Minimalizm Akımı: İçeriği Minimuma İndiren Sanat
Çağdaş sanat akımları arasında belki de matematikle en yakın dost olanı, yani minimalizm… İçeriği en aza indirgeyen sanat akımı da diyebileceğimiz, 1950’lerin sonlarında ABD’de ortaya çıkmış ve 1960’larda popülerleşmiş, ileri derecede soyut olan bu sanat akımı, basit geometrik şekilleri birer sanat eserine dönüştüren sanatçılarla halen yaşamaya devam ediyor. Minimalizm akımı nedir, özellikleri nelerdir ve bu akımı dünyada ve Türkiye’de takip eden sanatçılar kimler, gelin birlikte inceleyelim.
Minimalizm nedir?
Soyut dışavurumculuk akımının yaygınlaştığı dönemde, bu akımın ortaya çıkardığı soyut eserlerin bir şeyleri simgeliyor, ifade ediyor oluşu ve izleyicinin bunlar üzerine düşünerek bir duyguya ulaşmasının beklenmesi bazı sanatçılara oldukça zorlayıcı, izleyici uzaklaştırıcı ve akademik gelmeye başlamış. Bunun üzerine ortaya çıkardıkları minimalizm akımıyla da, o düşünce sürecini aradan çıkarmışlar. Minimalizm akımı ile doğrudan geometrik şekiller ve renkler üzerinden bir şeyler hissetirmeyi amaçlayan basit ve sade – ya da minimal bir iletişim kurmak hedeflenmiş. Aynı dönemde ortaya çıkan çağdaş sanat akımları pop art ve kavramsal sanattan farkı da ikisinin arasında bir yerde olması: Minimalizm ne kavramsal sanat gibi bazı objeler ve figürlerin ifade ettikleri üzerine düşündürmeyi hedefliyor ne de pop art gibi tanıdık ve somut imajlar kullanıyor.
Özetle minimalizm akımı, görünenin ötesinde bir gerçeklik ifade etme amacı olmayan ve izleyicinin sadece gördüğü şekillerle ilişki kurmasını hedefleyen bir sanat akımı. Akımın öncülerinden Frank Stella minimalizmi, “Gördüğünüz şey, gördüğünüz şeydir.” diyerek özetliyor.
Minimalizm Akımı ve Özellikleri
Minimalizmin en önemli özellikleri, geometrik figürlerin ya da geometrik formlara soyutlanmış figürlerin kullanılması, bunların basit ve sade bir şekilde ifade edilmesi, resimlerin keskin hatlarla birbirinden ayrılmış renklere, heykellerin keskin hatlara sahip olması. Minimalist resim sanatında sıkça rastlanan bir diğer eğilim ise monokrom (tek renk) kullanımı. Minimalizm akımı, resimden heykele, baskıdan yerleştirmelere birçok farklı medyumda karşımıza çıkabiliyor.
Minimalizm Sanatçıları
Minimalizm akımı onunla başladı diyebileceğimiz sanatçı, Frank Stella. Resim, heykel ve baskı eserleriyle tanınan, 1936 doğumlu, ABD’li sanatçı, kariyerinin ilk yıllarından itibaren soyut dışavurumculuğun temsil ettiği sanatsal anlayışa karşı çıkmış. Yine bu akımın temsilcileri olsalar da, Barnett Newman’ın düz yüzeylerden oluşan ve Jasper Johns’un hedef tahtalarını andıran resimleri Frank Stella’ya ilham vermiş ve 1959’da Black Paintings adlı resim serisine başlamış. Siyah bantlar halinde boyanmış bu resimler, henüz 25 yaşında bile olmayan sanatçıya sanat çevrelerinde ün kazandırmış. İlerleyen yıllarda benzer resim ve baskıları, bu kez farklı geometrik şekiller ve farklı renklerle geliştiren Frank Stella, şekilli tuvalleriyle (geleneksel kare ya da dikdörtgen tuvallerin dışındaki şekillerde) de dikkat çekiyor.
Üst üste yığılmış bloklar, bir yüzeye döşenmiş karolar ya da düzenli bir şekilde dizilmiş parçalar… Tüm bunların ortak özelliği, karşıdan ya da yukarıdan bakıldığında ızgaralı bir form oluşturmaları – minimalizmin öncülerinden olan Carl Andre‘nin ilgisini çeken de bu form olmuş. 1935 doğumlu ABD’li sanatçı, ahşap bloklar, tuğlalar, ahşap, mermer ya da metal karolar gibi farklı malzemeler kullanarak yaptığı heykelleriyle kimi zaman zemini ,kimi zaman bir köşeyi, kimi zaman tüm bir odayı ya da boşluğu kaplıyor. Fakat Carl Andre, minimalizmin öncülerinden biri olarak değil, suçu kanıtlanamamış bir katil olarak anılıyor. Kendisi de bir sanatçı olan eşi Ana Mendieta‘yı bir tartışmaları sırasında otuz dördüncü kattaki dairesinin camından aşağı iterek ölümüne sebep olan ve ikinci derece cinayetten yargılanan Carl Andre, tanık ve delil olmayışından dolayı beraat etmiş olsa da, günümüzde eserlerini sergileyen her müze ve galeri protestolarla karşılaşmaya devam ediyor. En son 2017’de Los Angeles’taki MOCA’da bir sergisi açılan Andre, kalabalık bir grubun protestosuyla karşılaşmıştı.
