Anadolu rock ya da Batılılar’ın verdiği ismiyle Türk saykedelik rock müziğinin dünyada yarattığı heyecanı takip etmeye çalışırken saykedelyanın kendisine ve uzayda gezinen elektriklere bakmıştık. Bu bölümdeyse hikâyenin Anadolu durağındayız.

İllüstrasyon, Cem Dinlenmiş
İllüstrasyon, Cem Dinlenmiş | Fotoğraf: believermag

Anadolu Rock (Anadolu Pop)

Uzayda bir elektrik, zamanın ruhu, yüzyıllar hatta binyıllar öncesinden tekrarlana tekrarlana gelen sesler ve duygular; kimliğini bulmaya çalışan gencecik bir ülkenin 40 sene sürecek kimi zaman özensiz çabası, heyecanlı çocukların oyunu… YouTube yorumlarına bakarsanız eğer, yabancıların verdiği tepkinin tıpatıp aynısını Türk dinleyicilerin de verdiğini, 60’lar ve 70’lerde yapılan müziklere inanamadıklarını görebilirsiniz. Tek bir farkla: Toplumun herhangi kesiminden Türk dinleyiciler olarak, Batı dinleyip beğendiği için ilgi göstermeye başlıyoruz. Yoksa hikâyenin nasıl ve neden başladığını, nelerin üretildiğini, bunları neden kaybettiğimizi merak etmiyoruz. Halbuki şu an yaşadığımız şeyleri ve huzursuzluğumuzun nedenini anlamamıza yardım edecek hikâyenin belirleyici bir parçasından bahsediyoruz.

60’lar özgürlük hareketleri Türkiye’yi de etkilerken, 60 Darbesi’nin ardından gelen ve çoğunluk tarafından ülkenin en özgürlükçü ve demokratik anayasası kabul edilen 1961 Anayasası yürürlüğe giriyor. Aynı zamanda darbe, özünde bunu gerektirecek bir tavrı bulunmasa da, yerelleşmeye yönlendiren bir hava yaratıyor. Barış Manço bu durumu yıllar sonra, darbelerden sonra insanların tüketimine belli bir algının sunulmasına bağlıyor. O dönemdeyse, belki de kapatılan dönemde izlenen yolun tezadı olarak insanlar kendi değerlerine dönüyorlar. Yeni anayasanın resmen belirttiği insan haklarına dayalı siyaset ve dünyanın bu haklar için savaşı; nispeten özgür ortamda edebiyat, sinema, tiyatro ve daha birçok alanın ülke sorunlarına eğilmelerini sağlıyor. 10 yıl boyunca etkisini artıracak hareket, genellikle Batı müziğini yeniden yorumlayan sanatçılar için de 60’ların ikinci yarısında başlayacak yeni bir dönemin habercisi…

Örneğin Tülay German sadece Batı dillerinde caz söylüyor, Erkin Koray’ın 50’lerde henüz lise öğrencisiyken kurduğu bir rock’n roll cover grubu var; Cahit Oben Orkestrası, biri onlara tersini fark ettirene kadar Beatles’ı ne kadar iyi taklit edip kendilerinden hiçbir şey katmazlarsa o kadar iyi müzik yaptıklarına inandırılmış durumda… Erol Büyükburç ise, 50’ler sonu 60’lar başında, şimdilerde küçümsenmesi ciddi şekilde kalbimi kıran, hem İngilizce cover’lar yapıyor hem de İngilizce sözlü ilk özgün parça Little Lucy’i yazıp söylüyor ve üstüne bunları 45’lik olarak yayınlıyor.

1960 yılında müzisyen Fecri Ebcioğlu’nun dönemin meşhur şarkısı C’est ecrit dans le ciel’i Türkçe’ye çevirdiği ve (95 yaşında hâlâ sahneye çıkan) İlham Gencer’in seslendirdiği Bak Bir Varmış Bir Yokmuş, Türkçe sözlü ilk pop şarkısı ve aranjman dönemini başlatan parça olarak tarihteki yerini alıyor.

