Rush: Progressive Rock'ın Güzel Tınıları
Rush, 1969 yılında kurulan ve grubun ilk davulcusu John Rutsey’in sağlık sorunları nedeniyle yerini efsane davulcu Neil Peart’a bırakmasıyla 1974 yılında asıl projelerine başlamış olan; basçı ve vokal Geddy Lee, gitarist Alex Lifeson, davulcu ve söz yazarı Neil Peart’tan oluşan Kanadalı bir progressive rock grubu. Gruba sadece progressive rock yaptılar demekse bence büyük haksızlık olur. Funktan reggae’ye kadar her türden eserler vermiş olan grup, 1968-2018 yılları arasında milyonlar satıp birçok projeye imza attı. 2018 yılında Alex Lifeson’ın grubun tüm faaliyetlerinin son bulduğunu açıklamasıylaysa müzik hayatına son verdi.
1968-1974: Blues Yılları
Toronto’nun Willowdale mahallesinde 3 okul arkadaşı olan Alex Lifeson, Jeff Jones ve John Rutsey tarafından ilk formları oluşan grup, daha sonra grupla problemler yaşayan Jones’un ayrılıp Lifeson’ın okuldan başka bir arkadaşı olan Geddy Lee’yi gruba dahil etmesiyle ilk küçük çaplı konserlerini veriyor. Her şey böyle başlıyor.
Rush olarak, bu şekilde üç sene daha lokal barlarda cover’lar ve kendi küçük demolarını çalarak devam ettikten sonra 1973 yılında bir Buddy Holly şarkısı olan ilk single’ları Not Fade Away‘i piyasaya sürüyorlar. 1974 yılının başlarında, o dönemler özellikle Led Zeppelin ile büyük başarılara imza atan prodüktör Terry Brown’la stüdyoya giren grup; isimlerini taşıyan ve ilk albümleri olan Rush‘ı piyasaya sürüyor. Albüm için genel olarak blues sound’larıyla ön plana çıkıyordu diyebiliriz. Sonrasında turneye çıkan grup, Rutsey’in sağlık sorunları nedeniyle çalışmaya devam edemeyeceğini söylemesi sebebiyle yeni üye arayışlarına başlıyor.
1974 – 1976: Neil Peart’ın Katılması ve Progressive Dönem
Rutsey’in ayrılmasından sonra davulcu eksiğini davulun yanı sıra, söz yazarı da olan Neil Peart’le kapatan grup, 16 gün sonra Amerika turnesine çıkıyor. 11.000 kişinin katıldığı Civic Arena’daki konserleri ses getiriyor. Turne sonrası stüdyoya giren grup, 1975 yılında Fly by Night‘ı piyasaya sürüyor. Bu albümde değişen tek şey grubun davulcusu değil, özellikle albümde bulunan kısa hikaye havasında olan By-Tor and the Snow Dog şarkısında da yeni teknikler ön plana çıkıyordu diyebiliriz. Grubun progressive rock tarzını yavaş yavaş benimsediğini, şarkı sözlerinde kullandıkları bilim-kurgu tarzı hava ve şarkının enstrümental kısımlarından anlayabiliyoruz.
Fly by Night’tan sonra hızlıca tekrar stüdyoya giren Rush, aynı yıl 5 şarkıdan oluşan Caress of Steel‘ı çıkarıyor. Özellikle son iki şarkısı çok bölümlü olan albüm bu iki şarkıyla gerek uzunluğu, gerekse hikayesel şarkı sözleriyle Fly by Night’ta buldukları çizgiyi koruyor. “Caress of Steel” sonrası plak şirketi tarafından daha modern ve daha ticari bir albüm çıkarmaları için baskılanan grup; Kanada’da stüdyoya giriyor ve 20 dakika 7 bölümden oluşan 2112‘yi piyasaya sürüyor. Bu albüm için yapılan reklam kampanyaları başarıya ulaşıyor ve 1.000.000’dan fazla satıyor, Rush böylece Kanada’nın ilk platin plak ödülünü kazanıyor.
1977 – 1981: Progressive’in Doruk Noktaları
Rush, 2112 başarısından sonra Birleşik Krallık’ta; 1977’de A Farewell to Kings, 1978 yılında Hemispheres albümleri olmak üzere iki albüm yayınlıyor. Bu albümler grup üyelerinin müziklerindeki progressive elementleri genişlettiklerini gösteriyordu diyebiliriz. Geddy Lee bir röportajında: ”Evet, Van der Graff Generator ve King Crimson gibi Progressive zeminli grupları keşfettik. Bu gruplardan çok fazla ilham almaktayız. Onlar müziklerimizi daha ilginç ve daha kompleks yapmaya itiyorlar.” diyor.
Synthesizer kullanımının artırılması, uzun parçalar ve oldukça dinamik ritimler Rush’ın bestelerinin temel taşıydı demek mümkün. Lifeson’un 12 telli gitar kullanması, Lee’nin Synthesizer bölümlere bas ve pedal eklemesi, Peart’ın ritimlerinde tahta, gong, timpani ve chime kullanması derken; grup her yeni parçada deneyselliğini arttırdığını ve özgünlüklerini sağladığını söyleyebiliriz.
