Alexis Gritchenko, İstanbul Yılları: Meşher'den Tarihi Bir Sergi
Eylül ayında kapılarını açan Meşher’in ikinci sergisi “Alexis Gritchenko: İstanbul Yılları”, sanatçıyı şehri ziyaretinin 100. yılında, çok sevdiği tarihi yarımadaya geri getiriyor. İşgal yıllarında, İstanbul’u ona neredeyse tapan bir sanatçının gözüyle görmek ve bir ressamın karşılaştığı tüm zorlu şartlara rağmen kendini var etmesine şahitlik etmek isterseniz muazzam bir fırsat sizi bekliyor.
Meşher’in ilk sergisi, ilgi alanım da olan mit, efsane ve masalları çağdaş seramikle buluşturan eşsiz bir deneyim alanı sunmuştu. İkinci sergisindeyse mit ve efsanelere büyülü güzelliğiyle ev sahipliği yapan tarihi yarımadayı; Moskova’daki iç savaş sebebiyle İstanbul’a sığınan ve ondan çok etkilenen ressam ve yazar Alexis Gritchenko‘un gözünden görme şansı elde ediyoruz.
Alexis Gritchenko, 1919-1921 yılları arasında işgal altındaki İstanbul’un tarihi yarımadasını; not defteri, kalem ve fırçasıyla adeta tavaf ediyor. O dönemi, anılarını not ederek ve gördüğü hareketi kalem ve fırçasıyla resmederek kaydediyor. Kahvehaneler, ara sokaklar, limanlar, pazarlar onun için yaşamın hareketliliğini yansıtan elzem uğrak yerleri; fakat en çok etkilendiği yerler Suriçi ve Ayasofya oluyor. Suriçi’ne gitmediği tek bir günü dahi kayıp olarak nitelendiren Gritchenko, gün aşırı Ayasofya’yı ziyaret ediyor, üstelik günde üç kere; sabah, öğlen ve akşam.
Ayasofya hakkındaki bilgisi İstanbul’a gelmeden çok önce, Avrupa’yı da gezerek hakkında ciddi birikim yaptığı Bizans mimarisine olan ilgisinden geliyor ve günün üç farklı ışığında Ayasofya’ya giriş yaparak her seferinde ilkmiş gibi aynı heyecanla kaydettiğini anı defterindeki kayıtlardan görüyoruz. Yalnız bu heyecanın bir bedeli oluyor. Aşkla söz ettiği Suriçi’ne yolculukları hiç kolay olmuyor, çünkü Alexis Gritchenko Ukrayna’dan İstanbul’a, üzerindeki kıyafetleri dışında bir şeyi olmadan geliyor. Kalacak yer, yemek ve boya gibi gereksinimlerinin yanında yolların da oldukça zorlu olduğu görülüyor. Yoklukla sınandığı bu şehirde üretkenliğini, her türlü şarta rağmen gösterdiği istikrar ve onu kamçılayan merakına borçlu oluyor. Yapı Kredi Yayınları’ndan sergiyle eşzamanlı olarak çıkan ve İstanbul’da geçirdiği iki yılını anlatan kitabında bu şartlarını birinci ağızdan duyabiliyoruz.
“Masa ve şövale olarak kullandığım yatağın arkasına oturmuş istekle çalışıyorum. Ne yazık ki bazı renk boyalarım eksik. İspanyol yahudilerinde küçük bir tüp boya 6 kuruş. Kaderin cilvesine bakın! Suluboyayı her zaman küçümsemiş, “gitar” [“hep aynı nakarat” manasında] diye nitelemiştim. Kapılar ardına kadar açık ama kimse çalışmama engel olmuyor. Yanımda, asker kaputlu, kasketli, tanımadığım bir adam yatıyor. Ne yazık ki ellerim donuyor ve burası Suriçi’ne epey uzak. Harbiye ile Bizans surlarının ve Kariye Camii’nin arası on kilometreden fazla. İnsan yağmurda çamurda, Pera’dan geçerken yürümekte zorlanıyor. Yağmurluğum artık hiç ısıtmıyor. Teneke kutudan kendime çaydanlık yaptım. Saat yedi olunca kaynar su aramaya koşuyorum.“
Fransa’ya yerleştikten sonra 1930’da yayımladığı Deux ans à Constantinople (İstanbul’da İki Yıl) başlıklı anı kitabından, sayfa 42.
Ayasofya’dan İstanbul surlarına, Haliç’ten Galata’ya ve Büyükada’ya uzanan resimlerinin kaderini İstanbul’da aydın bir kesimle kurduğu arkadaşlıklar değiştiriyor. İbrahim Çallı ve Namık İsmail sahip oldukları nüfuzu, Gritchenko’nun sanatını değere dönüştürmesi için kullanan ve eserlerinin satışına yardımcı olan iki sanatçı… Öyle ki Gritchenko Fransa’ya yerleştikten sonra dahi İbrahim Çallı ile olan bağlantısını koparmıyor ve onu kariyerindeki önemli eşiklerden haberdar ediyor.
İstanbul’un tarihi yapılarının eşsiz tasvirinin yanı sıra, Gritchenko o günlerin yaşam tarzına, sokağın nabzına ve mesleklerine kadar benzersiz bir kayıt tutuyor. Tuttuğu günlüğü Fransa’ya yerleştikten 10 yıl sonra bir anı kitabı haline getiriyor ve bir kopyası da Mustafa Kemal Atatürk’ün kütüphanesinde kendine yer buluyor.
Bir sığınmacının kendini sanatı üzerinden yoklukta var edişine şahitlik etmek ve İstanbul’un görenleri baştan çıkaran tarihi güzelliklerini farklı bir gözle görmek isterseniz sergi 10 Mayıs’a kadar ziyarete açık. Meşher, sanatçının dönemi nasıl gördüğü üzerine birçok sanatçının eseriyle birlikte, fotoğraf ve videolarla da belgeler sunuyor bizlere. Ayrıca kitabı, Mustafa Koç arşivinden getirilen orijinal dilinde görebilir, Türkçe dijital versiyonunu orada okuyabilir ya da benim gibi sergiden çıkar çıkmaz Yapı Kredi Yayınları’na gidip edinebilirsiniz.
Kapak fotoğrafı: Sedef Magla
İlginizi çekebilir: İstanbul Flaneur’den İstanbul Güncel Sergi Takvimi
İlk yorumu siz yazın!