Türk Saykedelik Müziğinin Yeniden Keşfi: Bölüm 2
Türk saykedelik müziğinin yeniden keşfi serimin 1. bölümünde Türk saykedelik müziğinin dünyada “uluslar-ötesi” bir heyecan yaratmaya başladığını anlatmıştım. Bir araya gelemez denilen farklı ülke ve kültürler müzik etrafında buluşuyor; Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya, Brezilya’dan Yeni Zelanda’ya, İsrail’den Hindistan’a, Bangladeş’e, Rusya’ya ve (maalesef) Türkiye’ye, çok geniş bir çevreden insanlar, müziğe hayretle karışık duygusal bir tepki veriyorlardı.
Benim bu ilgiyi fark etmem 2010’ların ortalarına doğru başladı; küçük küçük bazı İngilizce tweet’ler, yabancı müzik dergilerinde listeler ve röportajlarda Türkçe saykedelikten bahsedildiğini görüyordum. Hatta 2012 yılında Amsterdam’a gittiğimde, Record Palace Weteringschans isminde bir plak dükkânına girmiş, yabancı plaklara bakıyordum, Türkçe plakların yüksek fiyatlarla raflara girmeye başladığından haberdar bile değildim. Dükkânın sahibi Jan, bir Batılı’dan asla beklenmeyecek şekilde, dışarıdaki arkadaşlarımı da göstererek nereli olduğumuzu sordu. Cevabı duyunca da, bir sır veriyormuş gibi kısık sesle ama gözleri parlayarak; “Tahmin etmiştim. Ben çok geldim İstanbul’a, 70’lerde Erkin Koray ve Barış Manço’yla çaldım!” dedi. Bense zamanımız olmadığı için bu bilgiyle çok da ilgilenmeyip aldığım plakla oradan ayrıldım. Gidecek olursanız eminim ziyaretinize çok sevinecektir.
Tüm bu popülariteyle gizlice gururlanmıyor değildim ama gerçekte şaşırıyor ve nedenini anlamıyordum. Hatta ticarileşmeye kurban gidecek ve 10 sene içinde unutulup gidecek bir trend olacağını düşünmüştüm.
Çünkü Batılılar’ın verdiği ismiyle Türk saykedelik müziği, çoğunlukla Anadolu rock’ı referans alıyordu ve Anadolu rock, benim için Cem Yılmaz’ın tanımından pek de fazlası değildi. Dinlemeye bile utanıyordum. Bu türü düşündüğümüzde aklımıza gelen ilk birkaç ismi ve bazı meşhur şarkıları ayrı tutuyordum sadece. Ta ki Batılılar’ın yorumlarını görene kadar…
Not: Müzik olağanüstü! Videonun altında yazanlara da bakmalısınız.
Yorumlar, yeni dinleyip çok çok sevdiğiniz, hatta anında fanı olduğunuz bir müziğe verilen tepkiden farklıydı. İnsanlar, kayıp parçalarını bulmuşlar gibi tepkiler veriyorlardı.
Hem çok tanıdık hem de yabancı başka bir dünyanın varlığını fark ettiklerini söylüyor, plakları toplamaya başlıyor, yetmiyor Türkiye’ye geliyorlardı. Sadece gidiş biletiyle Ankara’ya, İstanbul’a gelenler, bir araba kiralayıp onları “çağıran” gizemli Anadolu turuna çıkanlar, oradan İran’a devam edenler… Müziği öğrenmeye, notlarını çıkarmaya, çalmaya çalışanlar, sample’lar çıkarıp internette yorumlayanlar… Türkçe öğrenmeye başlayanlar, dili bilmeseler de anladıklarını hissedenler… Hatırlamak istedikleri Türkiye’yi tekrar bulduklarını söyleyenler, hem müziğe hem ülkeye ne olduğunu soranlar… Atatürk’ü, Türkiye tarihini araştıranlar ve dünyaya çizdiğimiz portrenin ülkeyi anlatan müzikten neden bu denli farklı olduğunu sorgulamaya başlayanlar… Bu kadar derin ne arıyor olabilirlerdi ki?
İlginin İzleri
İlginin izini sürmek kolay değil çünkü hem bir başlangıç tarihi yok hem de birden fazla nedeni var. Kesin olarak bildiğimiz şey, ne zaman büyük oranda yoğunlaştığı, ki o da 2000’lerin başı… Daha da daraltacak olursak 2002 – 2005 arasında ilginç bir enerji yayılmaya başlıyor diyebilirim.
Selda Bağcan, Batı’nın kendi kendisinden sıkıldığını ve Doğu’ya yöneldiğini, 2006 yılından beri (sonradan onu dolandırdığı ortaya çıkan İngiliz plak şirketi Finders Keepers, şarkılarını tekrar basıp Kuzey Amerika ve Avrupa’ya dağıtmaya başlayınca), onu da şaşırtan büyük bir talebin oluştuğunu anlatıyor.
