İlk yorumu siz yazın!
The Two Popes: Uzlaşma mı, Değişim mi?
Netflix’in 2019 yılındaki birçok orijinal filminden biri olan The Two Popes, yirmi birinci yüzyılda Papa makamını doldurmuş iki ismin, Papa XVI. Benedict ve Papa Francis’in gerçek hikâyesini anlatıyor. Katolik Kilisesi’nin ortaya çıkan skandallar sonucu kan kaybettiği günleri işleyen ve Papa Francis ile geçireceği sözde reformun sinyallerini veren film, Jonathan Pryce ve Anthony Hopkins’in performansları sayesinde vaazını dinlettiren, Kilise’nin avukatlığına soyunan bir film.
2010’ları geride bıraktığımız günlerde, onyılın dünya tarihine geçecek akılda kalıcı olayları arasında Katolik dünyasını ve Vatikan’ı sarsan bir olayı saymamak mümkün değil: Papa XVI. Benedict ya da gerçek adıyla Joseph Aloisius Ratzinger, 2005 yılında getirildiği Papalık makamından istifa etmişti. Yüzyıllardır ölene dek makamda kalan Papaların aksine bir karar alan Ratzinger, gerekçe olarak yaşlılığını gösterse de, 2010’lar boyunca kendisini zorlayan birçok skandalın bu kararda etkisi olduğunu düşünmemek mümkün değil. Vatikan’ın yıllar boyunca bilip de bilmezlikten geldiği, üzerini örttüğü, çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarının çokça konuşulması ve ortaya çıkışı, yolsuzluk ve şantaj vakalarının Vatican-Leaks’le belgelenmesi… İstifanın hemen ardından görece ilerici, hatta devrimci denilebilecek fikirlere ve öğretilere sahip bir kardinal, Jorge Mario Bergoglio, Pope Francis olarak makama seçilmişti. İşte, Anthony McCarten‘ın yazdığı ve Fernando Meirelles‘in yönettiği, Netflix orijinal filmi The Two Popes‘a ismini veren iki Papa, bu iki Papa.
The Two Popes‘un ilk yarısı, kardinallikten istifa etmek isteyen ve dilekçesini imzalatmak için Buenos Aires’ten Roma’ya gelen Bergoglio’nun, ilerici ve aykırı düşünceleri nedeniyle kendisinden hazzetmediği her halinden belli Papa XVI. Benedict’i ziyaretiyle geçiyor. İkilinin yer yer pasif agresif, yer yer politik, yer yer birbirine hak veren sohbetleri arasında önemli bir nokta dikkat çekiyor. Uzlaşma ve değişim arasındaki fark. Bergoglio, geçmişteki bazı demeçlerinin ve kararlarının Papa’yı kızdırdığının farkında ve belki de almak istediği imzayı garantilemek için ona değiştiğini kanıtlamaya çalışıyor. Filmin, hemen ertesi gün Vatikan’da geçen ikinci yarısında ise bu kez değişimden söz eden, istifa etmeye karar veren Papa oluyor.
Din ve muhafazakarlığın daimi ilişkisinde değişimin yeri var mıdır? Binlerce yıllık gelenekleri muhafaza etmeye programlanmış bir kurumun değişmeye niyeti var mıdır? “İlerici”, “devrimci” bir din adamının en yüksek makama getirilmesi, değişimdense zoraki bir uzlaşı, yani bir şeylerden ödün vererek anlaşmaya varmak için harcanan bir çaba mıdır yoksa? The Two Popes, tüm enerjisini uzlaşma ve değişim arasındaki farka dikkat çekerek, hataları, suçları ve yanlışları kanıtlanmış bir kurumu ve Katolik dinini güzellemek için harcıyor aslına bakarsanız. Ve diyor ki, boşanma, kürtaj ve eşcinsellik gibi konularda dahi çağa ayak uydurmaya, kapsayıcı olmaya gayret eden Papa Francis, değişimin kanıtı… Hatalarını kabul etmek, özeleştiri yapmak ve hatta kendisiyle dalga geçebilmek, en büyük erdemlerden biridir aslında. Fakat The Two Popes‘un hem Kilise’nin hem de Papa Francis’in geçmişindeki hataları (gereğinden fazla uzatarak) ortaya döktüğü anlar, erdemli bir kabullenişten çok değiştiğini kabul ettirmek için kurgulanmış bir gösteriye benziyor. Ve tüm bu gösteriye, Sistine Şapeli’nin arka odasına Fanta içip pizza yiyen, birlikte futbol maçı izleyen, Dancing Queen mırıldanan, birbirine tango öğreten iki Papa’nın şirinlikleri eşlik ediyor. Üstelik suçu izleyenle bölüşme cüretini bile gösteriyor film: Suçlanacak kimse yoksa, herkes suçludur.
The Two Popes’un etik açıdan düşünüldüğünde çok yanlış gelen senaryosu, Anthony McCarten‘ın imzasını taşıyor – yani The Theory of Everything, Darkest Hour, Bohemian Rhapsody gibi, önemli insanların biyografilerini suya sabuna dokunmadan, muhafazakar ve tribüne oynayarak işleyen filmlerin senaristinin. Üzerine düşünmeden izlendiğinde keyif bile alacağınız, sizi ele geçiren, olacakları merak etmenizi sağlayan bir kalemi var McCarten‘ın. Üstelik bu kez bir tiyatro oyunu uyarlaması söz konusu olsa da, Cidade de Deus / City of God ve The Constant Gardener gibi filmlerle tanıyabileceğiniz Fernando Meirelles sinemasının hareketli kamerası ve dinamik kurgusu sayesinde bunun bir tiyatro uyarlaması olduğunu anlamak neredeyse imkansızlaşıyor. Bergoglio’yu canlandıran Jonathan Pryce ve Ratzinger’i canlandıran Anthony Hopkins‘in performansları akılda kalıcı, etkileyici ve Oscar-yemi seviyesinde. Bütçe sıkıntısı olmayan Netflix sayesinde buna bir de Sistine Şapeli’ni yeniden inşa edecek kadar cesur bir prodüksiyon ekleniyor ve ilgiyle izlememek tamamen imkansızlaşıyor.
2018’in En İyi Film Oscar ödülünü kazanan Green Book‘un sözde ırkçılık karşıtlığı ile ilgili olarak beyaz adamın kendisini iyi hissetmesi, kendi kendini ırkçı olmadığına ikna edebilmesi için var olduğunu yazmıştım. İşte The Two Popes da tam olarak böyle bir vicdan rahatlatma aracı; bir kurumun kendiyle yüzleşmesini, “artık değiştik” gösterisini ve tüm hatalarını önümüze dökerek – baştan başlamak için çok geç olsa da – bir silbaştan başlama daveti. Muhafazakarlar kendini iyi hissetsin diye belki… Keyifle, merakla, ilgiyle izlemiş olabilirim – ama yemedim.
IMDb Puanı: 7.7/10
İlginizi çekebilir: Netflix Film Önerileri
Pope Francis'in Dirty War'daki tavrı da apayrı bir tartışma konusu. İki papazı direk kendi kaçırttığına dair güçlü iddialar var, ama çizilen resim pek şeker. Hiç kimse bu kadar yüksek bir role iddia edildiği gibi istemeden, sırf "iyi" olduğu için gelemez zaten. Tatlı bir masal gibi. İzlemesi keyfiliydi ama bak 🙂