1980 yılında çıkardıkları Permanent Waves albümünde yenilikler hızını kaybetmeden devam ediyor. Grup bu albümde bolca reggae ve new wave soundları kullanıyor. Özellikle albümde bulunan The Spirit of Radio ve Freewill parçaları albümü grubun en iyi 5 albümünden biri haline getiriyor.
Rush’ın popülerliğinin zirvesiyse 1981 yılında piyasaya sürdükleri Moving Pictures albümü sayesinde oluyor. Peart’ın söz yazarlığını güçlendirmek adına edebi kişiliği yüksek bir yazar ve şair olan Pye Dubois ile anlaşan grup, Tom Sawyer isimli parçayı kliple birlikte yayınlıyor. Billboard Top 200 listesinde 3. olarak büyük bir başarı kazanan bu parça; gerek sözlerindeki edebiyat, gerekse prodüksiyon kalitesiyle albümü de kendisiyle başarılara sürüklüyor ve Moving Pictures Rush’ın en çok satan, ayrıca en çok bilinen albümü oluyor.
1982 – 1989: Synthesizer Dönemi
Rush, 1982 yılında 9. albümü Signals‘ın kayıt aşamasında stil değişiklerine gittiğini belli ediyor. 70’lerin sonundan beri Lee’nin favori enstrümanı olan Synthesizer artık arka planda nispeten şarkıların odak noktası olmuştu diyebiliriz. Subdivisions parçasında gitar sololarına eşlik eden uzun synth soloların başarılı bir ikili oluşturduğu görülüyor. Öyle ki, o yıllarda US Top-40 Pop Hits listesinde lider olan albüm, böylece yeni tarzın beğenildiğini işaretlerini de vermiş oluyor.
1984 yılında Simple Minds, U2 gibi gruplarla başarıya ulaşmış prodüktör Steve Lillywhite’la stüdyoya giren grup, Grace Under Pressure albümünü piyasaya süremeden; kayıt sezonunun ortasında Steve’in Simple Minds’ın yeni albümü için anlaşması grup üyelerini oldukça kızdırıyor. Steve için Lee şunları söylüyor: ”Steve Lillywhite gerçekten sözünün bir adamı değil… Kaydımızı yapmayı kabul ettikten sonra Simple Minds’dan bir teklif aldı ve fikrini değiştirdi, bizi havaya uçurdu… Bizi korkunç bir konuma getirdi.” Bu olay sonrasında ses mühendisi olan Peter Henderson’la anlaşan grup, albümü piyasaya sürüyor. Müzikal olarak Signals’la yakın olan albüm ekstra olarak reggae tonlarını harmanlıyordu diyebiliriz.
Yeni prodüktör Peter Collins’le 1985 yılında Power Windows, ardından 1987 yılında Hold Your Fire albümleriyle geri dönen grup Hold Your Fire’la Billboard 200 listesinde 13. olarak başarılarından ödün vermediğini gösteriyor.
Grup, 1989 yılında bir konser albümü olan A Show of Hands‘i piyasaya sürüyor ve albüm Billboard 200 listesinde 23. olarak bir konser albümü olmasına rağmen büyük bir başarıya imza atıyor.
Kısaca Diğer Albümler
- 1989 yılında Presto, ardından 1991 yılında Roll the Bones albümlerini piyasaya süren grup; bu albümlerde kullandığı hip-hop ve funk elementleriyle müziklerine tamamen yeni bir soluk getirdi.
- 1993 yılında Counterparts ve 1996 yılında Test for Echo albümleriyle sevenleriyle buluşan grup; bu sefer caz ve soul elementleriyle başarıya ulaşıyor. Albümler Kanada’da Platin Plak Ödülü sahibi oluyor.
- Mayıs 2002’de Peart’ın 2000 yılından beri evliliği nedeniyle uzakta kaldığı gruba tekrar dönmesi sonucu grup tekrar stüdyoya giriyor ve Vapor Trails‘i piyasaya sürüyor. Bu albümün turnesinde Maracana Stadyumu’nda 60.000 kişiye verdikleri konser grubun en büyük çaplı verdiği konser olarak kayıtlara geçiyor. Ayrıca bu konserin albümü 2003 yılında Rush in Rio adı altında yayınlanıyor.
- 2007 yılında çıkardıkları 18. albümleri Snakes & Arrows‘la Billboard 200 listesinde 3. olarak 40 yılı aşkın geçen sürede çizgisini ve kalitesinden hiç ödün vermediğini kanıtlıyor.
- 2012 yılında iki adet single’dan oluşan Clockwork Angels albümüyle müzik hayatlarına son veren grup; 44 yılda sırasıyla 9 Juno ödülü, 7 Grammy ödülü, 17 bağımsız ödül ve sayısız başarı ile ikon haline geldi diyebiliriz.
- Ve 7 Ocak 2020’de yaklaşık 3.5 yıl mücadele ettiği beyin kanserine yenik düşen Neil Peart hayata gözlerini yumdu. Huzur içinde uyu Davulun Efendisi…
Son olarak Tom Sawyer‘ı dinlemeden geçmemenizi tavsiye ediyorum. İyi eğlenceler…
Kapak fotoğrafı: indierocks.mx/
İlginizi çekebilir: Eser Altınkaya’dan Türk Saykodelik Müzik
Çok kaliteli bir yazı olmuş. Rush ile ilgili çoğu konuya değinmişsin. Eline sağlık! Rush dinlemeye başlayalım.