Hande Subaşı: Sevmekten Öldü Desinler Oyunu Röportaj
Metnini Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazdığı, müziklerini Orhan Enes Kuzu’nun bestelediği ve Ebru Kara’nın yönettiği Sevmekten Öldü Desinler, Jest Tiyatro’nun en güncel oyunlarından biri. İstanbul’un kenar mahallelerinde başlayıp şöhret basamaklarını tırmanan bir kadının hikayesinin anlatan Sevmekten Öldü Desinler oyuncularıyla bir araya geldiğimizde o kadar keyifli anlar yaşadık ki; Hakan Bilgin, Hande Subaşı, Bülent Alkış, Ceren Taşçı, Canan Atalay ve Serdar Yeğin ile ayrı ayrı röportaj yaptık! Gelin Hande Subaşı ile yaptığımız röportajın ayrıntılarına bakalım!
Merhabalar, öncelikle sizlerle bir araya geldiğimiz için çok mutluyuz. Biz sizi uzun süredir yer aldığınız projeler ile birlikte takip ediyoruz ancak detaylı olarak bilmeyenler için, hikayenizi kısaca bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Liseden sonra İstanbul’a taşınmamla birlikte biraz bu sektörün içine girmiş bulundum. Aslında 2012 yılında da bir tiyatro deneyimim olmuştu. Müzikli bir oyundu o da ama çok çekinerek girmiştim çünkü alaylıyım neticede, konservatuar mezunu değilim. O dönem çok kısa sürdü, bitti. Sonra aradan yıllar geçti, en son sanıyorum 2015 yılında bir tiyatro oyunuyla tekrar başladım. Bir 250 oyun falan oynadık o uzun sürdü, 2.5 sezon falan oynadım sanıyorum. Tabii o tadı alınca bana da çok iyi geldi, bundan sonrası için de her sezon mutlaka bir tiyatro içerisinde olmak istedim açıkçası. Bu sene de öyle bir planım vardı, sağ olsun Tolga aradı ve müzikli olması neticesiyle de daha da cazip geldi ve bu işin içinde olmak istedim.
Şimdi de Sevmekten Öldü Desinler oyunu ile izleyicilerin karşısındasınız. Oyun bir dönem oyunu, Yeşilçam dönemine odaklanıyor; aynı zamanda bir müzikli oyun. Nasıl çıktı fikir, nasıl gelişti süreç sizler için?
Aslında başta birazda zorlu geçti. Texti hepimiz okuduk, sevdik evet çok tatlı, hepimizin çok yakından aşikar olduğu bir hikaye, klasik Yeşilçam hikayelerine benziyor, çok klişe doneler var içerisinde. Hepimiz için de önemli olan kısmı bu klişeliğin üzerinden gitmek değil de o tatlı tatlı bazı klişeleri verip o dokuyu birazcık insanlara hissettirip çok bilindik hikayeyi biraz faklı bir vizyonla, müziklerle seyirciye aktarmak. Çok da beklenen bir şey yapmak istemedik. Tabii text eğlenceliydi ama okuma provası ve birazcık da sahne üzerinde geçmeye başlayınca sıkıntı yaşadığımız, boşluğa düştüğümüz durumlar oldu. Çünkü inanılmaz derinliği olan, inanılmaz bir hayat dersi vermeye yönelik, illa bir mesaj kaygısı olan bir oyun değil. Çok klişe hikayeler ve karakterler üzerinden aslında herkesin de hayatta yaşadığı, deneyimlediği, bulabileceği şeyler. Aynı konu üzerinden ve aynı şartlar üzerinden olmasa da konular belliydi aslında. Dediğim gibi birazcık boşluğa düştük, farklı bir şey de olsun istedik. Tabii aslında dekor çok önemli oldu, kostümler, müzik, özellikle efektler hepsi birleştiğinde biz de tahminimizin de ötesinde gerçekten böyle tatlı bir işin içinde olduğumuzu fark ettik gibi oldu, öyle söyleyeyim.
Oyun hem melodram, hem değil. Hem çok hüzünlü hem bol kahkahalı sahneler görüyoruz. Oyunun türü ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Birazcık o dramayı, o melodramayı tiye alan tarafından bakıyoruz aslında. Yani kesinlikle dramatik yönleri var ama acıklı bir hikaye değil. Biz 2 saat boyunca seyirciye gerçekten çok hızlı hızlı, sahne sahne sürekli değişerek keyifli bir an yaşatıyoruz. Bunun yanı sıra da beş tane karakterimiz var, onların aslında hikayesine, duygusuna, umutlarına, yaşamlarına bir şekilde seyirciler konuk olmuş oluyor. Tabii ki herkes kendinden bir şey bulabilir. Gönül karakteri gecekondu mahallesinden kurtulmak isteyen ve şarkı söyleme hayali olan ve bunu gerçekleştirmek üzere mahallesini, evini, sevgilisini terk etmiş bir karakter. Tabii tam bu hikayeyle belki izleyicilerin arası tam örtüşmeyebilir ama illa ki hayatta herkesin hayal ettiği, elde etmek istediği şeyler ve bu yolda feda ettikleri, gözünü kararttığı zamanlar ya da o yola çıktığındaki pişmanlıkları ve hayal kırıklıkları vardır. Seyirci de öyle bir bağ kurabilir diye düşünüyorum.
