Kadın Yönetmenler: Dünya Sinemasından Güçlü Sesler
Sinemanın üretimden dağıtıma, festivallerden ödül törenlerine her aşamasında erkek egemen bir endüstrinin önlerine koyduğu fırsat eşitsizlikleri, engeller, taciz, küçümseme ve azımsamalara rağmen başarıları ve yetenekleriyle çok iyi filmler yapmayı başarmış kadınların sayısı hiç de az değil. Fransa’dan İtalya’ya, ABD’den Yeni Zelanda’ya, dünya sinemasına on yıllardır unutulmaz eserler katmaya devam eden kadın yönetmenler, son yıllarda #MeToo ve #TimesUp hareketi sayesinde biraz daha iyileşmeye başlamış şartlarda çalışıyor. Endüstrideki fırsat eşitliği sağlanabildiği, projeler yaratıcısının cinsiyetine göre değil, işin kalitesine göre değerlendirildiği sürece kadın yönetmenler listelere sığmayacak hale gelecek, eminiz. Dünya sinemasının usta kadınları ile tanımanız ve takibe almanız gereken genç ve yetenekli kadınları bu listede bir araya getirdik.
Dünya Sinemasında Kadın Yönetmenler
Chantal Akerman
Feminist sinema ve avangart sinemanın öncü ve iz bırakan yönetmenlerinden biri olan Belçikalı yönetmen, senarist, sanatçı ve akademisyen Chantal Akerman, ardında kısa, orta ve uzun metrajli 40’ı aşkın film bırakarak 2015 yılında aramızdan ayrıldı. Beyaz perdede kadınların ve kadın bedeninin varlığı ve tasviri konusunda devrimci adımlar atan Akerman‘ın başyapıtı ve en önemli filmi, henüz 25 yaşındayken çektiği Jeanne Dielman, 23, quai du commerce, 1080 Bruxelles / Jeanne Dielman olarak kabul ediliyor.
Andrea Arnold
İngiliz sinemacı Andrea Arnold, kısa filmlerle başladığı kariyerindeki üçüncü kısası Wasp ile 2005’te Akademi Ödülü kazandı. Genellikle alt sınıf gençlerin büyüme hikayelerine odaklanan, filmlerinde oyuncularına kendilerini yansıtmaları için sınırsız bir özgürlük vermesiyle tanınan Arnold, Red Road (2006), Fish Tank (2009) ve American Honey (2016) filmlerinin üçüyle de Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nün sahibi oldu. Yönetmen, aynı zamanda popüler HBO dizisi Big Little Lies‘ın ikinci sezonunun da yönetmen koltuğunda oturdu.
Susanne Bier
Danimarka sinemasının en önemli yönetmenlerinden Susanne Bier, ülkesinde gişe rekorları kıran romantik komedi Den eneste ene / The One and Only (1999) ve Dogme 95 manifestosunu takip ederek çektiği Elsker dig for evigt / Open Hearts (2002) ardından Brødre / Brothers (2004) ve Efter brylluppet / After the Wedding (2006) gibi iki etkileyici, iz bırakan melodrama imza attı. 2010’da Hævnen / In a Better World ile ülkesine En İyi Yabancı Dilde Film dalında Oscar kazandıran Bier, kariyerine BBC mini-dizisi The Night Manager ile Primetime Emmy ödülünü de ekledi. Filmlerinde aile bağlarını ve ahlaki ikilemleri ön planda tutan Susanne Bier‘in son filmi ise, Netflix için çektiği, izlenme rekorları kıran Sandra Bullock‘lu gerilim filmi Bird Box oldu.
Kathryn Bigelow
Yönetmenlik dendiğinde belki de çağımızın en sınır tanımayan kişilerinden biri olan Kathryn Bigelow, aksiyon sinemasının farklı bölgelerinde gezen filmografisi boyunca 55°C sıcaklığa aldırmadan, uçaktan paraşütle atlamaya hazır bir şekilde, dalgaların arasında ya da kameramanlarını vinçle kontrol edecek kadar ekstrem şartlarda film yapmasıyla ünlenmiş durumda. 2009 yılında The Hurt Locker ile En İyi Yönetmen Oscar ödülüne uzanan ilk ve halen tek kadın olan Bigelow, aynı ünvanı BAFTA, Yönetmenler Birliği (DGA) ve Eleştirmenler Birliği (BFCA) ödülleri için de taşıyor. Point Break (1991), Strange Days (1995), Zero Dark Thirty (2012) ve Detroit (2017), yönetmenin aksiyon türünde olmasına rağmen ana akımın dışına çıkan ve sinemanın sınırlarını keşfeden filmlerinin en önemlileri.
