Bağımsız Ruh Kurumsal Yapıya Karşı: Ford v Ferrari
Matt Damon ve Christian Bale‘i otomobil yarışı pistlerine ve 1960’lara götüren Ford v Ferrari, hem dönemi hem de heyecanı yansıtmadaki başarısıyla nefes nefese izleniyor.
Otomobil yarışları ve yarış pistleri, diğer bazı spor dalları sıklığında olmasa da sinemaya defalarca konu olmuş, olmaya da devam ediyor. Ron Howard’ın iki yarış pilotunun ezeli rekabetini konu alan filmi Rush (2013), Asif Kapadia’nın ünlü yarış pilotunun yaşamına odaklanan belgeseli Senna (2010) ve abartmıyorum, Pixar’ın otomobilleri konuşturan animasyon serisi Cars (2006-2011-2017) türün son yıllardaki en başarılı örneklerinden. Başarılarını getiren ortak noktaları arasında özellikle iki teknik dalın öne çıktığını söylemek yanlış olmaz: Kurgu ve ses tasarımı. Rush örneğinde buna tabii ki iyi oyunculuklar ve heyecanı hareketi mizahla dengeleyen bir senaryoyu da eklemek mümkün. İşte Ford v Ferrari, bu alttürün en yeni örneği olarak, başarıyı getirecek fırsatları çok iyi kullanabildiği için, sözünü ettiğim bu filmlerin yanında yerini alıyor.
1960’larda geçen Ford v Ferrari, Avrupa’da vizyona girdiği adı olan Le Mans ’66‘nın da işaret ettiği üzere, otomobil yarışı dünyasının en zorlu mücadelelerinden Le Mans’ın 1966’daki yarışına odaklanıyor. Filmin merkezinde Ford’un Ferrari’ye meydan okuması, bu meydan okumanın merkezinde ise iki isim var: Carroll Shelby ve Ken Miles. Biri Teksas’ta doğup büyümüş bir Amerikalı, diğeri İngiltere’den ABD’ye gelmiş bu iki isim de başarılı birer otomobil tasarımcısı, mühendis ve yarış pilotu. Shelby, 1959 yılında Le Mans’ı birinci olarak tamamlayan ilk Amerikalı pilot olmayı başarmış, 1960’larda ise yarış otomobilleri tasarlayan Shelby American Inc.’i kurmuş. Ken Miles ise maddi sıkıntı içinde bir otomobil tamircisi olsa da aklı yarış pistlerinde. Filmin ilk dakikalarında farklı hayatlara sahip olan bu ikilinin yolları kesişmeden önce, bir diğer cepheyle daha tanışıyoruz; ABD’nin en büyük şirketlerinden Ford, bu şirketin başındaki Henry Ford II ve şirketin üst düzey yöneticileri… Pazarlama direktörü, Ford’un imajı ve arzu edilirliği için yarış otomobilleri üretmeye başlamasını önerince, patronun gözü zirveye dikiliyor ve kendine rakip olarak zirvedeki ismi seçiyor: Ferrari. Zirvedekini yerinden etmek için her türlü imkanı sağlamaya, yüklü miktarda para harcamaya gönüllü olan bu şirket, tabii ki ülkenin en iyisine, Shelby’nin kapısını çalıyor – o da kendisinden de iyi olduğunu düşündüğü (fakat o güne kadar karakteri nedeniyle yükselememiş) dostu Miles’ın kapısını…
Ford v Ferrari‘nin Shelby, Miles ve Ford’u bir araya getirmekle geçen ilk yarısı karakterleri tanıtmaktan ibaret, uzatmalı bir girizgah olmamayı başarıyor. Bu tip spor filmlerinde ikinci yarıda sizi bekleyen heyecan dolu bir yarış, karşılaşma ya da maç olduğunu bilmek ve ilk yarıyı o sahnelerin beklentisiyle izlemek, çoğu zaman bir bıkkınlığa dönüşebiliyor. Fakat Ford v Ferrari‘nin senaryosu da, zekice hamlelerle sıkıcılaşabilecek sahneleri hareketlendiren yönetmen James Mangold da, oyuncu performansları da buna kesinlikle izin vermiyor. (Örneğin Ford’un Ferrari’yi satın almaya çalıştığı sahne ya da Shelby’nin Ford’a hesap vermeye çağırıldığı sahne) Karakterleri tanıtmak ve yarışa doğru bir giriş yapmanın ötesinde, Ford v Ferrari asıl derdini de bu ilk yarıda dillendiriyor: İzlediklerimiz ve izleyeceklerimiz, Ford’un Ferrari’yle olan mücadelesinden çok, bağımsızlığına ve özgürlüğüne düşkün iki yetenekli adamın kurumsal yapıya ve onun icat ettiği engellere karşı olan mücadelesi.
Sonra ikinci yarı ve yarış sahneleri… Filmi eksiksiz bir otomobil yarışı filmi yapacak, yazının başında sözünü ettiğim her şey var Ford v Ferrari‘de. Ses tasarımı ve kurgunun kusursuzluğu ilk yarı boyunca duymayı beklediğimiz otomobil seslerini ve görmeyi beklediğimiz hareketli mücadeleyi layığıyla karşımıza çıkarıyor. Odaklanılan yarış 24 saatlik Le Mans olunca, bu yarışın tamamını izlememize imkan yok tabii; işte bu noktada da filmin soluk soluğa izlenen yarış sahneleri arasına yerleştirilmiş küçük espriler ya da Ford yöneticileriyle Shelby arasındaki gerginlikler birer ayraç görevi görüyor. Heyecanla izlenen yarış sahnelerinin bu filmin amacı değil, aracı olduğuysa yine ortada; iki bağımsız ruhlu adamın başarıya ulaşmak için kurumsal saçmalıklara karşı verdiği mücadele, Ford’un pistte Ferrari’ye karşı verdiği mücadeleyi gölgede bırakmaya devam ediyor çünkü.
Bir zamanlar Netflix’in dediği gibi: Tarih en büyük spoiler’dır. Eğer otomobil yarışlarına ilgiliyseniz ve Le Mans tarihine veya Shelby ile Miles’ın yaşamına hakimseniz, olacakları zaten biliyorsunuz. Yine de bildiğiniz sona doğru giderken izleyeceklerinizin size keyif ve zevk vereceğine eminim. Benim gibi bilmeyenlerden, hatta bu dünyaya oldukça uzak olanlardansanız da ufak twistleri olan bir film bekliyor sizi. Tüm teknik başarılarının yanında sanatsal anlamda da dönemin ruhunu yakalayan, otomobilleriyle göz kamaştıran bir prodüksiyon tasarımıyla ve başroldeki Matt Damon ve Christian Bale’in yanında yardımcı oyuncu performanslarıyla (özellikle Henry Ford II rolündeki Tracy Letts ve genç oyuncu Noah Jupe) da takdiri hak eden bir film Ford v Ferrari. Ana akım sinemanın sadece aksiyon odaklı değil, hikaye odaklı da olabildiğini kanıtlayan o zafer anlarından biri belki de…
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Film Önerileri
İlk yorumu siz yazın!