Sıkı durun,  1964’e geliyoruz… On yıllarca uğraşıldıktan sonra Türk müziğini evrensele taşımanın kıvılcımını nihayet yakacak olaya…

Burçak Tarlası

youtube play youtube play

Tülay German’ın Batı dillerinde caz söylediğinden bahsetmiştik. Bunu değiştirecek olay; radyocu, yazar, çevirmen ve dönemin politik aydınlarından Erdem Buri’nin, gerçek sanatçının, seslerini duyuramayan insanların hırsı ve isyanını seslendiren kişi olduğunu düşünmesi ve German’a kendi halkının şarkılarını söylemeyi önermesi… Öneriyi tüm kalbiyle benimseyen German, Anadolu ezgileri ve âşıkların türkülerini öğrenmeye başlıyor. Ardından Buri’nin de içinde olduğu çevresi sayesinde, Balkan Melodileri Festivali’ne katılmak üzere, Erol Büyükburç ve Tanju Okan’la bir araya geliyor. 1964 yılında kendi müziklerini dünyaya tanıtma amacıyla katıldıkları festival için, Batı sazlarıyla düzenledikleri Tokat’ın anonim türküsü Burçak Tarlası’nı hazırlıyorlar. Şarkı festivalden ödülle dönüyor ve yurt dışında kazanılan ilk müzikal başarı olduğu için ülkede çok büyük coşkuyla karşılanıyor. Parça 45’lik olarak yayımlanıyor ve çok satılıyor. 66’da ülkeyi terk etmek zorunda kalacak German ve Buri, bilmeden daha da heyecanlı bir dönemin fitilini ateşlemiş oluyorlar: Altın Mikrofon!

Tanju Okan, Tülay German, Erol Büyükburç
Tanju Okan, Tülay German, Erol Büyükburç | Fotoğraf: turknostalji

Altın Mikrofon

Burçak Tarlası’nın başarısı, Hürriyet gazetesine ilham veriyor ve gazete, ülke genelinde bir müzik yarışması başlatıyor. Altın Mikrofon Armağanı ismindeki yarışmanın şartnamesine göre bizden bir müziğin Batı sazları ve teknikleriyle yeniden yorumlanması gerekiyor. Finale kalan müzisyenler ülke genelinde konserler veriyor, kazananlar halk oylamasına göre belirleniyor ve finalistlerin plakları basılıyor. Türkiye halkı, çok sesli Batı müziğiyle tanışıyor. Önce garipseseler de kendi ezgilerini duydukları için hem yeni hem tanıdık müziğe ısınıyor ve giderek artan bir ilgi göstermeye başlıyorlar.

Hürriyet Haber Kupürü (1968)
Hürriyet Haber Kupürü (1968) | Fotoğraf: bodegapop

Elvis ve Beatles etkisiyle müziğe başlayan kuşak, Altın Mikrofon sayesinde kendilerine yeni bir alan buluyor. Anadolu ezgileri, türküleri, ozanları, âşıkları; hissettikleri dilde şarkı söylemeyi keşfediyor, cover ve aranjman çalışmalarından öğrendiklerini halk müziğine taşıyorlar.

Karacaoğlan şiirleri besteliyor, Âşık Veysel türküleri yorumluyor, hatta köylere gidip âşıklarla tanışıyor; anonim türküler, yöresel ezgileri buluyor, ardından kendi bestelerini yapıyorlar.

Esin Afşar, Âşık Veysel, Fikret Kızılok
Esin Afşar, Âşık Veysel, Fikret Kızılok | Fotoğraf: muziksoylesileri.net

Yarışma 1965-68 yılları boyunca dört kez, 1972 ve 79 yıllarında ise farklı gazetelerce birer kez düzenleniyor. Moğollar, Erkin Koray, Cem Karaca ve Apaşlar, Mavi Işıklar, Silüetler, Haramiler, Selçuk Alagöz, Rana Alagöz, Sis Beşlisi, TPAO Batman Orkestrası, Edip Akbayram, Ünal Büyükgönen gibi finale kalan onlarca grup ve müzisyen, yarışma sayesinde isimlerini duyurabiliyor.

70’ler

Moğollar
Moğollar | Fotoğraf: gazeteduvar

71 Askeri Muhtırası, ülke tarihinin en zor dönemlerinden birine göz kırpar ve 9 sene sonrasına hazırlık yaparken, Anadolu rock altın yıllarına başlamak üzere…

Türkçe sözlü hafif Batı müziği, popüler müzik, pop, rock’n roll’dan evrilen beat, ardından folk ve saykedelik etki derken, türün o sırada halen bir adı bulunmuyor. Zaten yeni üretildiği için dünyada da bulunmuyor. Moğollar, Fransa’da çıkardıkları 71 tarihli albümlerinin adını, Doğu & Batı sazlarıyla yaptıkları müziği tanımlayabilecek genel bir isim olduğu için Anadolu pop koyuyor ve Anadolu pop, dönem müziğini temsil eden isim halini alıyor. 80’lerin ardından Anadolu rock olarak çevrilse de, müziği tamamen kaybedip unuttuğumuz için daha sağlıklı şekilde sınıflandıracak ortama ihtiyaç duymuyoruz.

