İlk yorumu siz yazın!
Ben, Kirke: Cadı Tanrıça'nın Kendini Bulma Hikayesi
‘Ben, Kirke’ hayatımın diyebilir miyim bilmiyorum ama kesinlikle bu senenin en sevdiğim kitabıydı benim için! Bu kadar iddialı bir girişin ardından, bakalım ne kadar objektif bir eleştiri/inceleme yapabileceğim. Kitabın konusu, kurgusu, üslubu, dili, yazarın kendisi… hepsi birlikte kitaptan aldığım keyfi kat kat artırdı. Bulduğum her fırsatta kitabı okumaya koştum, Kirke’nin hikayesi beni sürekli kendine çekti.
Bu yazı bazı okurlar için spoiler içeriyor olabilir.
Hissettirdikleri ve konusundan önce kitabın somut özelliklerinden bahsetmek istiyorum. Kitabın dili uzun zamandır okuduğum hiçbir kitaba benzemiyordu. Anlatılanlar dışında okumak eylemi uzun zamandır tatmadığım bir haz yaşattı ve bu duyguyu özlediğimi itiraf etmeliyim. Kitap bir sürü olayla dolu olmasına rağmen bu kadar akıcı olmasının sebebi bence kullanılan dil. (Bu noktada çevirmeni de tebrik etmek lazım diye düşünüyorum, çünkü bu kadar karakter, olay ve terimle dolu bir kitabı çevirmek kolay olmasa gerek.) Kitabı okurken biraz yavaş aktığı hissine kapılabilirsiniz ama aslında çok doğal, sade, sakin ve armonik bir akışı var, bence bunun sebebi ise az önce bahsettiğim, kitabın doluluk oranı. Yani 2 sayfa okuduğunuzda bile 10 sayfa okumuşsunuz gibi hissettiriyor, kitapta boş bir cümle yok; çünkü kitap ölümsüz bir tanrıçanın hayatının yeni bir kurgusu ve anlatılacak çok şey var.
Yazarı Madeline Miller’ın Antik Yunan üzerine aldığı eğitim ve 9 senedir konuyla ilgili ders veriyor olması beni ayrıca etkileyen bir nokta oldu. Sonuçta okuduğum metin konu hakkında eğitimli ve yetkin birinin elinden çıkmıştı ve bu bir şekilde güven veren bir his. Yazarın henüz 2 kitabı var, ‘Ben, Kirke‘ okuduğum ilk kitabıydı ve ‘Akhilleus’un Şarkısı‘ adlı diğer kitabını da mutlaka okuyacağım.
Evet kitap Yunan mitolojisinin çok içinde birçok efsaneyi birbirine bağlıyor, atıflar yapıyor. Ama aynı zamanda hiç bilmediğimiz, duymadığımız yönlerini de ortaya koyuyor. Yani eğer Yunan mitolojisine azıcık ilginiz varsa bu kitabı mutlaka okuyun, yoksa da okuyabilirsiniz, ama ilgilenenler mutlaka okumalı. Yazının devamında yazacaklarım spoiler gibi görünebilir ama az çok aşinayız efsanelere, o yüzden spoiler sayılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani en azından Zeus’un kim olduğunu, bir iki tane Tanrı ismini hepimiz biliyoruzdur değil mi? Bu kadar bilmek de yeterli zaten. Ayrıca kitabın sonunda ayrıntılı bir karakter dizini var ama oraya karakterlerin isimleri geldikçe bakmanızı öneririm, çünkü çok fazla spoiler var.
