Bir Zeytin Hasadı Hikayesi: Ayvalık'ta Lezzet Dolu Üç Gün
Zeytin ağaçları rüzgarda salınıyor, rüzgar zeytinin sakinleştirici etkisini üzerimize salıyordu. Büyük uzun masalarda birbirini henüz yeni tanıyan ve iki günü birlikte geçireceğini bilen insanlar aynı günü farklı hislerle yaşamak ve aynı anı paylaşmak için bir araya gelmişti. Bu masaların birleştirici bir gücü vardı. Hep yeni kalmayı aklına koymuştu herkes. Burada yeni kaldık, kendimizle kaldık ve mutlulukla ayrıldık. Çok yaşasın yaşasın yaşasın hep yenilenenler ve sen hep yeni kal Ayvalık!
Bu sene zeytin hasadını Ayvalık’ın muhteşem doğasında yaşamak ve binbir emekle hazırlanan yerel lezzetlerin tadına bakmak için yola koyulduk. Yola çıkarken edineceğim kazanımların farkındaydım. Ancak iki günün sonunda doğaya duyduğum saygının ve yerel olana karşı kuracağım bağın bu denli güçleneceğini, ruhumun bu derece doyabileceğini tahmin etmiyordum. Hepsini tattım. Sen hep yeni kal Ayvalık, bize çok iyi geldin!
Henüz yaza tam veda etmemiş havasıyla karşıladı bizi Ege. İki günlük ziyaretimizde Ayvalık, Edremit ve Cunda’da uğrayacağımız birçok nokta vardı. Birebir üreticiyle tanışacağımız, soframıza gelen lezzetlerin hikayesini dinleyeceğimiz, yapılışına şahit olacağımız ve birbirinden güzel yerel lezzetleri lokal ve usta şeflerin mutfağından tadacağımız için heyecanlıydık.
İlk Gün
İlk durağımız 800 yıllık zeytin ağaçlarından elde edilen kadim bilgiler ışığında üretilen Kürşat zeytin ve zeytinyağlarının Zeytin Evi oldu.
Burada hasat Ekim ayında başlıyor, Aralık ayı boyunca devam ediyor. Bizim de ziyaretimizin gerçekleştiği bu dönemde yoğun bir üretim vardı. Dalından toplanan zeytinler çeşitli yöntemlerle kategorize ediliyor, böylece sofralarımıza yemeklik mi yoksa yağ olarak mı geleceği belli oluyordu. Bu süreçte her bir zeytin ile neredeyse tek tek ilgilenildiğini gördük. Üretim sürecine bu kadar yakından şahit olunca her bir zeytin çekirdeğine ne kadar saygı duymamız gerektiğini anladık.
Üretim tesisine gelene kadar bahçelerde neler yaşanıyor diye meraklıydık. Zeytin bahçelerine gittiğimiz zaman bir yandan eğlenen, bir yandan işini titizlikle yapan onlarca Egeli ile tanıştık. Kendilerinin emekleri bu lezzetlerin sürdürülebilir olmasında çok büyük. Biz de onlara minik bir katkıda bulunmak için taktık sepetlerimizi kolumuza, geçtik ağaçların altına!
Bahçede bizi bekleyen bir de güzel sürpriz vardı. Soğuk sıkım zeytinyağlarının tadımını gerçekleştirecektik. Zeytinyağının kişiden kişiye göre farklılaşan damakta bıraktığı bir tat ve boğazda bıraktığı bir yanma hissi vardı. Bunun için tatmadan önce zeytinyağının içinde bulunduğu bardağı avucunuzla kapatarak ısıtmanız sonradan derin bir nefesle birlikte yutmanız gerekiyor. Bu yöntemle gerçekten bir zeytinyağı tadımı yapmış oluyorsunuz ve size anımsattığı farklı bir tadı keşfediyorsunuz. Benim için tadı tam bir domatesti. Eriğe ve çeşitli baharatlara benzetenlerin sayısı ise hiç az değildi. 🙂
Güneş yavaş yavaş batmaya başlamadan önce heyecanla beklediğimiz bir diğer an da yaklaşmaya başladı: Trata Ayvalık! Trata Ayvalık, gezici özgür bir restoran. Şef Tayfun Gökşin birbirinden lezzetli ürünler ile yarattığı özgür restoranını o gün hava durumuna en uygun açık alana kurarak misafirlerine sunuyor, kısacası doğanın içinde en güzel gün batımını kovalıyor. Düşünsenize rezervasyonunuzu yaptırıyorsunuz fakat nerede yemek yiyeceğiniz kelimenin tam anlamıyla sürpriz! Bu muhteşem ve yenilikçi fikir konseptiyle olduğu kadar, tatlarıyla da bizi kendine daha da hayran bıraktı.
Bizim sürpriz yerimiz bir zeytin bahçesiydi. Ege otları, peynirleri ve deniz ürünleriyle zeytin ağaçları altında başlayan deneyim, havanın kararmasıyla yıldızların altında; ateş başında muhteşem bir keyife dönüştü. Tadı günler sonra dahi damağımda kalan en iyi lezzet ise siyah sarımsaklı kaya levreği oldu diyebilirim. Şimdi Trata özgür ruhunu batıdan kuzeye çevirdi ve Karadeniz için yollara düştü. Takipte kalın ve onlara mutlaka bir yerlerde denk gelmeye çalışın derim!