Jane Campion
Yeni Zelandalı yönetmen, senarist ve yapımcı Jane Campion, 1993 yılında The Piano filmiyle Cannes’da Altın Palmiye kazanan ilk kadın ünvanını kazanmanın yanı sıra En İyi Yönetmen kategorisinde Oscar’a aday gösterilen ikinci kadın oldu. Delilik, belirsizlik ve arzu gibi konuları ve kaderi bunlarla şekillenen karakterleri merkezine alan Jane Campion sineması, The Portrait of a Lady (1996) ve Bright Star (2009) gibi şiirsel dönem filmleriyle de dikkat çekiyor. Campion, 2013 yılında BBC mini-dizisi Top of the Lake‘in yönetmen koltuğunda oturdu; bunu 2017’de Top of the Lake: China Girl izledi.
Sofia Coppola
Hollywood’un en nüfuzlu ailelerinden birinde dünyaya gelmiş, babası Francis Ford Coppola’nın peşinden setlere, festivallere ve galalara sürüklenmiş Sofia Coppola, oyunculuk ve moda tasarımcılığı gibi yollara da saptığı kariyerinde iyi bir yönetmen olarak iz bırakmayı başarmış bir isim. İlk filmi The Virgin Suicides (1999) ile kusursuz bir çıkış yapan yönetmen, görsel açıdan zengin, alımlı ve göz kamaştırıcı detaylarla bezeli filmlerinde karakterlerinin de derinlerine inmeyi ihmal etmiyor. Sofia Coppola, 2003 yılında aynı zamanda En İyi Yönetmen kategorisinde de aday gösterilmesini sağlayan Lost in Translation ile En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar kazanmış, 2010’da Somewhere ile Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’a uzanmış, 2017’de The Beguiled ile Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kazanan ikinci kadın olmuştu.
Claire Denis
Günümüz Fransız sinemasının ustaları arasında yer edinen Claire Denis, özellikle kariyerinin başlarında kolonileşme döneminde ve sonrasındaki Batı Afrika’ya odaklanan, günümüzde ise Fransa’daki modern yaşamı mercek altına alan filmlerle dikkat çekiyor. 1990’ların en iyi Fransız filmleri arasında sayılan Beau Travail‘in (1999) dışında, Claire Denis‘in filmlerinden 2000’lerden 35 Rhums / 35 Shots of Rum (2008), 2010’lardan ise High Life (2019)‘ı mutlaka izlemelisiniz.
Nora Ephron
Romantik komedi türünün en önemli yaratıcılarından Nora Ephron, yönetmenliğini üstlendiği filmlerden önce kariyerine Silkwood (1983) ve When Harry Met Sally… (1989) gibi klasiklerin senaristi olarak başladı. This Is My Life (1992) ile adım attığı yönetmenliğe Sleepless in Seattle (1993), You’ve Got Mail (1998), Bewitched (2005) ve Julie & Julia (2009) gibi romantik komedi türü için vazgeçilmezler arasına eklenmiş filmlerle devam etti. 2012’de kaybettiğimiz Nora Ephron anısına 2013 yılından beri Tribeca Film Festivali tarafından verilen Nora Ephron Ödülü, ‘kendine özgü bir sesi olan’ bir kadın yönetmen ya da senariste takdim ediliyor.
Greta Gerwig
Önce oyuncu, ardından senarist ve son olarak yönetmen kimliğiyle tanıdığımız Greta Gerwig, 2010’ların yükselen yıldızlarından biri. 2000’li ve 2010’lu yıllar boyunca Greenberg‘den Damsels in Distress’e, Frances Ha‘dan Jackie‘ye, Maggie’s Plan’den 20th Century Women‘a birçok filmde rol alan Gerwig, rol aldığı Frances Ha ve Mistress America gibi filmlerde senaryoya da katkıda bulundu. 2008’de yönetmenliğini üstlendiği ilk filmi Nights and Weekends‘den yıllar sonra çektiği iki büyüme hikayesi ise kariyerini yepyeni bir boyuta taşıdı. Lady Bird (2017) ile En İyi Yönetmen kategorisinde Oscar’a aday gösterilen beşinci kadın olan Gerwig‘in hem bu filmi hem de Little Women (2019) filmi, En İyi Film dalında da aday oldu. Filmlerindeki doğallığı ve akıcılığı kendi hayatından ve deneyimlerinden beslenmesine borçlu olan Gerwig‘in yolu oldukça açık gözüküyor.
Sally Potter
Çoğu zaman bu etiketi reddetse de feminist sinemanın önemli temsilcileri arasında sayılmaya devam eden İngiliz yönetmen ve senarist Sally Potter, yönetmenliğe 14 yaşında, amcasının hediye ettiği 8mm bir kamera ile başlamış, 16 yaşında sinemacı olmak için okulu bırakmış. Orlando (1992), The Man Who Cried (2000), Yes (2004) ve Ginger & Rosa (2012) gibi filmlerle tanıdığımız Potter, bugünlerde The Roads Not Taken ile bir kez daha izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Lynne Ramsay
İskoç yönetmen, senarist, yapımcı ve görüntü yönetmeni Lynne Ramsay, özellikle çocukları ya da gençleri merkezine alan ve onları yas, suç, ölüm gibi durumlarla karşı karşıya getiren filmleriyle tanınıyor. Kısa filmlerinin ardından çektiği iki uzun metrajlısı Ratcatcher (1999) ve Morvern Callar (2002) ile ülkesinde birçok başarı elde ettikten sonra We Need to Talk About Kevin (2011) ile uluslararası tanınırlık kazanan Ramsay, You Were Never Really Here (2017) ile de Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülüne uzandı. Ramsay, 2019 yılında 38. İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma jüri başkanlığını üstlenmiş, festival kapsamında izleyiciyle buluşmuştu.
