Maya Uygarlığı: Gizemini Koruyan Tapınaklar
Bir medeniyetin ortadan kalkışı nasıl mümkün olabilir? Peki şimdi bu 2 milyon nüfuslu Maya uyrgalığı nerede? “Şanslıysanız bugün yine jaguar göreceksiniz” dedi rehberimiz. Tam yanı başımızda tropik ormanın devasa ağaçlarının gölgelerini de aşarak gökyüzüne yükselen tapınakların büyüsüne kapılmaktayken, göz ucuyla 5 yaşındaki kızıma, uzun süredir dizleriyle ilgili sorun yaşayan anneme ve eşime bakıp, “Umarım jaguar aç olmaz” diye iç çektim. Ardından, Türk ordusunun deneyimli emekli komutanlarından atak ancak nahif babamı jagurla hayal etmek epey ilginç oldu. “Kış kış” demeden hemen önce o hayvan için bile empati yapacağını bildiğim canım babam jaguarla karşılaşsaydı önce konuşacaktı, ama olmadı.
Maya Uygarlığı
Chacchobe Konum
Chacchoben’in tören merkezi yaklaşık 6 kilometrekarelik bir alanı kapsıyor. Lagün sayısı ve yağışlı mevsimlerde kalıcı olarak nemli veya sular altında kalan alçak arazilere sahip alanlar olması nedeniyle “Göllerin Bölgesi” olarak bilinen bir alanda yer alıyor ve Chacchoben harabeleri, adını aynı adı taşıyan birkaç kilometre uzaklıktaki köyden alıyor. Chacchoben isminin en çok kabul edilen çevirisi “Place of Red Maize” yani Kırmızı Mısırın Yeri olarak biliniyor. Tam da buradan, İstanbul’dan 11 bin kilometre uzaktan yazıyorum yazılarımı. Ya da şöyle başlayayım yazıma: Kırmızı Mısır’ın Yeri’nden selam olsun!
12 saat uçak yolculuğumuzun ardından, yaklaşık 10 saatlik cruise ile vardığımız Costa Maya’da rehberimiz ve şöförümüzle 30 derece sıcakta bir saat yolculuk sonunda vardık Chacchoben’e. Vardık ama, şehir hayatından dipsiz ormana düşüp macera ruhumuzu bilerken, bu kısmın halka açılan bir demo olduğunu öğrendik. Yani Chacchoben tapınaklarının çoğu hala doğal hallerinde, kendini sarmış bitki örtüsünün altından sırlarının açığa çıkarılmasını ve kendilerinin restore edilmesini bekliyorlar. Chacchoben’in çevresindeki ormanda sadece restore edilmiş veya gömülü tapınaklar yok; pekari, geyik, armadillo, gri tilki, örümcek maymunu gibi birçok fauna türü de bulunuyor bu ormanda. Ormanın derinliklerinde jaguar, ocelot isimli vahşi kediler, puma ve tapir gibi türler bulmak da mümkün. Ormanın kıyısından köşesinden bazı sesler duymak bize yeterli geldi. 🙂
Mayalar’ın M.Ö. 3000’li yıllarda jaguar beslediği hatta köpek ticareti bile yaptığı söyleniyor. Maya uygarlığı günümüze dek yaşasaydı bu eğitim süreci bizlere nasıl yansırdı acaba? Chacchoben bölgesindeki, şu anda bulunduğum yer, ilk insan yerleşimleri M.Ö. 1000 civarında oluşturulmuş. M.S. 360’ta Chacchoben, göller bölgesindeki en büyük topluluk haline gelmiş ve en önemli ritüel plazası olarak Gran Basamento‘yla övünen en prestijli tören merkezi olarak konsolide edilmiş. Gran Basamento, benim de gezdiğim tapınağın ismi. Burası ilk kez Amerikalı arkeologlar tarafından 1972 yılında profesyonel olarak incelenmeye başlanmış. Sürekli olarak izinlere takılan özel şahıslara ait bu toprakta, Ekim 2002’de INAH ve Chacchoben’den insanlar bir anlaşmaya varmışlar. Arazi Cohuo ailesinden kamulaştırılıp restore edilmiş ve kompleksler olarak resmen halka açılmış. 2019’da da ziyareti bize nasip oldu.
Rahatlıkla bir iki insanın içine sığabileceği dev ağaçların oyuklarını düşünün; o oyuklar eskiden ağaçmış! Evet yanlış okumadınız. Köklerinden uzayan yeni dev ağaç, parazit gibi alttaki ağacı sarıp istila ettiği için yaşamı yok etmiş. İçine girip kafanızı çevirip yukarı baktığınızda bazen gökyüzünü bile görebiliyorsunuz. İşte bu saran ağaç türleri ve bitki örtüsü terk edilmiş bu ormanda tapınakları da yavaş yavaş yutmuş.
