Türk Saykedelik Müziğinin Yeniden Keşfi: Bölüm 1
60’lar ve 70’ler, Türk rock müziği ve onların yeni nesil temsilcileri, son yıllarda dünyada ve özellikle Batı’da gittikçe artan bir popülerlikle takip ediliyor. Öyle ki, artık saklanması gereken bir hazine olmaktan çıkıp keşfedilecek ve yayılacak yeni akım haline gelmesi, oralarda neler döndüğünü merak etmeme neden oldu ve kendimi 100 senelik, kocaman bir hikâyenin içinde buldum. Türk saykedelik müziğinin yeniden keşfi ilk bölümüyle nihayet sizlerle…
Bir dakika, siz The Beatles’ı, The Doors’u, Édith Piaf’ı yetiştirmiş şehirler, Türk halk müziğinin havalı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Anadolu rock müziğine, “Türk saykedelik müziği” mi demeliyiz yani? Yoksa “saykodelik” veya psikedelik mi? Selda Bağcan’ı biz de seviyoruz ama sizce o büyülü bir dünyaya açılan kapı mı gerçekten? Barış Manço’yu dinlediğimde ben de ülkeye karşı kaybettiğimi düşündüğüm hisler duyuyorum ama siz onları nasıl hissedebilirsiniz ki? Bu sadece bizimle ilgili değil mi? Müzik on yıllardır oradaydı, neden şimdi? Altın Gün, Grammy adayı mı oldu?! Ama neden?…
“Doğu’nun Doğu ve Batı’nın Batı olduğu ve iki ucun buluşamayacağı fikri bir saçmalık, tarihsel bir yalan.” – Orient Expressions’tan Richard Hame / İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek (2005)
2019 yılının Mayıs ayında, Avrupa Birliği tarafından desteklenen Liveurope platformu kapsamında, Brüksel’in köklü konser salonlarından Ancienne Belgique’de bir panel düzenleniyor. Ancienne Belgique’in sanat direktörü Kurt Overbergh, Türk saykedelik müziğinin son yıllarda “uluslar-ötesi” bir harekete dönüşmeye başlayan etkisini heyecan ve şaşkınlıkla konuklarına sorarak anlamaya çalışıyor.
Heyecanında haksız değil; nitekim rock müziğinin bile başaramadığı şekilde, bir araya gelemezler diye düşünülen ülke ve kültürlerden insanlar bu müzik etrafında buluşarak gruplar kuruyor, DJ’ler Türkiye’ye gelip plaklar topluyor, sonra hem kendileri ülkeyi merak ettikleri hem de insanlar kulüplerin önünde sıralar oluşturacak kadar müziği sevdikleri için tekrar tekrar ziyaret ediyorlar. Takip edebildiğim kadarıyla Avrupa’nın hemen hemen her ülkesinden, Kuzey ve Güney Amerika’dan, Rusya’dan ve farklı Kafkas ülkelerinden, bazı Orta Doğu ülkelerinden, Hindistan’dan, İsrail’den, Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan insanlar, Türk veya yabancı fark etmeksizin, müziğe yoğun ve duygusal bir reaksiyon veriyor. Duydukları müzik karşısında Türkler, en az yabancılar kadar şaşkın…
Tabii ki pek çok farklı keşfediş hikâyesi var. Bazıları, bizim de çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz isimleri duydukları anda bu dünyanın içine düşüyorlar, bazılarıysa kulaktan kulağa yayılan şu “Turkish psych” efsanesini merak ederek… “Türkçe rock”, “Anadolu rock”, “Anadolu pop”, “Türkçe psikedelik”, “Türk saykedelik rock / funk / folk” başlıkları, İngilizce başta olmak üzere pek çok farklı dilde aratılmaya başlıyor. İşin tuhafı, biz farkında bile değilken, sadece en bilinenler değil, isimlerini bile duymadığımız inanılmaz müzisyenlerin işleri de yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor. İlgi o denli artıyor ki, yazar Daniel Spicer, yeterli İngilizce kaynak olmadığı için kendini müzik üzerine bir kitap yazarken buluyor.
Türkçe saykedelik müzik, yer yer bile olsa ana akım tüketim ürününe dönüşmüş değil tabii ki. Dünyaya hâlâ Kuzey Amerika ve Britanya müziği hâkim ancak en çok sevilen müzisyen ve grupların aldıkları tepkilere dair bazı örnekler verecek olursak;
Selda Bağcan, sadece Elijah Wood’un değil, Florence Welch’in, St. Vincent’in ve birçok DJ ve rap müzisyeninin de uzun yıllardır favorisi. Şu an rock yıldızı statüsüne erişmiş şekilde, Tel Avivli mükemmel grup Boom Pam ile birlikte 2014’ten beri dünyayı turluyor.