Minimalizm ve kavramsal sanatın öncülerinden olan Sol LeWitt, iki veya üç boyutlu, renkli geometrik formlarıyla hemen tanıyabileceğiniz bir sanatçı. Yaşamı boyunca verdiği binlerce eser, kağıt üzerine yapılmış çizimlerden duvar çizimlerine, heykellerden baskı edisyonlarına, yerleştirmelerden sanatçı kitaplarına kadar birçok farklı medyumda karşımıza çıkıyor. Üç boyutlu cisimlerin iki boyutlu siyah-beyaz çizimleri, aynı geometrik formların renkli uygulamaları, heykelleri, tüm duvarı kaplayan ve kimi zaman iki boyutlu yüzeylere üç boyutlu izlenimi veren çizgisel desenler Sol Lewitt ile özdeşleşmiş karakteristik bir minimalizm imgesi olarak sanat tarihinde yer etmiş durumda. 1928 – 2007 yılları arasında yaşayan Sol LeWitt‘in eserleri bugün dünyanın en önemli çağdaş sanat müzelerinde karşımıza çıkarken, sanatçının kamusal alandaki en önemli eseri Litvanya’nın başkenti Vilnius’taki Europos Parkas parkında bulunan Double Negative Pyramid.
Ziyaret ettiğiniz herhangi bir çağdaş sanat müzesinde bir anlığına da olsa gördüğünüzün bir eser mi yoksa IKEA rafları mı olduğu konusunda tereddüte düştüyseniz eğer, muhtemelen Donald Judd‘la tanışmışsınız demektir. Judd’ın 1965’te yayınlanan Specific Objects makalesi ile aynı dönemde yapmaya başladığı heykelleri, modern heykel sanatını şekillendiren eserler arasında sayılıyor. Judd’ın yerde duran ya da duvara monte edilmiş, keskin hatlı ve monokrom geometrik bloklardan oluşan heykelleri ya da kimi zaman tüm odayı kaplayan yerleştirmeleri, mekanı ve boşluğu oldukça basit formlarla yeniden tanımlıyor. 1928 – 1994 yılları arasında yaşayan Donald Judd, minimalizm akımı denince akla gelen ilk isimlerden olmasına rağmen, yaşamı boyunca bu isme şiddetle karşı çıkmış ve işlerini “karmaşık düşüncenin basit ifadesi” olarak tanımlamış.
Günümüzde de oldukça popüler olan neon ve floresan ışıklı eserlerin öncülerinden biri, 1933 doğumlu, ABD’li sanatçı Dan Flavin. İlk eserleri soyut dışavurumculuğun izinden giden çizim ve resimler olan Dan Flavin, New York’taki Doğal Tarih Müzesi, Guggenheim Müzesi ve MoMA gibi müzelerde posta görevlisi, güvenlik görevlisi ve asansör operatörü gibi görevlerde çalışırken minimalizmle ve Sol LeWitt, Lucy Lippard ve Robert Ryman gibi temsilcileriyle tanışmış – hem gerçek anlamda hem de mecazi anlamda. Floresan ışıkları ilk kez The Diagonal of Personal Ecstasy (the Diagonal of May 25, 1963) eserinde kullanmış; bu eser 45 derecelik bir açıyla duvara dayanmış sarı bir floresan ışıktan ibaret. Kariyerine hala floresan ve neon heykeller ve monokrom ya da renkli ışıklardan oluşan yerleştirmelerle devam eden sanatçının, dünyanın farklı kentlerindeki kamusal alanlarda da birçok eseri sergileniyor.
Klein Mavisi‘ni duymuş muydunuz? Fransız sanatçı Yves Klein‘ın, monokrom tablolarıyla minimalizme ilham verdiğini söylemek mümkün. 1949’dan itibaren monokrom tablolar yapan Klein, bunları ilk kez 1950’lerin ortalarında sergilemiş. Yaşadığı şehirlerle özdeşleştirdiği renkleri tüm tuvali kaplayacak şekilde kullanan sanatçının turuncu, sarı, kırmızı, pembe ve mavi monokromları ilk başta olumsuz eleştirilerle karşılaşmış. Bugün Klein Mavisi olarak anılan mavi renkteki tablolardan oluşan sergisi ise büyük bir başarı elde etmiş. 1928 – 1964 yılları arasında yaşayan Yves Klein, her biri ABD’den çıkan minimalizm, performans sanatı ve pop art gibi çağdaş sanat akımlarına ilham olmuş bir sanatçı ve bir öncü.
Minimalizm deyince, bu sanatçıların yanı sıra Agnes Martin, Robert Morris ve Yayoi Kusama‘nın da adını anmak gerekiyor. Türkiye’de ise minimalizm akımı özellikle heykel alanında temsil ediliyor; Şadi Çalık ve İlhan Koman‘ın geometrik formlara soyutlanmış eserleri, ilk akla gelen örnekler. Resim sanatında ise Tülin Onat, Server Demirtaş ve Mürteza Fidan‘ın işlerini saymak mümkün.
İlginizi çekebilir: ArtsyMagger’dan Çağdaş Sanat’a Giriş: Akımlar, Sanatçılar ve Önemli Eserler
İlk yorumu siz yazın!