Tam yanı başımızda gökyüzüne yükselen merdivenlerinden bulutlara uzanan piramitlere bakarken şaman kültürünü düşünüyorum. 10 bin yıla yakın bir süre boyunca, değişik topluluklar kurarak varlığını koruyan Mayalar, İspanyolların Amerika’yı keşfi sırasında, Hristiyanlık inancını yayma misyonu adı altında nüfusunun 20 milyonunu kaybetmiş. Üstelik Mayalar’ın eserleri de katledilmiş. Hatta tapınakların üzerlerine kiliselerin inşa edildiği bile söylentiler arasında.
Güzelim çikolatanın mucidi olan Mayalara ayrıca bir hayranlığım vardı. Bu uygarlık, para yerine kakao kullanıyor ve her şeyi kakao ile takas ediyormuş, bu kısım tam da benlik. Düşünsenize her şeyi bir parça çikolata ile satın alabileceğiniz bir dünya… Mesela sıcak çikolata, bazı ritüellerin özel içeceği; “Oh adağımızı adadık, şimdi içelim” misali…
Buraya kadar gelmişken, kakao eğitimini almadan dönmek olur mu? Hepimiz kolları sıvadık. Hakiki kakao yağının cilde faydaları anlatılırken, sevgili kardeşimi ve kızımı kakao yağları ile güzellik kürleri yaparken buluyorum. Parlayan yağlı kakaolu bir ciltle pırıl pırıl izliyorlar eğitmeni.
Kakao bitkisi, marketlerde görmeye alıştığınız parlak paketli çikolatalara benzemiyor, hatta bu satın aldıklarımızın çoğu kakao bitkisinin sadece kabuklarından yapıldığını öğreniyoruz eğitimde. Buradaki yerlilere göre ucuz, işlemeye değmez diye anılan ve market çikolatalarında kullanılan kakao ile burada tattığımız kakao epey farklı. Yani gerçek çikolatayı, üstelik şekersiz ve balla yaptığımız, baş aşçılarımızın yerliler olduğu açık hava ortamında, çadırdan bozma tezgahlarla süslenmiş yerde, arada tekila ile demlenip 30 derece sıcakta yapıp yeme şansına eriştik….
Ya sıcağın tekilayla buluşması ya da acemi şansından, bambaşka bir lezzetle ve kokuyla kakaoyla yeniden tanıştık ve ve muhteşemdi! Kaldı ki İspanyollar, yani kahraman misyonerler, Mayaların değerli taşları ve hazineleriyle birlikte kakao ve benzeri toprak ürünlerini de sahiplenip yok ederken, arkalarında bu kıtada sadece vahşi yerlilerin kaldığından bahsetmişler. İşte o yerlilerden bir kısmı, İklim değişikliği ve bilinmeyen sebeplerden kültürlerini kendilerine özgü şekilde ama ana dünyadan uzak şekilde yaşamaya devam etmişler ama yine de çoğu bu topraklardan uzaklaşmış. Kimisi de, XV. yüzyıldaki Meksika ve Orta Amerika keşifleri sırasında, İspanyolların nüfusları, dinleri ve dilleri etki altında yaşamaya devam etmiş.
Gizemli dünyaları, şaman kültürü ve sıra dışı ayinleriyle süsledikleri inanışları biraz ürkütücü geliyor bana. Yüzyıllarca etkileşim içinde kaldıkları kültürleri değişkenlik gösterse de günümüzde dahi Maya dilini konuşabilen ve kültürünü taşıyan azınlık bir topluluğun bu ayinlere devam ettikleri ancak artık insan kanı yerine tavuk kanı akıttıklarını yazan makalelere rastlayabilirsiniz.
Mayalar; çanak-çömlekte, tarımcılıkta, matematikte, takvim yapımında ve astronomide ve hiyeroglif yazıda başarılı oldukları kadar tapınaklarının ve saraylarının çoğunu kademeli piramit şeklinde inşa edecek ve bunları kabartmalarla, yazıtlarla süsleyecek kadar gelişmişler de. Gözlemlediğim kadarıyla batıl inançları oldukça yaygın. Antik Maya dünyasında kan sporlarının yeri önemli. Hatta bu oyun, oynarken ölenlerin onurlandığı bir oyun; yani onların gözünde kaybeden yok.
Mayalar ile ortak özelliklerimiz de var. Mesela bizim hamamlara benzer taş duvar ve tavanlardan oluşan ter banyoları, diğer bir deyişle “zumpul-ché“ler kullanmışlar. Sauna mantığına hakim olan, sağlık ve maneviyatı güçlendirme amaçlı bu yerlerde buhar oluşturmak için suyu ateşle, ısıtılmış taşlarla birleştirip, bazen yaprakları da bu karışıma eklemişler. Tıpta da oldukça ilerlemişler. Mayalar dini törenlerinde doğadan elde ettikleri halüsinasyon yapan, flora, tarla çiçeği, bazı mantar türleri, tütün ve alkol özü gibi ilaçlar kullanmışlar. Ruhlar, Tanrılar ve insanlar arasında bağlantı kuran iyi eğitim almış din adamlarına Şaman deniyormuş. Şamanlar ayrıca hastalıklara çare bulmak, verilen kurbanları yer ve gök tanrılarına ulaştırmak, çeşitli dinsel törenler düzenlemek, insanları kötü ruhlardan korumak, fal bakıp gelecekten haber vermek gibi işlerle de ilgileniyormuş. O zamanın sağlık, ulaştırma, dışişleri, milli savunma, diyanet ve planlamanın tekelde toplanması gibi, çok ciddi işler de Şamanların görevleri arasındaymış. Şamanların işleri burada da bitmiyor, büyü bile yapıyorlar… Bir de tabii dini ritüelleri duymayan yoktur, ki özetle insanların Tanrıya adandığı, kurban edildiği seremonilerden bahsediyorum.