Kitabın konusuna gelirsek, Kirke; Güneş Tanrısı Helios’un kızı. Annesi, babası kardeşleri ve akrabaları tarafından ‘sevilmeyen’, herkesten farklı olduğu için dışlanan Kirke’nin hikayesini kendi ağzından okuyoruz. Homeros’un Odesa’sında Kirke beyaz atlı prensini bekleyen, Odysseus’un kurtarmasına muhtaç bir kadın olarak anlatılırken, Madeline Miller’ın versiyonunda Kirke Zeus’a bile başkaldırabilen bir karakter. Bu anlamda, erkek egemen tanrılar topluluğunu sürekli erkeklerin ağzından dinlemektense kadın bir anlatıcımızın olması, kendi yaşamını kendi ağzından dinlememiz, merkezde hep Kirke’nin olması çok ayrı bir bakış açısı kazandırıyor. Bütün bildiğimiz efsanelerin pürüzsüz bir şekilde birbirine bağlanıp yeniden kurgulanması diyebiliriz hikaye için.
Tüm tanrıların aksine Kirke güçleri olmayan, çelimsiz, çirkin sesli ve yalnız bir tanrıça olarak çıkıyor karşımıza. Ancak daha güçlerinden haberi yokken bile bir ölümlüyü tanrıya çevirmek ve ölümsüz birini canavara dönüştürmek gibi Olimposlu tanrıların bile güçlerinin yetmeyeceği şeyler başarıyor. Hepsini de var olmak için yapıyor. Sonrasında, Güneş tanrısı Helios ve karısı Perseis’in (Okeanos’un nympha kızlarından biri) çocuklarında öteki tanrılardan farklı güçlerin olduğu ortaya çıkıyor. Dünyada var olan malzemeler ve efsunlu sözleriyle büyü yapabiliyorlar, bu çocuklar bizim bildiğimiz anlamda ‘cadı’.
Kirke de bu çocuklardan biri. Yaptıklarından dolayı da Aiaie Adasına sürgüne gönderiliyor. Bütün cadılık güçlerini keşfettiği, kendini bulduğu yere. Babasının saraylarından, büyük salonlarından daha çok seviyor burayı Kirke, adayı keşfediyor, hayvanlarla inanılmaz bağlar kuruyor. Bir süre sonra ziyaretçileri gelmeye başlıyor adaya; korsanlar. Bütün efsanelerde Kirke’nin hayatıyla ilgili sadece bu kısım anlatılıyor; korsanları domuza çevirmesi. Ama Madeline Miller’ın versiyonunda okuyoruz ki bu ziyaretçiler aslında sadece Kirke’nin zenginliklerinden ve vücudundan yararlanmaya çalışan kişiler. Yine de insanları domuza çevirmeyi haklı kılar mı bilmiyorum ama bence nefsi müdafaa sınırlarına dahil bir hareket.
Kirke o kadar kompleks bir karakter ki, hiç özgüveni olmayan birinden güçlü bir kadına dönüşümünü izlemek, kitapla birlikte Kirke’nin gelişimini okumak çok çok keyifliydi. Bunlar dışında anlatmak istediğim, hakkında konuşmak istediğim çok şey var; çok sevdiğim Daidalos, hiç hoşlanmadığım Odysseus, bu kişilerle tanışmaları, ilişkileri, adaya gelip gidenler, Kirke’nin sevdikleri için yapabildikleri… daha bir sürü şey. Ama bunlar bilinen efsanelerden fazlasını anlatmak olur ve spoiler vermeyi hiç sevmem. En iyisi siz bir an önce kitabı edinip okumaya başlayın.
Son olarak kitapta beni çok etkileyen yerlerden biri, Kirke’nin ölümlü yakınları hakkında düşündükleriydi. Ölümlüler çok da uzun olmayan yaşamlarının sonunda yaşam sonrası bir diyarda bir araya gelip sonsuza kadar orada birlikte kalabilecekler. Ama Kirke hiç ölmeyecek ve çok sevdiği ölümlü insanları bir daha göremeyecek. Ölümsüzlük hep çok istenilesi bir şey olarak gelmişti, Kirke’nin bu fikirlerini duyana kadar.
İlginizi çekebilir: Kübra Ketenci’den Marc Levy: Dünya Edebiyatında Eşsiz Konularıyla Bir Fransız
Kitabı buradan satın alabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Kübra Ketenci
Ben de bu kitaba yeni başladım, hatta sonrasında burada yazarım dedim ki senin yazını gördüm 🙂 Süper.