Pose: LGBTİ+ Temsilinin Televizyondaki Zirve Noktası
FX’in son zamanlardaki en başarılı dizilerinden Pose, 1980’lerin New York’unda yaşayan LGBTİ+ bireyler için hayati önem taşıyan ‘Ball’ kültürünü ve 1980’lerde trans ya da eşcinsel olmanın zorluğunu eğlenceli ve gösterişli ama bir o kadar duygusal ve çarpıcı bir şekilde ele alıyor. Dizi aynı zamanda karakterleri ve oyuncularıyla, televizyondaki LGBTİ+ temsili konusundaki çabasıyla takdiri hak ediyor.
2010’ların ikinci yarısında, özellikle RuPaul ve geçtiğimiz yıl En İyi Reality Yarışma Programı ve En İyi Reality Sunucusu dahil 5 Primetime Emmy ödülü kazanan RuPaul’s Drag Race sayesinde drag queen‘ler, drag show‘lar ve ball kültürü ve ball jargonu popüler kültürün önemli bir parçası haline geldi. Tüm bu süreçte RuPaul, yarışmasının birçok noktasında LGBTİ+ kültürü ve tarihiyle ilgili önemli bilgileri vurgulamayı, tüm bu şatafatlı dünyanın arkaplanında onyıllardır süregelen bir nefrete karşı verilen bir mücadele, direniş ve dayanışma olduğunu hatırlatmayı ihmal etmedi. -ki zaten yarışmanın kendisi de referanslarını ve formatını büyük ölçüde New York’un ball kültüründen alıyordu: 1969’daki Stonewall isyanı ve LGBTİ+ aktivizminin filizlendiği yıllarda, toplum ve aileleri tarafından dışlanan, kendi seçilmiş ailelerini oluşturan eşcinsel ve trans bireylerin yeraltı kulüplerinde bir araya geldiği, sıradan ve sıra dışı kategorilerde giyinerek ve vücutlarını sergilediği, jüri tarafından puanlandığı bir ödüllendirilme ve kulüplerin dışındaki dünyadan soyutlanarak kendilerini önemli hissetme mekanizmasından…
Bugüne kadar televizyonlara ve popüler kültüre Nip/Tuck, Glee, The New Normal, Feud, American Horror Story ve American Crime Story gibi projeler kazandırmış, “antoloji dizi” formatını küllerinden doğurmuş ve her projesinde LGBTİ+ karakterlere ve oyunculara yer ayırmış yapımcı, yönetmen ve yazar Ryan Murphy‘nin imzasını taşıyan FX dizisi Pose, işte bizi o günlere götürüyor. 1987 yılında başlayan dizide ball‘ların renkli, ışıklı, gösterişli ve şatafatlı dünyası kadar, karakterlerinin o dünyanın dışına çıktıkları anda karşılaştığı acılar ve o acılara, toplumun nefret, ayrımcılık ve dışlayıcılığına karşı ayakta kalabilmek için bir arada verdikleri mücadele de var.
AIDS’in önüne geçilemez ve ölümcül olduğu, cahilce sadece LGBTİ+ toplumuna atfedildiği bir dönemde geçen dizi, neredeyse kaçınılmaz olduğu düşünülen sonlarından önce geride bir miras bırakmak isteyen kadınların seçilmiş anneliğine büyük önem veriyor. Seçilmiş ailelerin duygusal ve dayanışma içindeki halleri dizinin dramatik ve duygusal yönünü oluşturuyor. Diğer yandan sadece duygusal bir bağ ile değil yaratıcı bir yarışın yarattığı takım ruhuyla da bir araya gelen bu “ev”ler arasındaki çekişme, Pose‘u komik, sürükleyici ve heyecanlı bir düzleme çekebiliyor. Diğer yandan homofobi, metalaştırılma, dışlanma, mekanlara alınmama, küçümsenme, bedeniyle barışık olma/olmama, işyerinde ayrımcılığa uğrama gibi birçok konuda karakterlerinin önüne koyduğu engellerle LGBTİ+ bireylerin dünkü ve bugünkü sorunlarını, mücadelelerini görünür kılıyor.
Pose‘un ilk sezonu, En İyi Drama Dizisi dahil 2 dalda Altın Küre adaylığı elde ettikten sonra, şimdi de En İyi Drama Dizisi dahil 6 dalda Primetime Emmy adayları arasında yer aldı; ikinci sezonuysa 2019 yazında yayınlandı. Dizideki karakteri “biz kırmızı halılarda yürüyecek değiliz ya” diyen Billy Porter, 2018 boyunca Akademi Ödülleri’nden Met Gala’ya kadar birçok kırmızı halıda gururla boy gösterdi, giydiği elbiselerle toplumsal cinsiyet kalıplarının dışına çıktı. Evet, kimi zaman tribüne oynayan cheesy anları, gereğinden uzun bakışmaları ve didaktik cümleleri var… Ama Pose, ball kültürünün özellikle ele aldığı dönem için bir şovdan çok daha fazlası olduğunu, eşcinsel ya da trans bireylerin toplumun algıladığı o stereotipten çok daha fazlası, farklı dünyaları ve hayalleri olan birer birey olduğunu anlatışıyla ve tabii kadrosunda yer açtığı yeni yüzlerin etkileyici performanslarıyla bir diziden çok daha fazlası…
IMDb Puanı: 8.5/10
İlk yorumu siz yazın!