Mustafa Özkent, 60’larda başlayan ruhun dijital dünyayla beraber öldüğünü düşünüyor ve insanların eskiye duydukları özleme bağlıyor. Iggy Pop, önceki yazıda bahsettiğimiz New York Times makalesinde, Gaye Su Akyol’un müziğine sevgisini anlatırken, onun “tükenmiş Batı’nın” verebileceğinden çok daha fazlasını sunduğunu söylüyor.
Yine önceki yazıda bahsedilen panelde müzisyenler ve DJ’lerse 3 temel etkenin akımı yaydığını belirtiyor: Toplama albümler, internet ve bunlardan etkilenen DJ ile müzisyenler.
Ben bunlara, 2000’lerin başında İstanbul’un, kısa sürecek ama etkisi büyük olacak dünya yıldızına dönüşmesini de ekliyorum. Çünkü hem zaman hem de ilginin karakteri birebir örtüşüyor.
Yurt dışında, özellikle Batı’da eğitim gören / çalışan Türklerin ülkeye dönüşü ve birikimlerini Türkiye kültüründen beslenecek üretimlere dönüştürmesi sosyokültürel kapıyı aralıyor. Yepyeni konser mekânları, tiyatrolar, restoranlar, galeriler, müzeler gibi yaratıcı yerler açmaları, ısrarla dünyayı İstanbul’a çağırmaları, Türk müzisyenlerin Türk müziğini keşfetmesi, Beyoğlu’nun canlanması ve renklenmesi, Fatih Akın filmleri, Orhan Pamuk kitapları derken Batı; ne Orta Doğulu ne Batılı ne Asyalı olan, aynı zamanda hepsini içinde barındıran “mistik ülkenin büyüleyici şehri İstanbul”a gözlerini çeviriyor.
Aşağıda isimlerini görebileceğiniz toplama albümler, kıvılcımı yakan suçluların ta kendisi. Piyasanın adil şekilde yapamadığını müzik tutkunları, sınırlara kadar özenle gidip bularak yapıyor ve birçok kayıp ve değer verilmemiş şarkıyı derleme albümlerle yaşama döndürüyorlar. Yabancı plak şirketlerinden basılan CD ve plaklar, ABD ve Avrupa’ya dağıtılıyor. İnternet sayesinde tüm dünyaya kargolanmaya ve mp3’ler halinde indirilmeye başlıyor, ardı ardına açılacak YouTube gibi platformlara giriyorlar.
Şarkıları toparlayan Türk ve yabancı kâşiflere çok şey borçluyuz. Telif haklarını kimden aldıklarını ise ayrıca merak ediyorum.
1. Hava Narghile, Turkish Rock Music 1966-1975, (2001)
2. 26 Turkish Delights: Beat, Psyche & Garage – Ultrararities from beyond the sea of Marmara, (2001)
3. Love, Peace & Poetry: Turkish Psychedelic Music, (2005)
4. Go Larda – Turkish Beat and Garage, (2006?)
5. Turkish 60s Music – Altin Mikrofon, (2006?)
Albümler; plak dükkânlarına giriyor ve evlere, DJ setlerine, müzisyenlerin zihinlerine virüs gibi yayılıyor. Aynı sırada gözler zaten Türkiye’nin, dolayısıyla İstanbul’un üzerinde… İstanbul ilginin ve renklenmenin keyfini çıkarırken Anadolu rock veya ilk adıyla Anadolu pop, kaybolmuş ve eskimiş bir tür olarak bir yerlerde duruyor. Saygı niteliğinde nostalji geceleri ve bazı Türk DJ’lerin çabalarıyla kabinlere giriyor ama bir yere kadar… Ne olduğunu bile bilmeden utandığımız müzik, Turkish psychedelic rock ismiyle dünyayı turluyor.
Saykedelya & Uzayda Bir Elektrik
Anadolu Rock’ı “Türk saykedelik müzik” olarak adlandırmak yanlış değil ancak %100 doğru olduğunu da söyleyemeyiz. İç içe geçmiş bu kavramların kaynaşma nedenini anlamak için saykedelyanın kendisine ve Anadolu rock’a giden yola bakmalıyız.
İnternette kısa bir arama yaparsanız eğer, Türkçe kaynakların psychedelia kavramını farklı farklı çevirdiklerini ya da kafa karışıklığından dolayı hiç çevirmemeyi seçtiklerini görebilirsiniz. En çok kullanılan kelime “saykodelik”, ardından “psikedelik”, “saykadelik”, “saykedelik” ya da doğrudan “psychedelic” oluyor. Saykodelik, muhtemelen Türk kulaklara daha alışılmış geliyor ancak hem anlam hem İngilizce okunuş olarak yanlış. “Sayko”, akla ciddi psikolojik problemleri getiriyor. Saykadelikse yine okunuş olarak yanlış. Çevirmemekse açıkçası tembellik… Doğru kullanmak istiyorsak psikedelik ya da saykedelik demeliyiz; İngilizce okunuşu o şekilde olduğu, kulağa daha hoş geldiği ve bazı saygın müzisyenler ve müzik yayınları da öyle kullandıkları için saykedelik kelimesini tercih edebiliriz.
