İlk yorumu siz yazın!
Anne With An E: Mutluluk Arayanlar İçin Bir Netflix Dizisi
Ah, bir dizi hakkında yazmak bile insana bu kadar mutluluk verebilir mi? Anne with an E dizisinden bahsediyorsak Evet! bu mümkün. CBC yapımı dizi Netflix’te izleyebileceğiniz en güzel içeriklerden biri. Benim gibi dönem dizilerine, büyüme hikayelerine, kadın haklarına göz kırpan dizilere/filmlere bayılıyorsanız Anne with an E’yi çok seveceğinize eminim. Bir Netflix bağımlısı olarak yazıyorum; sözlerime güvenin!
Bu yazı spoiler hassasiyeti olan kişiler için tehlikeli olabilir.
En kaliteli film deneyimi için Televizyon ve Soundbar önerilerimize göz atın.
Netflix’te ailece izleyebileceğiniz sayılı içeriklerden olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Ailece izlenebilir dediğimde sakın sıkıcı olduğunu düşünmeyin çok çok keyifli ve sonuna kadar merakla izleyeceğiniz bir dizi. Her yaş grubundan insanın da keyifle izleyeceğine inanıyorum. Belli yaş grupları için öğretici, tüm yaş grupları içinse ilham verici bir dizi Anne with an E.
Anne with an E, L.M. Montgomery’nin 1908’de yazdığı ‘Anne of Green Gables’ kitabının bir uyarlaması. Çocuk edebiyatına dahil olan kitabın 1985’te bir uyarlaması daha yapılmış ama onunla ilgili bir bilgim olmadığı için yazıya bu kadar dahil ediyorum. Kitabı da okumadım, ve sanırım Türkçe’ye düzgün bir çevirisi yok. Hepimiz adına üzgünüm.
20 sezonu daha olsa izleyebilecekken, 2017’de başlayan dizi 2020’de 3. sezonuyla final yaptı. Diziyle ilgili beni tek üzen şey bu. Onun dışında oyuncular, sezonlar geçtikçe gelişen senaryo, buna bağlı olarak karakterlerin değişimi, tabi ki kıyafetler, değindiği LGBTQ, feminizm, ırkçılık, ifade özgürlüğü gibi konular… hepsi beni çok mutlu eden şeyler. Ayrıca, asla bunların takibini yapan birisi olmadığımdan, yazıyı yazmak için araştırma yaparken fark ettim ki Anne with an E dizisinin yapımcısı Moira Walley-Beckett aynı zamanda en sevdiğim dizilerden biri olan 2015 yapımı Flesh and Bone’un ve 2008-2013 yıllarında yayınlanıp hala tüm dünyada ilgi çeken Breaking Bad’in de yapımcısı. Bunu fark edince diziye olan sevgim ve saygım bir kat daha arttı.
Dizinin konusuna gelecek olursak; 1890’larda Kanada’da, Prince Edward Adası’nda, artık yaşlandıkları için ev ve çiftlik işlerine yardımcı olması adına bir çocuk evlatlık almak isteyen Marilla ve Matthew Cuthbert kardeşler bir erkek beklerken Anne’in gelişiyle kutsanırlar. 🙂 İlk başta biz erkek istemiştik diye Anne’i ‘geri vermek’ isteseler de sonrasında bundan vazgeçerler ve Anne hem onların hem tüm Avonlea halkının hem de izleyicinin gönlüne girmeyi başarır.
Anne’i bir kelimede tanımlamam istenseydi hiç düşünmeden hayal gücü derdim. İnanılmaz bir hayal dünyası var ve bu özelliği Anne’in yetimhanede zorbalığa uğradığı zamanlarda hayatta kalmasını sağlayan en önemli şey olmuş. Ayrıca okumaya karşı olan ilgisi ve okulda yazdığı yazıların başarısı bu özelliğinden kaynaklanırken aynı zamanda bu özelliğini besliyor da. Pozitif bir karakteri var ama insanı delirten, ‘Bu kadar da olmaz’ dedirten gerçek dışı bir Pollyanna pozitifliği değil. Realist ve izleyicinin de iyi hissetmesini sağlayan, huzur veren bir pozitiflik.
Ve bu rolü Amybeth McNulty’den başka biri bu kadar başarılı oynayabilir miydi bilmiyorum. Anne’in enerjisini ve doğallığını çok güzel yansıttığını düşünüyorum. Ve dizi dışındaki tavırları da dizidekinden çok da farklı değil. Özellikle günümüz çocuk oyuncularına baktığımız zaman… İsim vermek istemiyorum ama Millie Bobbie Brown’un 30 yaşında gibi davrandığını gördüğümüzden beri; normal, yaşının insanı olan başarılı bir çocuk oyuncu görmek beni çok sevindirdi.