Kelly Reichardt
Amerikan bağımsız sinemasının en önemli temsilcilerinden Kelly Reichardt, filmlerindeki minimalist tarzıyla ve küçük toplumlarda hayata tutunmaya çalışan, işçi sınıfından karakterleriyle tanınıyor. Florida doğumlu olmasına rağmen filmlerinde başta Oregon olmak üzere kuzey-batı ABD eyaletlerini mesken tutan Reichardt‘ın filmleri yalnız karakterler üzerinden toplumsal eşitsizlik, çevre ve sömürgecilik gibi konuları işliyor. Önemli filmleri arasında Wendy and Lucy (2008), Meek’s Cutoff (2010) ve Certain Women (2016)‘ı sayabileceğimiz Reichardt‘ın, Sundance Film Festivali’nde prömiyer yapan yeni filmi First Cow, Berlin Film Festivali‘nde de ana yarışma bölümüne seçildi.
Céline Sciamma
Fransız yönetmen Céline Sciamma, Kariyerine bir büyüme hikayeleri üçlemesiyle başlayan ve bu üçlemeye Girlhood Üçlemesi adını veren Sciamma, Naissance des Pieuvres / Water Lillies (2007), Tomboy (2011) ve Bande de filles / Girlhood (2014)’dan oluşan bu üçlemenin ardından 2019’un en iyi eleştiriler alan filmlerinden, Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve Kuir Palmiye ödüllerini kazanan Portrait de la jeune fille en feu / Portrait of a Lady on Fire ile adını tüm dünyaya duyurdu. Céline Sciamma, yönettiği filmler dışında Bird People (2014), Quand on a 17 ans / Being 17 (2016) ve Ma vie de courgette / My Life As a Zucchini (2016) gibi sevilen Fransız filmlerinin senaristi olarak da biliniyor.
Agnès Varda
Fransız Yeni Dalgası’nın kurucularından ve feminist sinemanın öncü isimlerinden Fransız yönetmen Agnès Varda, 1950’lerden 2010’lara dek durmaksızın üretmeye devam eden, kamerasını belgesel gerçekçilik, deneysel sinema, feminist sinema ve toplumsal gerçekçilik gibi alanlara çeviren bir usta. Sokaklarda film yapmanın zor olduğu yıllarda dahi sokaklarda çalışan, amatör oyunculara rol veren ve toplumsal olaylara hiçbir zaman kayıtsız kalamayan Varda‘nın en önemli filmleri, Fransız Yeni Dalgası için de büyük önem taşıyan La Pointe Courte (1954) ve Cléo de 5 à 7 (1961) ile Venedik’te Altın Aslan’a uzandığı feminist film Sans toit ni loi / Vagabond (1985). Son dönemlerinde sokak sanatçısı JR ile işbirliği Visages Villages / Faces Places (2017) ve kendi hayatını konu alan Varda par Agnès (2019) gibi belgeselleriyle de karşımıza çıkan Agnès Varda, 2019’un bahar aylarında aramızdan ayrıldı. Onu ve sinemasını unutulmaz kılacak özellikleri, daima genç ruhu, oyunbazlığı ve kendine özgü mizahı… Varda’ya, 2015’te Cannes Film Festivali’nde, 2017’de ise Akademi Ödülleri’nde Onur Ödülleri takdim edildi.
Lina Wertmüller
İtalyan yönetmen Line Wertmüller’in adı tarihte En İyi Yönetmen Oscar’ına aday gösterilmiş ilk kadın olarak yazılı. Fellini filmleri ve onun stilinden etkilendiğini gizlemeyen Wertmüller’in sineması İtalya’ya olan hayranlığını yansıtıyor. Tematik olarak kapitalist modern toplumun kurumlarını ve düzenini eleştiren Wertmüller filmleri arasında öne çıkanlar Oscar’a aday gösterildiği Pasqualino Settebellezze / Seven Beauties (1975)‘in yanı sıra Mimi metallurgico ferito nell’onore / The Seduction of Mimi (1972) ve Travolti da un insolito destino nell’azzurro mare d’agosto / Swept Away (1974).
Türk Kadın Yönetmenler
Türkiye sinemasında da kadın yönetmenlerin yeri oldukça önemli ve özellikle son yıllarda ilk filmlerini çeken yeni yönetmenler sayesinde sinemamızda daha eşit bir ortam oluşmaya devam ediyor. Yeşim Ustaoğlu‘ndan Pelin Esmer‘e birçok ismin hikayelerine, ödüllerine ve filmlerine yer verdiğimiz Türk Kadın Yönetmenler yazımıza göz atmayı unutmayın!
İlk yorumu siz yazın!