İkinci gün
İkinci gün rotamızı Edremit’e çevirdik. İdamera adlı bir aile çiftliğinde tamamen doğal yöntemlerle yapılan tarım ve hayvancılığa şahit olduk. Burada doğaya ve tüm canlılara saygı ön planda. Bu saygı konusunu ayrıca dile getirmek kendilerine de biraz garip geliyor açıkçası. Ne yazık ki kullandıkları yöntemlerin ve bakış açılarının büyük sanayiler ve üreticiler tarafından marjinal bulunduğunu söylüyorlar. Halbuki benimsedikleri üretim felsefesi tamamen atalarından öğrendikleri, doğayı kucaklayan ve ona saygı duyan yöntemler bütününü kapsıyor.
İdamera Kazdağları’nın yatağında bulunuyor. Burada kendi hayvanlarından peynir ve ağaçlarından zeytinyağı elde ediyorlar. Ziyaretimizde bize de çok güzel bir sofrada, koyunlarının sütünden elde edilen peynirlerden ve henüz 3 gün önce elde edilmiş soğuk sıkım zeytinyağlarından tadım yaptırdılar. Hepsinin tadına hayran kaldık. Zincir marketlerde ürünlerine sıkça rastlayamıyorsunuz. Temin etmek için ya burayı ziyaret etmeli ya da telefonla iletişim kurarak internet üzerinden sipariş etmelisiniz.
İdamera’nın ardından Cunda’ya doğru yeniden yola çıktık. Cunda’ya gelen herkesin mutlaka en az bir öğününü Ayna‘da uzun uzun geçirmesini öneriyorum. Ege’nin zengin doğasındaki her bir ot onları gerçekten iyi tanıyan şeflerin elinden ayrı ayrı güzel yemeklere dönüşmüş burada. Menüde deniz ürünleri, Ege otları, mezeleri ve zeytinyağlıları ön planda. Zeytinli soğanlı akıtma -Ayvalık’a özgü bir tür ekmek-, midyeli lahana sarması, meyveli bademli cibes salatası, pamuk çöp şiş ve şımarık pilav favorilerim oldu.
Ayna’da geçen bir kaç saatin ardından yeniden yola çıktık ve otele geçtik. Mola Cunda’da konaklıyorduk. Burada ilk defa kaldık ve çok sevdik. Otelin konumu çok merkezi fakat bir o kadar da kalabalık ve gürültüden uzaktı. Böyle yerlerde en çok beklenen özellik bu oluyor bence. Sabah kahvaltılarını özenle hazırlanmış ve lezzetli buldum. Sabah bizi uyandıran kuş sesleri ve ağaçların arasından odaya süzülen ışık iyi bir sabaha uyanmamızı sağladı!
Otelden çok geç olmadan yeniden ayrıldık ve gün batımını Şemsa Denizsel’in Cooks Grove’unda deneyimlemek için yola çıktık. Karşılaştığımız manzara gerçekten büyüleyici oldu. Beklentim yüksekti ama böyle güzel bir gün batımını hiçbirimiz beklemiyorduk bana kalırsa. Keşke gözümüzün görebildiğini fotoğraflayabilsek ve yanımızda götürsek diye düşündük ama yine telefonlar, makinalar o etkiyi yakalayamadı. Yukarıya yine de bir kare bırakıyorum, belki en azından fikir verir. 🙂
Şemsa Denizsel burada hem kendisi hem de misafirleri için çok keyifli bir ortam yaratmış. Bir yanı yeşilliğin içinde diğer yanında gözün alabildiğince Ege manzarası, sevgili “Kara”sı da kendisiyle beraber misafirleri karşılıyor. Burada tadacaklarımızın lezzetinin atmosferiyle birlikte en az iki katına çıkacağı çok belliydi.
Şemsa Denizsel menüyü hazırlarken rakıya eşlik edecek lezzetlerle ilgili çok güzel bir not düşmüştü. Elbette balık önemliydi ancak “Ev sofralarının alamet-i farikası taze hazırlanmış, kendi soğuyup oda sıcaklığına gelmiş mezeleridir” demişti. Çok da iyi demişti! İki gün boyunca bizim de deneyimimiz hep bu yönde oldu. Zeytin, zeytinyağı ve zeytinyağı ile hazırlanmış mezeler…
Ege’de adetmiş, beyaz peynir değil teneke tulumu yenirmiş kavunun yanında. Biz de bu adete uyduk ve böylece güzel bir akşam yemeğine başladık. Masadaki favorilerim vişneli pancar, otlu lorlu muska böreği ve Arnavut ciğeri oldu.
İki günün ardından dönüş için yola çıktığımızda eminim hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk: ülkemizin her yeri ayrı güzel. Sıcakkkanlı insanlarıyla tanışmak, doğasını tanımak, toprağında yetişenlerin hikayesini dinlemek çok ayrı bir keyif. Yerel lezzetlere, hikayelere daha çok tanık olmalı. Üreticiler ile daha fazla sohbet edebilmeli ve onları daha çok desteklemeli. Hem karnımızın hem de ruhumuzun son derece doyduğu bir iki gün oldu. Teşekkürler Yeniden Yerel Lezzetler, hep yeni kal Ayvalık!
İlk yorumu siz yazın!