Mayalar yaraları insan saçıyla dikerlermiş. Dişçilik konusundaysa protez uygulamalarına, ameliyatlara kadar gelişmiş yöntemler uygulayabiliyorlarmış. Astronomide ve takvimde o denli ilerlemişler ki, uzayla bu denli bağlantının o imkansızlıkta nasıl olduğunu düşünmek başka varlıkların olma ihtimalini mi güçlendiriyor? Bazı Maya piramitleri, astronomik olayları yansıtacak şekilde inşa edilmiş veya bir yılın 365 gün olduğu ve hesaplamalarında günümüz teknolojisinin zor hesaplarla bulduğu sonuçlara yakın sonuçları antik Mayalar çoktan bulmuşlar.
Maya takvimini de kulağınız bir yerden ısırıyordur. Yani kim bu Mayalar ki günümüzde takvimleri konuşuluyor, hakında filmler yapılıyor ve şu anda neredeler? Mayalar ağırlıklı olarak istilalarda parçalanmaya ve benliklerini kaybetmeye başlasalar da, bazı teorilere göre şu anda dünyada var olmayan bir kıtanın küresel ısınma sonucu sular altında kalması ile başta bu bölgelere kaçabilen, sonra yeni iklim değişiklikleri, aktif volkanlar, suların taşması veya kuraklık gibi yine doğa olayları ve salgın hastalıkların da etkisiyle de farklı bölgelere göç eden, Kızılderililerin de ataları olarak bilinen uygarlığın ta kendisi. Bizler Kızılderililere yerliler deriz kısaca ama gittikleri yerlerde pek yerel kalamamış bir topluluk anlaşılan. Peki Mayalar neden antik dünyanın en ileri toplumuyken; matematik, mimari, astronomi, sanat gibi alanlarda günümüzde bile anlaşılamayan ileri teknikleri mevcutken, o dönemde nasıl böyle ihtişamlı şehirler, tapınaklar yapıp bu topraklarda yok oldular?
Bir ada şehri olan Tayasal, Maya Krallığı’nın son bağımsız şehri olarak biliniyor. Bazı İspanyol papazlar burayı ziyaret etmiş ve 1696 yılının sonlarında Itza kralı olan Canek’e vaaz vermişler. 13 Mart 1697 ‘de Yucatan’ın valisi olan Martin de Ursua’ya bağlı olan kuvvetlerce İspanya egemenliğinin altına girmişler.
Yani teorilere göre, Maya merkezleri ve güney ovaları 8. ve 9. yüzyıllarda düşüşe geçmiş ve kısa bir süre sonra da terk edilmiş. Ekolojik sebepli teorilerin dışında; nüfus artışı, yabancı saldırılar, köylü isyanları ve önemli ticari yollarının çöküşü gibi başka inanışlar da mevcut ki resme tümden bakınca bu seçenekler de uygarlığın dağılmasına ciddi yardımcı faktörler. Çağdaş Mayalıların büyük çoğunluğunun Meksika’nın çeşitli eyaletlerinde, Orta Amerika ülkeleri olan Belize, Guatemela El Salvador ve Honduras gibi ülkelerin batı bölümlerinde ikamet ettiği biliniyor. Modern kültüre adapte olsalar da hala eski kültürlerini ufaktan yaşatmakta oldukları da söyleniyor.
Yaptığım araştırmalarda, Atatürk’ün de bu konuyla ilgili merakı olduğunu öğreniyorum. Kendini geliştirmeye adamış ileri görüşlü kurucumuz, Meksika Büyükelçisi aracılığıyla Maya dili ile Türk dili arasındaki benzerlikleri ortaya koymaya çalışmış. Atatürk, 2012 ve Maya kehanetleri ile ilgili çalışmalar yaptırmış. O zamanki Türk Dil Kurumu başkanı İbrahim Necmi Dilmen ile birlikte önemli bir araştırma projesine imza atmış. Bu çalışmalar, şu anda Anıtkabir kitaplığında yer alıyor. İleri görüş ve ufkun genişliği zeka ile birleşiyor ve ülkemizin kurucusu beni bir kez daha hayran bırakıyor.
Merakla, ormanda saklı kalan diğer tapınakların ve gizemlerin su yüzüne çıkacağı zamana kadar Mayalardan şimdilik bu kadar. Keyifli seyahatler!
Kapak fotoğrafı: Unsplash / Jimmy Baum
İlginizi çekebilir: Selin Mutafoğlu’ndan Malezya’da Tapınaklar
yazılarınız sayesinde gitme fırsatı yakaladığımızda daha farkındalığımız yüksek ve keyifli bir gezi olucaktır. Emeğinize sağlık sevgiler 😍