Sevme Sanatı: Muhafazakarlığa Karşı Savaş Açan Bir Film
Sekse ilişkin herhangi bir şeyi konuşmanın günümüzde dahi pek çok çevrede tabu olarak görüldüğünü düşünürsek komünist rejim döneminde bir kadın olarak bu konuda bir kitap yayınlatmanın ne kadar zor olacağını tahmin edebilirsiniz. Hele ki anlatmak istediğiniz şeyler sansür altında ezilip kırpılmadan. İşte Michalina Wislocka böyle koşullar altında muhfazakarlığa ve cehalete karşı savaş açarak Polonyalıların cinsel hayatını tamamen değiştirecek bir kitap yayınlamak isteyen bir doktor. Ve Sevme Sanatı (The Art Of Loving) onun hikayesini anlatıyor…
Sevme Sanatı (The Art Of Loving)
Netflix’te öylesine dolaşırken denk geldiğim ve konusunu okuyunca izlemeye karar verdiğim “Sevme Sanatı” hem konusu hem işlenişi hem de sinematografisi itibariyle en sık tavsiye ettiğim filmler arasında yerini aldı.
Biyografi türündeki film Polonyalı jinekolog ve seksolog Michalina Wislocka’nın hayatını, aşk ve sekse ilişkin kitabını yayınlatmak için vermiş olduğu mücadeleyi anlatıyor. Filmi izlerken “Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler” kitabını okurken hissettiğime benzer bir duygu hisettim ve böyle bir filmin yapılmış olmasına çok sevindim. Çünkü dünyanın pek çok yerinde, pek çok farklı zamanda ve birbirinden değişik koşullar, baskılar altında ezber bozan işler ortaya çıkaran kadınlar var ve biz bir şekilde bunların çok az bir kısmından heberdar olabiliyoruz.
Sekse ilişkin herhangi bir şeyi konuşmanın günümüzde dahi pek çok çevrede tabu olarak görüldüğünü düşünürsek komünist rejim döneminde yaşayan bir kadının bu konuda bir kitap yayınlatmasının ne kadar zor olacağını tahmin edebilirsiniz. Hele ki anlatmak istediği şeyler sansür altında ezilip kırpılmadan. İşte Michalina Wislocka böyle koşullar altında muhafazakarlığa ve cehalete karşı savaş açarak Polonyalıların cinsel hayatını tamamen değiştirecek bir kitap yayınlamak isteyen bir doktor.
Filmde öğrencilik yıllarından başlayarak Michalina’nın aşka ve sekse karşı olan duygu düşünce gelişimini ve değişimini izliyoruz. Spoiler vermemek adına olayların içeriğine değinmeyeceğim ama filmde deneyimle beraber aşka ve cinselliğe bakış açınızın (özellikle bir kadın olarak) ne kadar değişebileceğini görmenin pek çok kişi için hem tanıdık hem de aydınlatıcı olabileceğini düşünüyorum. Zira Michalina filmin başlarında (gençlik döneminde) hiç de tahmin ettiğiniz şekilde ilişkilerinde cinselliği ön planda tutan bir karakter değil ama film boyunca açık fikirli bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle de içinde yaşadığı dönemin tutucu ve kısıtlayıcı anlayışı göz önüne alınırsa.
Aslında film boyunca bizden önce yaşayan kadınların bize bugünkü özgürlüğümüzü sağlamak adına gösterdikleri çabadan kesitler görüyoruz. Öncelikle Michalina’nın önce lisans ve yüksek lisans döneminde oldukça çalışkan bir öğrenci olmasına rağmen araştırma yapmak istediği konu için ödenek bulmaya çalışırken birlikte çalıştığı profesör tarafından reddedilişini, kendisi de bir bilim insanı olan kocasının dahi Michalina’nın idealistliğini ve iş temposunu anlayamayışını, çocukları, işi ve aşk arasında hayatı kovalayışını izliyoruz. Sonrasında ise kitabını yayınlatmak için çabaladığı dönemde izin verecek otoriteler ve parti tarafından onlarca kez geri püskürtülüşünü ve sansüre karşı verdiği çabayı görüyoruz.
25 yıldır yaşayan biri olarak çok iddialı konuşmak istemem ama sanırım hayatta en çok özendiğim ve takdir ettiğim insanlar inandıkları şeyler için yorulmaksızın çaba harcayan ve başkalarını bilgilendirmek, onlara ilham vermek adına mücadele etmekten vazgeçmeyen insanlar. Çünkü izlerken görebileceğiniz gibi bu mücadelenin her anı hiç de istendiği gibi zarafet içerisinde devam etmiyor. Michalina pek çok kez yuhalanıyor, engelleniyor, “deli kadın” ya da “ahlaksız” (ki bu hiç bir zaman anlayamayacağım son derece göreceli bir konsept) muamalesi görüyor.
Ancak yazıda sürecin zorluklarından bahsetmiş olmam sizi yanıltmasın; Sevme Sanatı, aslında son derece romantik ve komik ögelerle dolu. Benim favori anlarım arasında Michalina’nın duvarda duran bir “çiçek” tablosunu ters çevirerek hastasına klitoris hakkında bilgi verdiği an ve tutucu parti üyelerini azarladığı anlar var.
Michalina’nın taşrada doğum kontrolüne ilişkin verdiği seminerlerde yaşadıkları ise Türk filmlerinde gördüğümüz tepkilere çok yakın. Bu noktada üzücü olan ise dünyanın pek çok yerinde benzer zamanlarda benzer sıkıntılar yaşanmışken Batı’nın bunu büyük ölçüde aştığı günümüzde cinselliğin halen ülkemizde bir tabu olarak kalmış olması diye düşünüyorum. Zira 70’lerden bu yana doğum kontrol yöntemleri, cinsel sağlık dersleri ve diğer eğitimler konusunda büyük bir yol katetmiş olduğumuzu söylemek ne yazık ki mümkün değil.
Bana çok ilginç gelen diğer bir konu ise aile planlamasına ilişkin olarak “en az üç çocuk” gibi söylemlerde bulunan ve bu söylemleri dikkate alan muhafazakar kesimin değil cinselliği telafuz etmek, hamile bir kadının sokakta gezmesini dahi ayıp olarak değerlendirebiliyor olması. Tam da bu noktada aklıma Oh Land’in Reneissance Girls şarkısının sözleri geliyor:
I can be a darling, cooking you dinner and soothing your heartache
(Sevgilin olabilirim, yemeğini pişiren ve kederini yatıştıran)
Having three kids and still remain a virgin
(Üç çocuk doğuran ve yine de bakire kalan)
It’s my version of a Reneissance Girl
(Bu benim Rönesans Kızı versiyonum)
Yine de günümüzün genç kadınları olarak daha şanslı bir dönem geçirdiğimizi düşünüyorum. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte Youtube gibi son derece basit ve erişilebilir bir platformdan dahi cinsellik konusunda bilgi almak mümkün. Hatta bu yazıyı yazarken araştırdıklarımdan gördüğüm kadarıyla bu konuda pek çok Türkçe içerik de mevcut, üstelik de pek çoğu genç kadınlar tarafından hazırlanmış. O zaman kadehimi güya “ayıp” şeyleri konuşmaktan korkmayanlara ve Michalina Wislocka’ya kaldırıyorum. Cheers!
Kapak fotoğrafı: politicalcritique.org/
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Netflix Filmleri
İlk yorumu siz yazın!