“Bilinçli ve incelikli bir şekilde yaşamak, hayatın yalnızca temel olgularıyla yüzleşmek, öğreteceklerini öğrenip öğrenemeyeceğimi anlamak ve ölüm kapımı çaldığında yaşamamış olduğumu görmemek için ormana gittim.” –Walden

Sekoya Ağacı
Sekoya Ağacı – Muir Woods Broşürü | Fotoğraf: Deniz Cengiz / @dnztpkn

Sekoya Ağacı

Üniversite yıllarımdan 30’lu yaşlarıma kalan bir hayaldi sekoyaları görmek. Botanik dersinde adı geçmişti. “Sekoya ağaçları; dünyanın en uzun canlısı olarak bilinirler, 130 metreye varan boyları vardır, ortalama 100 metredirler.” Normal bir ormanda dahi enerji patlaması yaşayan ben sekoyaların olduğu ormanda nasıl hissederdim diye az düşünüp, hayalini kurmamıştım. 

Sonunda geçen seneki tatil rotamı çizerken hayalimin peşinden gitmeye karar verdim ve yönümü batıya çevirdim. – genelde dünyanın doğusundan keyif alıyorum – San Francisco her yönüyle çok keyifliydi, fakat anlatmak istediğim sekoya ormanı olduğu için sizi şehrin detaylarına boğmayacağım. 

İlginizi çekebilir: Deniz Cengiz’den Katmandu

Muir Woods Redwood Forest Konum

Sekoya Ağacı
Sekoya Ağacı | Fotoğraf: Unsplash / Caleb Jones

Benim ziyaret ettiğim ormana San Francisco’dan sadece 1 saatlik araba yolculuğuyla, Golden Gate’ten karşıya geçtikten sonra ulaşılıyordu.

Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Parkın sayfasında ağaçlara dair bazı bilgiler mevcut, ortalama 70 metre uzunluğundaki ağaçlar kuzeye gittikçe 115 metreye ulaşabiliyor. Bu parktaki sekoyaların yaşları 600-800 arasında değişiyor, en yaşlısı 1200 yaşında. Yaşlı olarak hitap etsek de aslında bu ağaçların genel yaşına göre ve 2200’ü görebileceklerini düşünürsek, 1200 genç bir yaş olarak kalıyor. Ayrıca parkta yürürken ölmüş ve devrilmiş ağaçlarda görüyorsunuz. Bu ağaç gövdeleri böcekler, amfibiler, kuşlar ve memeliler için bir habitat oluşturuyor, aynı yaşayanlar gibi. 

Ağaçlara dair bilgiler bu şekilde…

Doğaya Dönük Zeka

Bir de ormanın insana hissettirdikleri var, hele ki benim gibi doğaya dönük bir zekaya sahipseniz. (Görsel zeka, işitsel zeka gibi zeka sınıflandırmalarına yeni katılan zeka çeşidi ‘doğaya dönük zeka’.) Bu seyahatin maneviyatımla bir ilgisi vardı. Çok heyecanlandım, çok duygusallaştım, ormana doğru araba kullanırken bile duygudan duyguya geçtim. Belki de sekoyaların heyecanından Golden Gate köprüsünün tadını bile yeterince çıkaramadım. Ve sonunda oradaydım.
Serinlikte…
Sessizlikte…
Yeşilin göğe en yaklaştığı yerde…

Sekoya Ağacı
Sekoya Ağacı ve Ben | Fotoğraf: Deniz Cengiz / @dnztpkn

Şimdi yazarken bile heyecanlanıyorum, orada hissettiklerimi anlatmak hiç basit değil. Küçücük oluyorsun orada, küçücük bir canlı, karınca gibi bir şey. Ağaçların ucu gözükmüyor, fotoğrafını bile çekemiyorsun, ormanın kuralları başka, ışığı başka, kadrajı başka, olmuyor. Yıllardır öğrendiklerin yetmiyor bu dev ağacı fotoğraflamaya. Derdin bu değil zaten senin de.
O kadar dev ki, gövdesine on kişi aynı anda sarılabilir; o kadar büyük ki, milyonlarca kuş üstünde barınabilir. Hayat fışkırıyor her dalından, yaprağından. Kökleri almış başını gitmiş. Ayaklarına dolanıyor…

Kafanı önüne indiremiyorsun, hep yukarı bakıyorsun, onlar da sana yukarıdan bakıyor ama o kadar sevgi dolu, o kadar korumacı. Biz onları korumasak da, onlar bize öyle güzel bakıyor ki… Yüreğin serinliyor yaprakların uğultusunda, gözünden yaşlar geliyor o ihtişamın karşısında. Tüm gerçeklik değişiyor…

Ağaç Meditasyonu

Kendimi kötü hissettiğimde, gergin veya huzursuzken, bir ağaç hayal ederim oturduğum yerde. Daha doğrusu bir ağaç olduğumu, rüzgarın uğultusuyla yapraklarım hışırdar, sabahın ilk ışıklarıyla hücrelerim enerji dolar, köklerim toprağı kavrar, hava soğur, mevsimler geçer, yapraklarım dökülür… Yapraksız kalırım, hala aynı ihtişamımla, hala aynı canlılığım ile geçer kış günleri. Sonra hava ısınır, tomurcuklanırım, yapraklarım yeşerir, çiçeklenirim bile.

Direnmem, dökmeyeceğim işte yapraklarımı demem, rüzgar çok esti, yeter artık yoruldum demem. Hayatın bana getirdiklerinin hep benim için olduğunu bilir, ona uyum sağlarım.

İşte bir ağacın bilgeliği.

100 metrelik bilgelerin arasında olmak, paha biçilmezdi. İyi ki…

Kapak Fotoğrafı: Unsplash / Vladimir Kudinov