Saykedelya ve tabii seykedelik müzik; 1945’te biten İkinci Dünya Savaşı’nın antitezi olarak dünyaya gelmiş ABD’li çocukların, 60’ların ortalarında ülkelerinin Vietnam Savaşı’na katılmasıyla birlikte, içinde yaşadıkları topluma alternatif bir yolla tepki göstermeleri, Çiçek Çocuklara dönüşmelerinden doğuyor.
Savaşın tahribatı o kadar gerçek ve çaresizlik o kadar büyük ki; gerçek olmayan, imkânsız bir dünyaya kaçmak istiyorlar. Hissettikleri, aradıkları, umdukları ve hayal ettikleri bir hayata geçiş yapmak; Şaman ritüellerindeki gibi, ruhlarının (psychē) duyumsadığı ve özlemini çektiği şeyi açığa çıkarmak (dēloun) için saykedelik uyuşturucular kullanarak, yeni düşünce ve deneyimlerle bağlantı kurmayı amaçlıyorlar. Saykedelik sanatçılar, dünyaya yeni bir gözle bakma ve bakış açısını sorgulamaya odaklanıyor: sevgi, birlikte yaşayabilme, paylaşım, barış, saygı ve özgürlük kavramları; arayışlarının dayandığı ve etrafına kurgulanması gerektiğine inandıkları temelleri oluyor.
40’ların sonu ve 50’lerin başında caz ve blues köklerinden doğan rock’n roll müzik, 60’ların özgür ve deneysel ortamında yeni müziklere kapılar açıyor, ayrımları sonradan yapılacak rock ve pop kavramları da bu sayede ortaya çıkıyor. Bugün popüler akımlar aracılığıyla dinlediğimiz müzikler –tamamı– köklerini ya buradan alıyor ya da derinden etkileniyorlar. The Beatles, The Rolling Stones, The Animals, The Monkees, The Doors, Jimi Hendrix, Bob Dylan, Joan Baez, Janis Joplin, Simon & Garfunkel, The Mamas & The Papas, The Velvet Underground ve çok daha fazlası, bizlere 60’lar büyüsünün armağanı…
Saykedelya, zaten insanların aklını başından alan bu müzikal büyüye katılıyor ve hızla tüm ülkeye, ardından dünyaya yayılıyorlar. Akım; müzik, sinema, edebiyat, moda, tasarım ve yaşam tarzına sızıyor ve 60’lar estetiğini tanımlayan temel unsurlardan birine dönüşüyor. Aynı dönemlerde (Mayıs ‘68), Fransa’da öğrenci hareketleri baş gösteriyor, hareket kısa sürede milyonlarca işçinin katılımıyla büyüyor. Adımlar atıldıkça, dayanılan temellerin hayal ettiği dünya, imkânsız olmaktan çıkıyor. Savaşlar ve adaletsizlik devam ediyor ancak karşı çıkanlar, buna bir son verebilmek için çaresiz olmadıklarına inanmaya başlıyorlar, çünkü kendilerine bunu kanıtlamışlar. Bu sayede saykedelik yaşam tarzı için, uyarıcı maddelerin kullanımı bir gereklilik olmaktan çıkıyor. Dünyayı kendinle bütün ve eşit görme hissi; Batı’nın kaosundan başını çıkarıp Doğu’ya bakma ve farklı unsurları bir araya getirerek denemeler yapmalarına yol açıyor. Saykedelik müziğin temel unsurlarından biri olan Doğu sazları ve tınılarını Batı müziğine ekleme fikri bu sayede doğuyor. Hatta Batı, onlardan etkilenip özgün müzikler yapmaya başlayan Doğu’dan etkilenip yeni müzikler üretiyor. Batı saykedelik müziğinin nasıl duyulduğunu anlamak için Venus in Furs, White Rabbit, Lucy in the Sky with Diamonds, Paint it Black gibi örnekleri dinleyebilirsiniz.
60’lar, belki daha da büyüyecek 70’lerin habercisi… Pink Floyd, Led Zeppelin, Patti Smith, Queen, ABBA ve daha nicesi, tüm o kargaşa ve haksızlıkların içinden dünyaya zamansız bir miras bırakıyor.
Erkin Koray’ın deyimiyle uzayda bir elektrik hâsıl oluyor.
Dalgın dalgın dans eden, asalarından etraflarına altın yıldızlar serpiştirecek hayalperestler düşünün. Bir grup hayalci çocuğa, savaş sonrası yaratılan özgürlük ortamında, yeni teknolojilerin olduğu bir oyun alanı açılmış; istedikleri gibi oynamalarına, denemelerine izin verilecek… Oradan çıkan ürünler işledikçe izne devam edilecek. Müziklerin, türlerin birbirlerine evrileceği bir dönem; adım adım, damla damla dünyayı gezen, Anadolu’dan da geçen bir elektrik…
Devamı serinin 3. yazısında. 🙂
Kapak fotoğrafı: imdb
İlginizi çekebilir: Ahsen Akıllılar’dan Tame Impala Kimdir?
İlk yorumu siz yazın!