3 Hürel
3 Hürel | Fotoğraf: hurelonline

Bir on yılı kapatıp yenisine girerken Anadolu pop’un amacı, Batı sazlarıyla türküler söylemek ve Anadolu ezgilerini kullanmanın ötesinde; kendi özgün müziğini, kimliğini yaratmaya dönüşüyor.

70’lerin ilk yarısı, özgün Anadolu rock ve folk üretiminin en renkli zamanları diyebiliriz. Barış Manço, eğitimini tamamladığı Belçika’dan dönüyor ve hem solo hem grup müziğiyle pek çok plak yayımlayıp konserler veriyor. Manço dışında Cem Karaca, Fikret Kızılok ve Erkin Koray, grup müziği yapsalar da solist olarak öne çıkıyorlar. 3 Hürel, Modern Folk Üçlüsü, Hümeyra, Selda Bağcan ilk plaklarını yayımlıyor ve konserler vermeye başlıyorlar. Hemen ardından Bağcan, protest şarkıları gerekçesiyle TRT’de yasaklanıyor. Altın Mikrofon’la isimlerini duyduğumuz ya da onun ilham verdiği pek çok yeni grup müzik yapmaya devam ediyor. Solistler ve diğer grup üyelerinin birçok kez ayrılıp başka gruplara gittiğini veya yeni gruplar kurduklarına tanık oluyoruz. Bu sıralarda çoğu müzisyen, nihayet ağırlıklı olarak yapmaya devam etmek istedikleri türleri bulana kadar birçok farklı tür denemiş ve üretmiş oluyor. Folk, pop, underground, saykedelik, asit rock, progresif rock, caz, blues, protest gibi pek çok farklı tema içeren müzik, zengin ve özgün bir arşiv bırakıyor.

70’lerin ikinci yarısında ise Anadolu rock, kendine yaşayacak alan bulamamaya başlıyor. Petrol krizi ve plakları üretecek hammadde sorunu, stüdyoların satacağına inandıkları müziklere yönelerek risk almayı bırakması, iyiden iyiye keskinleşen sağ-sol ayrımında müzikal kaygıların anlamını yitirmesi, halkın ilgisinin azalması, telif haklarını koruyacak yasaların oluşturulmaması derken plak basımı düşüyor. Yeni arayış ve deneylere girişilecekken öldürücü darbe geliyor.

Kayıp

Selda Bağcan
Selda Bağcan | Fotoğraf: ceotudent

12 Eylül 1980 Darbesi ve aniden yükselen arabesk, Anadolu rock’ı tamamen öldürüyor. Müzisyenler yurt dışında, hapiste ya da yasaklılar. Halk gitgide daha çok ürün vermeye başlayan arabeski tercih ediyor, şirketler de arabesk olmadıkça plak veya kaset basmaya yanaşmıyorlar. Hatta kitaplar gibi eski plaklar da yakılıyor.

Fakat daha acı ve inanılmaz olan bir şey var… İnsanlar birkaç sene öncesine kadar dinledikleri müziği unutuyorlar. İngilizce cover grupları ve İngilizce sözlü yeni müzikler ortaya çıkıyor, ardından “Türkçe sözlü rock müzik yapılabilir mi?” konulu konferanslar düzenleniyor. Kendi kültürünü ve davanı unutma politikası dâhilinde hafızalar siliniyor, silinenler de bunu kabul ediyorlar.

Aslında o sırada dünya müziği de değişiyor. Özgürlük hareketleri ve saykedelyaya ihtiyaç azalmış, John Lennon ölmüş; rock ve pop müzik ayrımları yapılmış, hatta kendi aralarında sınıflara ayrılmışlar. Özellikle Batı; müziğini funk, punk, progresif, metal, disko, elektronik, synth ve benzeri şekilde ayırabiliyor. Anadolu rock ise değil dönüşmek, kendini tekrar edecek alan dahi bulamıyor ve yok oluyor. Ta ki farklı formlarda, farklı zamanlarda, özgür kalmış bazı müzisyen ve kâşiflerin zihinlerinden ve kalplerinden çıkıp küçük küçük nefesler almaya başlayana dek…

Devamı serinin 4. yazısında. 🙂

Kapak fotoğrafı: bagcanselda.com

İlginizi çekebilir: Eser Altınkaya’dan Türk Saykedelik Müziğinin Yeniden Keşfi: Bölüm 2