hem de siyahi kültürün temsilleri açısından oldukça önem arz ettiğini unutmamak gerek.
Filmin kısmen bir pazar gecesi kuşağını andıran açılışında, kız arkadaşının ailesiyle tanışmaya gidecek olan Chris’in (Daniel Kaluuya) gerginliğine tanıklık ediyoruz ve sonrasında bizi yolda arabaya çarparak ölen bir geyik figürü karşılıyor. Kırsal kesimde büyük müstakil bir evde geçecek gerilim ve kan dolu bir hafta sonu beklentimizi utanmadan arttıran Peele‘in, klişeleri belli n0ktalarda mizahi bir anlatıya çevirmesi ise aslında Get Out’un yaptığı en iyi şeylerden biri. Arabaya çarpan geyiğin ne tür bir sembolizme hizmet ettiğini belirtmeye gerek yok diye düşünüyorum; fakat Rose’un (Allison Williams) “bizim de siyahi arkadaşlarımız var”cı ailesi filmi çok daha ilgi çekici bir seviyeye çıkarmayı başarıyor. İtiraf etmem gerekiyor ki Get Out‘u ilk izlediğimde Kaluuya‘nın performansının karakter için yetersiz kaldığını düşünmüştüm; fakat bir süre şaşkın ve tedirgin gözlerle etrafı gözlemleyen Chris’in seyircinin bakış açısına evrilerek bu adı koyulamayan gerginliğin de temsiline dönüşmesinde aktörün katkısı yadsınamaz. Empati ve sempati arasındaki ince çizgide tek ayak üstünde kalabilen anlatı, seyirciyi de bu deneyime ortak etmeyi bir şekilde başarıyor. Tekinsiz bir absürt aile ortamında, bariz bir sınıfsal farklılığa sahip evin yardımcıların dışında tek siyahi birey olarak kendine güven alanı yaratmaya çalışan Chris’in, kız arkadaşının ailesiyle aynı statüde bir siyahinin de ortama dâhil olmasıyla filmin ilk çatışması da vuku buluyor. Bundan sonrasında ise her geçen dakikada yükselen tansiyon ve şaşırtmaca üstüne şaşırtmaca ile seyirciyi yerinde sallayan bir yolculuğa çıkıyoruz.
Filmin kilit anlarından bir tanesi de Catherine Keener‘ın beş dakikalık ekran süresinde harikalar yarattığı ve şimdiden ikonik ünvanına erişen hipnoz sahnesi. Her anı ile sembolizmden beslenen bu sahnede, Chris’in eliyle yardığı koltuktan çıkan pamukları siyahilerin köle olarak pamuk işçiliği yaptığı yıllara ve çay fincanını kolonyalizme atıf olarak okumak pek tabii mümkün; fakat bu tip aşırı doz metaforların filmin akışını yorduğu da bir gerçek. Bu noktada tempoyu dengeleyen ve aslında saf hâliyle bile oldukça etkili olan sahne ise siyahi baş kahramanımızın bilincinin karartılarak düşünsel varlığının ortadan kaldırılmasını temsil eden “sunken place” tasviri. Sömürgecilikten beslenen medeniyetin bütün bir ırkı karanlıklara iterek bu yeni dünyada bastırılmış bir belleğe dönüştürmesini bir hipnoz sahnesi ile aktarabilmek, son dönem korku sinemasında gördüğümüz belki de en yaratıcı ve de en ürpertici fikirlerden birisi.
Betty Gabriel‘in canlandırdığı evin yardımcısı Georgina da bu gergin hafta sonu görüşmesinde kahramanımızın bilinçaltını yansıtan bir karakter olarak öne çıkıyor. Her şeyin olağan döngüsünde göründüğü anlarda bile Chris’in ‘bir şeyler yolunda değil’ hissiyatını destekleyen ve aynı zamanda ‘her şey yolunda’ şeklinde bir kendini rahatlatma objesine dönüşen Georgina, seyirciyi de en çok tetikleyen unsurlardan biri haline geliyor. Peele‘in muhtemelen bilinçli olarak başvurduğu tahmin edilebilir dönemeçlerin haricinde filmin neredeyse B-tipi olarak adlandırılabilecek şaşırtmacaları, 60’lar ve 70’ler korku klasiklerinden aldığı ilhamı da ortaya koyuyor. Hipnoz seansından sonra kabusvari anlarla zihinsel yapısı çöküntüye uğrayan Chris’in hikayesi, bu noktadan sonra Rosemary’s Baby‘nin Rose’u ile de uzaktan bir akrabalık kuruyor. Satanist ritüellerin, liberal beyaz Amerikalının çay kupası ile yer değiştirdiği Get Out‘ta komedi geçmişini de satır aralarına sıkıştırmayı ihmal etmeyen Peele‘in bazı noktalarda dengeyi bozduğunu düşündüğüm mizah sosu aslında sosyal yapıdaki ırkçılığın daha açık bir şekilde yüzeye ulaşmasını da sağlıyor.
Çoğu zaman kadın düşmanı olarak etiketlense de aslında toplumun cinsiyet algısının objeleştirildiği bir kötülüğe karşı hayatta kalmaya çalışan kadın karakterleri ile andığımız klasik korku türünde, bu sefer ırkçılığa karşı hayatta kalmaya çalışan siyahi bir bireyin kapana kısılmışlığı üzerine nükteli bir kabus yaratan Jordan Peele, türün kalıplarını yeniden yorumlarken, aynı zamanda kendine has bir sinema dilinin doğuşunu da gerçekleştiriyor. Yazının başında da belirttiğim gibi yer yer aşırı simgesel anlatımdan ve bazı noktalarda yerini bulamayan komedi akışından ötürü yalpalasa da Get Out, hem türün ihtiyaçlarını iyi takip etmesiyle hem de yönetmenin günümüzün ve geçmişin politik meselelerine getirdiği taze kan ile oldukça önemli bir yapım.
IMDb Puanı: 7.7/10
İlginizi çekebilir: Ali Kavas’tan The Haunting 1963
İlk yorumu siz yazın!