Anne dışında çok sevdiğim ve en az Anne kadar iyi çizilmiş olduğunu düşündüğüm bir başka karakter de Gilbert Blythe. Derslerinde başarılı, genel olarak da akıllı, nasıl davranması gerektiğini bilen, efendi bir çocuk. En başından beri aralarında bir çekim olduğunu hissettiğimiz Anne ve Gilbert için 3. Sezonda işler biraz sarpa sarıyor ama nasıl sonlandığından bahsetmeyeceğim spoiler vermemek adına, o kadarını da yapamam size. Ama genel olarak arkadaşlık ilişkilerinde ve tavırlarında, belki de 1800lerin sonunda geçtiği için, birçok diziden daha gerçekçi bir ’15 yaşındaki çocuklar nasıl davranır’ portresi çiziyorlar.
2. sezonda Gilbert’ın siyahi bir arkadaşı Bash’i Avonlea’ye getirmesiyle başlayan ırkçılık karşıtı duruş, 3. sezonda Anne’nin yerlilerden (Indian) Ka’kwet ile tanışıp arkadaşlık kurmasıyla devam ediyor. Gerçeklere dayanan olayda Ka’kwet devlet tarafından alınıp bir okula kapatılıyor ve birçok öteki çocukla birlikte dili ve dini açısından asimile edilmeye çalışılıyor. Öğrendiğime göre Kanada’da bu okulların sonuncusu 1996’da kapatılmış. Utanç verici. Yine 2. sezonda LGBTQ hakları konusu, Anne’nin yakın arkadaşı olan Cole’un gey olarak açılmasıyla karşımıza çıkıyor. 3. sezonda Cole’u mutlu görmek beni çok sevindirdi.
3. sezonda önceki sezonlarda da fark edebileceğimiz feminizm konusunun daha da üstüne gidilmiş ve özellikle öğretmenleri Miss Stacy aracılığıyla kadınların o zaman bile ne kadar çok şey başarabileceği ortaya koyulmuş. Anne ise zaten özgür bir ruh, bunu da arkadaşlarına aşılamakta ve izleyiciye geçirmekte çok başarılı. Feminizm adına dizide kronolojik olarak hatalar olabilir, ama buna takılmayacağım, bana hissettirdiklerine odaklanacağım. 🙂 3. sezonda karşımıza çıkan bir diğer konu da ifade özgürlüğü, Miss Stacy liderliğinde okul gazetesi çıkarmaya başlayan Anne ve arkadaşları ‘Avonlea yönetimindeki bir grup erkek’ tarafından susturulmaya çalışılıyor. Durumu nasıl çözdüklerinden bahsetmeyeceğim, yazıyı olabildiğince spoilersız tutmaya çalışıyorum. 🙂
İlk sezondan beri Anne’i rahatsız eden ama benimse çok sevdiğim bir şey var, Anne’in turuncu saçları. 3. sezonda 1 yaş daha büyümüş ve olgunlaşmış bir Anne’le karşılaştığımız için bunu çok duymuyoruz ama saçları ve çilleri yüzünden dışlanmış hissettiğini biliyoruz. Bununla birlikte çocukluğundan beri içinde tuttuğu bir şeyi ortaya çıkarıyor ve gerçek anne babasını aramaya başlıyor. Bu yolculuk sonundaysa saçlarıyla barışıyor ve kendini olduğu gibi kabul ediyor. Vücut olumlamaya küçük bir selam.
Anne, yaşadıklarına rağmen o yaşında o kadar güçlü kalabilmeni takdir ediyorum. Etrafına yaydığın enerjiye, önyargılarından sıyrılmış olmana, ihtiyacı olan herkesin yardımına koşmana, hayal gücünü bu kadar efektif kullanmana, insanlara ilham vermene çok imreniyorum. Umarım gerçek dünyada senin gibi insanlar vardır ve gittikçe çoğalırlar.
Ve sen okuyucu, bence vakit kaybetmeden diziyi izlemeye başla. Bana sonra teşekkür edersin. 🙂
IMDb Puanı: 8.6/10
İlginizi çekebilir: Kübra Ketenci’den Ben, Kirke: Cadı Tanrıça’nın Kendini Bulma Hikayesi
İlginizi çekebilir: Kübra Ketenci’den The Marvelous Mrs. Maisel: Sahnede Komedyen Bir Kadın
Kapak Fotoğrafı: Netflix
Buna benzer önerebileceğiniz bir dizi varmı varsa bizimle paylaşırmısınız?