Videonun altındaki yorumlara kısaca göz atmanız yeterli.
Erkin Koray, Bağcan kadar şanslı değil maalesef. Onu o kadar kırmışız ki, ona ihtiyacımız olduğunu bildiği hâlde Türkiye’den sessiz sedasız ayrılıyor ve yeni müzik yayınlamıyor. Bu konudan ilerleyen yazılarda bahsedeceğim ancak hiç değilse dünyada geç de olsa Koray’ın değeri anlaşılıyor. Erkin Koray için yapılan yorumların özeti; “sadece Doğu ve Batı’yı değil, dünyayı birbirine bağlayabilen bir sihirbaz, rock’n roll ateşini ta içinizde yakabilen bir kral” şeklinde…
Gaye Su Akyol, istikrarlı hayaliyle uzay yolunda… Bir yandan dünyanın pek çok yerinde yıllardır konserler verirken, Aralık 2019’da New York Times’ın kapak sayfasında bir kısmı yayımlanan, hakkında yapılmış oldukça iyi bir makaleyle gazetede boy gösteriyor. Iggy Pop, makalede onu, “parlak, baştan çıkarıcı, karmaşık bir zenginliğe sahip Türk şarkıcı” olarak tanımlıyor.
Altın Gün; Hollandalı, Türk ve İngiliz üyelerden oluşan, Amsterdam menşeli, genç bir müzik grubu… 60’lar ve 70’ler Anadolu rock müziğini yeniden düzenleyerek kaydettikleri Gece (2019) adlı bir albüm çıkarıyorlar, bu albümle En İyi Dünya Müziği dalında Grammy adayı oluyorlar! (Buradaki kategorilendirme meselesine daha sonra geleceğiz.) Törenden ödülle dönemeseler de dünyanın en önemli müzik festivallerinde sahne almaya ve insanları şaşırtmaya devam ediyorlar.
Hatta şaşırtmanın ötesi oluyor diyebiliriz… Örneğin onlarla röportaj yapan Fransız radyo kanalı Lomax, ilham aldıkları farklı kültürlere bakınca; Batı dünyası, küreselleşme, kolonileştirme ve savaşları da düşündüklerini, ortaya çıkan müziğinse bunların tam tersini temsil ettiğini söylüyor. Ardından dünyaya dair bir umut kırıntısı bulmuş gibi saf bir mutlulukla, onların da böyle mi hissettiklerini merak ediyor.
Bu isimler dışında tabii ki Barış Manço ve Cem Karaca’yı da saymalıyız. Ardından Moğollar, 3 Hürel, Tülay German, Mavi Işıklar, Özdemir Erdoğan, Fikret Kızılok, Edip Akbayram, Ersen ve Dadaşlar, Kardaşlar, Erkut Taçkın, Erol Büyükburç, Okay Temiz, o zamanki isimleriyle Mazhar ve Fuat…
Yeni nesil temsilcilerden BaBa Zula, ardından Replikas, Ayyuka, Nekropsi, Orient Expressions, Dinar Bandosu ve Hayvanlar Alemi, aslında başından beri ülke dışında da ilgi çekmişken şimdilerde insanların radarına çok daha doğal şekilde giriyor. Derya Yıldırım & Grup Şimşek, Altın Gün’de olduğu gibi Turkish psych enerjisinden doğmuş, farklı ülkelerden üyelere sahip bir diğer genç grup ve 2019’da ilk albümlerini çıkarmalarının ardından uzunca bir süre devam eden Avrupa turuna çıkıyorlar.