Oyunda Sibel Can olma hayalini taşıyan, Gönül adlı bir karakteri canlandırıyor ve Yeşilçam’ın unutulmaz şarkılarını seslendiriyorsunuz. Arabesk şarkılar seslendirmek nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Aslında bir tane öyle şarkımız var, herkesin bildiği ve arabesk olarak nitelendirebileceğimiz. Onun dışında oyundaki bütün parçalar özgün. Sözleri yine Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazdığı, Orhan Enes Kuzu’nun bestelediği özgün, seyircinin daha önce hiç duymadığı şarkılar. Tabii minik minik, bir konser havası yok, müzikal değil. Arabesk kısmında da ben kulağıma hoş gelen, gerçekten sevdiğim her tarzda dinleyip söylemeyi de seviyorum. O yüzden arabesk de bana çok uzak değil. Yeri geliyor Türk halk müziği, Türk sanat müziği… Yabancılık çektiğim tarzlar değil ama başından beri hepimizin ortak olduğu bir fikir vardı; zaten çok klişe bir hikaye, klişe karakterler bunu biraz daha farklı şekilde anlatalım gibi… Müziklerimizi o anlamda biraz ters köşe seçmeye çalıştık.
Nasıl biri Gönül, siz nasıl hazırlandınız bu role? Hande Subaşı ile Gönül arasında nasıl benzerlikler, farklılıklar var?
Aynı mevzu üzerinden değil ama biraz önce de dediğim gibi birçok kişinin olabilir. Koşullar, şartlar aynı değil tabii ki ama Ankara’da okurken, genç olma yolunda bir kız çocuğuyken benim de belli hayallerim vardı her zaman. Müzikle, oyunculukla, modellik bunlar hep büyürkenki hayallerimdi benim, yapmak istediğim. Ben de neticesinde bunların hayaliyle ailemin de desteğiyle Ankara’dan kalkıp İstanbul’a geldim ve şükür ki sevdiğim şeyleri yapabilme şansı buldum. Tabii ki benim de kendi yolumda hayal kırıklıklarım olmuştur, pişmanlıklarım olmuştur, yanlış seçimlerim olmuştur ama Gönül’de biraz daha farklı işliyor. Gönül biraz daha hayal kırıklığı yaşıyor ya da bazen hayalini kurduğumuz, elde etmek istediğimiz şeyleri elde ettiğimizde aslında bazı şeylerin ya da o istediğimiz şeylerin ne kadar boş olduğunu da görebiliyoruz. Bu, ilişkilerde de böyle, aşkta da böyle, seçimlerimiz de, işimiz de, gücümüz de… Her zaman çok hayalini kurduğumuz, peşinden koştuğumuz şey de iyi sonuçlanmak durumunda değil. Belki olmaması durumu da zaten bizim için daha iyidir. Böyle biraz daha kadersel ve gerçekçi bir taraftan da bakmaya çalışıyorum. Gönül’ün hikayesi de biraz öyle. Büyük bir hayalperestlikle yola çıkıyor ama hayat ona başka şeyler sunuyor o yolda aslında.
Oyunun temasından da yola çıkarak sizce ‘’sevgi’’ ne anlam ifade ediyor?
Çok geniş ama öncelikle sevilmek de tabii ki herkesi çok mutlu eder. Ama gerçekten birilerini bir şeyi çok sevmek de bir insana çok fazla hayat enerjisi ve motivasyon katıyor diye düşünüyorum. Hepimizin hayata olumsuz tarafından bakmaya eğilimli olduğu dönemler olabiliyor ama kendimce, olabildiğince olumlu tarafından bakmaya çalışıyorum. Bu öfkelenmek, sinirlenmek kin duymak yerine sevmek, kabullenmek üzerine olabilir. İç huzura da çok yansıdığını düşünüyorum. Sevecek bir şeyler bulmak da çok kıymetli. Evet sevgiyi çok fazla açabiliriz ama gerçekten bir şeyi, birilerini çok seviyorsanız o duyguyu, o hissi, o kişiyi, o nesneyi yani her neyse kaybetmemek için de bir yandan, sadece sevmek yeterli olmuyor, o farkındalıkta olup kaybetmemek için de mücadele de etmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Son olarak, tamamen geniş ve sonsuz düşünerek geçmişten ya da günümüzden biriyle tiyatro sahnesini paylaşabilecek olsanız kiminle sahneyi paylaşmak isterdiniz?
Hiç düşünmemiştim bunu. Çok hayalini kurduğum, ekolüm dediğim, inanılmaz hayranlık duyduğum biri yok. Tabii ki çok beğendiğim oyuncular var. Kate Winslet çok severim mesela onun enerjisi çok iyi gelmiştir bana. Sürekli çok neşeli ve pozitif, komedi işlerinin içinde gördüğümüz bir oyuncu da değil aslında ama niyeyse bir izleyici olarak en azından bana hep iyi enerji vermiştir. Onunla aynı projede birlikte bir şey paylaşmayı isteyebilirim. Ama tabii şu an sırf sorduğunuz için bir cevap bulmaya çalışıyorum aslında. Zaten hayranlıkla izlediğimiz birçok yerli-yabancı aktör, aktrist var. Tabii ki çok güzel olurdu, Al Pacino, Robert De Niro niye olmasın çok güzel olurdu. İnanılmaz hayranlık duyduğum, saplantılı tek bir isim yok ama Türkiye’den de birçok oyuncu, sanatçı olabilir tabii ki. Aslında total, biraz önce hayata dair sevgiyle ilgili de konuştuk, hep işlerimde de ona dikkat etmişimdir, onu umut etmişimdir ve çoğunlukla da yaşadım. Huzurlu olduğum, anlaştığım insanlarla çalışmak, bu benden yaşça küçük de olabilir büyük de olabilir, bir şeyler öğrenebileceğim hem mesleğe hem hayata dair… Bundan sonrası için de illa şu isim değil ama çalıştığım iş ortamındaki insanlarla aynı frekansa sahip olmak ve mutlu, huzurlu olmak sanırım daha önceliğim.
Çok teşekkür ederiz!
İlk yorumu siz yazın!