Janra daldığınızda bu isimlerle karşılaşmak pek şaşırtıcı olmayabilir. Peki ya Âşık Veysel, Neşe Karaböcek, Kamuran Akkor, Orhan Gencebay veya Arif Sağ? Âşık Veysel’in büyüsü, bizim kadar Türkçe bilmeyenleri de etkiliyor, hatta onun sayesinde dili öğrenmeye başlayanlar oluyor. Joe Satriani, 2008 tarihli albümüne Veysel’den etkilenerek yazdığı 2 parça ekliyor. Neşe Karaböcek’in 1977 yapımı Yalı Yalı’sı, DJ’ler tarafından en çok düzenlenenler arasına giriyor. Dinleyince nedenini anlıyorsunuz çünkü orijinal hali aklınızı başınızdan alıyor. Ya da Şakir Öner Günhan’ı, Beybonlar’ı, Gökçen Kaynatan ve Mustafa Özkent’i duymuş muydunuz? Yazı için araştırmalar yapana kadar ben maalesef duymamıştım ve zaten –sonradan güvenilir olmadıklarını kanıtlasalar da– İngiliz bağımsız plak şirketi Finders Keepers, Gökçen Kaynatan ve Mustafa Özkent’in kayıtlarını tekrar basıp dağıtana kadar birçoğumuz da onların isimlerini duymuyoruz. Ancak onları tanıdığınızda, bu iki adamın dehası sizi hayrete düşürüyor.
The Strokes solisti Julian Casablancas, yeni grubu The Voidz ile 2015 yılında çıkardıkları 13 dakikalık single “Human Sadness” ve video klibinin, 70’ler Türkçe şarkılarından esinlendiğini söylüyor ve klipteki performansın 73’te Türkiye’de geçtiğini hayal ediyor. Belki de Erkin Koray’ın, Ahmet Güvenç ve Ayzer Ganga’yla beraber, beyaz duvarlı arka plana sahip bir TRT stüdyosunda, saten perdeden yaptığı takım elbiseyle söylediği Cemalim’ini izlemiştir, kim bilir?
Son olarak, efsanevi müzik grubu Talking Heads’in solisti David Byrne, Mayıs 2019’da sitesinde hazırladığı radyo programlarının birinde çalma listesinin temasını Anadolu Müziği olarak belirliyor. Onu bu dünyayla tanıştıransa Barış Manço’nun müziği… Listeye Manço ve saykedelik dışında keşfettiği farklı türde müzikleri de ekliyor; Sezen Aksu, Candan Erçetin, İbrahim Tatlıses… Yanlarındaysa küçük bir not: “Türkiye şu anda sağ popülist kanadın egemenliği altında ama müzik bize hâlâ yaşayan funk Anadolu ruhunun bu karanlık gecenin ardından hayatta kalabileceğini, tekrar uyanacağını ve hepimizi şaşırtacağını söylüyor.“
Panele dönüyorum. Radyocuların Altın Gün’den büyük soruyu cevaplamasını beklemeleri gibi Kurt Overbergh da konuklarına, “Politikacılar bu müzikten bir şeyler öğrenebilirler mi sizce?” diye soruyor. Türkiye – Danimarka – İsrail kökenli üyelere sahip Danimarka menşeli grup Hudna’dan Orhan Özgür, buna tüm iyi niyetiyle inanıyor; Belçikalı DJ Karolien Polenus de oldukça umutlu… Türkçe saykedelik müziği araştırmak için 2015 yılında kısa süreliğine İstanbul’a gelen, sonrasındaysa buraya yerleşen Polonyalı DJ ve antropolog Kornelia Binicewicz ise, Siya Siyabend’in Hayyam’ını feci şekilde hatırlatan sözlerle tartışmaya katılıyor: “Öğrenemezler çünkü bakmıyorlar, istemiyorlar, sadece güçlerini insanlar üzerinde kullanmak istiyorlar. Öğrenmek istemiyorlar, öğrenmeyecekler de…” Binicewicz, her gün yaratıcı bir arkadaşının; bir müzisyenin, tasarımcının, bilgisayarcının başka bir ülkeye gittiğini, Türkiye’nin, yeteneklerini başka yerlere vermeyi seçen insanlar nedeniyle çok acı çekeceğini söylüyor.
Tartışma devam ediyor. O sırada iki İstanbul Belediye seçimi arasında Brüksel’e gelen Binicewicz, başka bir var olma durumundan geldiğini anlatmaya çalışıyor. “Gerçeklik böyle!” diyor neredeyse isyan eden bir sesle ama ortamdaki umut ve heyecan, sözleri duymak istemiyor. Benimse zihnimde küçük bir çatışma başlıyor; hangisi gerçek? Gaye Su Akyol gösterene kadar cevabı bulamıyorum.
Devamı 2. bölümde. 🙂
Kapak fotoğrafı: paard.nl
İlginizi çekebilir: Tayfun Sezer’den Erkin Koray ve John Lennon Buluşması
İlk yorumu siz yazın!