Ruh Sağlığı: Düşüşler de İyileşmenin Bir Parçası
Son zamanların üzerinde en çok konuşulan konularından biri; ruh sağlığı. Gittiğiniz herhangi bir kitapçıda çok satanlar bölümüne gidip bakın; en az üç kitabın mutlaka “psikoloji”, “kişisel gelişim” ya da daha korkuncu “yaşam koçluğu” üzerine olduğunu görebilirsiniz. Yoga, ses meditasyonu, doğaya dönüş kampları, palo santolar, uzak doğu öğretileri, sanat terapileri ve daha bir sürü başka şey. Hep birlikte tam olarak ne olduğunu da bilmediğimiz bir “şifa” nın peşindeyiz. Ancak asıl problem bu kadar çok ve çeşitli uyaran içinden hangilerinin gerçekçi çözümler önerdiğini, hangilerinin ise kapitalist bir araç olmaktan öteye gidemediğini tespit etmekte.
Kadıköy’de sulu bira içip, “90’lardan sonra film yapılmadı abi yaa…” diyen ortalama bir hipster gibi Fight Club alıntısı yaptığım için çok özür dilerim ama Chuch Palahniuk; “Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız…Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık…Bizim savaşımız ruhani savaş… Ve bunalımımız kendi hayatlarımız…” diye yazarken sanırım çok da haksız değildi. “Millenial” adlandırılan insan grubu olarak bunalım içinde olduğumuz açık. Kullandığımız mizah dilinin genel olarak yetersizlikler ve depresyon üzerine yapılan şakalar olmasından sıklıkla psikolojik ve karanık ögeler içeren art-house filmlerden hoşlanmamıza kadar bu duruma işaret eden pek çok alışkanlığımız var. Burada asıl soru ise; neden hep birlikte bu hisleri yaşadığımız.
Bunalımlar ve Ruhsal Bozukluklar
Birkaç farklı psikiyatr tarafından anksiyete ve depresyon tanısı konmuş biri olarak ruh sağlığına ilişkin konuları kesinlikle hafife almıyorum. Bence zaten bizim neslimiz (nesil kelimesini cümle içinde kullandığım için en az12 yıl yaşlandım) ile ilgili en iyi özellik araştırmacı ve bilinçli olmamız. Bizden önceki kuşaklar (belki de kendilerine yapılan muameleden de dolayı) pek çok sorununu görmezden gelirken ya da reddederken bizler çözüm odaklı ve araştırmacıyız. Bunun yanı sıra çoğumuz (kendimi de buna dahil ediyorum) internet ve günlük yaşamın hızlanmasıyla birlikte alışkanlık olarak sabırsızız ve yaşayabileceğimiz hayatın en iyisini yaşamayı takıntı haline getirmiş durumdayız.
Özellikle her gün üzerimize pompalanan “30 yaşın altındaki 30 başarılı insan” listeleri, 20’li yaşlarının başında yılda milyonlarca dolar kazanan modeller, müzisyenler ve teknoloji dehaları hatta ne iş yaptıklarını dahi tam olarak anlayamadığımız influencerlarla çevrelenmiş durumdayız. Hal böyleyken kendimizi sürekli bir geç kalmışlık ve yetersizlik hissi içinde bulmamız normal. Bununla birlikte bunalım hissi bu kadar yaygınken depresyon ve anksiyeteyi bu bahsettiğim bunalımlardan ayırmak da güçleşiyor.
Ruh Sağlığımızı Korurken ve Tedavi Esnasında
Konu ne olursa olsun (dönemsel bir bunalım ya da depresyon, anskiyete, yeme bozukluğu, bipolar bozukluk gibi rahatsızlıklar) gerçeklikten kopmamak ve kendimizi zaten bizi yoran ve üzen bir şeyler nedeniyle kendimizi daha da kötü hissetmemek için hatırlamamız gereken bazı süreçler olduğuna inanıyorum.
Terapi
Genel olarak hızlı çözümlerin bağımlısı olunan ve televizyonlarda “herkes kendi kendinin doktorudur” gibi saçma sapan mottoları sıklıkla duyduğumuz bir dönemde, hele de konu ruh sağlığı gibi herkesin üzerin konuşabildiği bir konu olunca profesyonel yardım almak genelde ikinci plana atılıyor. Oysa ki hayattaki pek çok şeyde olduğu gibi ruh sağlığımızla ilgilenirken de bir mucize ya da kısa yol yok.
Kantaron yağı ya da şu an hangi doğal çözüm yöntemi moda ise onun bizleri kanserden kurtaramaycağı gibi, pasifloralı çay içmek ve bir kaç kişisel gelişim kitabı okumanında da malesef gerçek bir bunalım ya da ruhsal hastalık döneminde bizler için yeterli olmayacağı açık. Terapiye ihtiyacı olduğunu keşfetmesi ve daha önemlisi bunu talep edebilmesi çok uzun zaman almış biri olarak söyleyebilirim ki hayatımda kendim için yaptığım en önemli şey profesyonel bir görüş almak oldu.
Bunu tetikleyen en önemli şey ise ilaç yazdırmak için her gidişimde psikyatristimin “Terapiye devam ediyor musun?” sorusuna sıkça bahane bulduğum bir dönemde buna bütçe ayıramayacağımı söylediğimde bana “Kendin için yapabileceğin en büyük yatırımdan söz ediyoruz. Senin en büyük önceliğin bu olmalı. İhtiyacın olan şeyi öne almaktan ve gerekiyorsa yakınlarından talep etmekten korma. Kendini yük olarak görme.” demesi olmuştu.
Bununla birlikte terapi ile ilgili en büyük yanılgı; ilk seanstan iyi hissedilmeye başlanacağı ya da her seansta büyük bir gelişme yaşanacağı. Gerçekte terapi yıllar sürebilen bir süreç, üstelik bazen bugün gitmesem de olurdu ya da ne işe yaradı şimdi bu dediğiniz günler, asıl anlatmak istediğiniz şeyden kaçtığınız günler ya da duyduklarınıza bayılmadığınız günler de oluyor. Tabi bu esnada doğru terapistle eşleşebilmek de çok önemli. Terapiden verim alan biri olarak ben ve konuştuğum pek çok arkadaşım doğru eşleşmeyi bir kaç denemeden sonra yakaladığımızı keşfetmiştik. Dolayısı ile sabır ve yılmamak burada da çok önemli.
İlginç olan ise bütün bu deneyimlerin size ne kadar yardımcı olduğunu zaman içinde farketmek. Çünkü her ne kadar beklenenden uzun sürsede, uzun vadede yaşadığınız değişimi görmek son derece tatmin edici oluyor. Dolayısıyla nasıl kolunuz kırıldığında ya da sinüzit olduğunuzda doktora gitmekten çekinmiyor ve bunu normal karşılıyorsanız ruh sağlığınız için terapiste gitmek de bu kadar doğal ve gerekli bir süreç.
Düşüşler
Bence hepimizin en çok düştüğü yanılgı herhangi bir şeyin bir kez iyiye gittikten sonra bu gelişim ivmesinin hep aynı kalacağı beklentisi. Üstelik yukarıda bahsettiğim bütün bu kişisel gelişim kitapları; 10 adımda hayatınızı değiştirin, 21 günde kötü alışkanlıklarınızdan kurtulun,3 ayda arzuladığınız vücuda kavuşun, başarılı insanların 4 özelliği gibi bolca sayı pompalayan başlıklarla sürekli bir hız ve kurtuluş vadediyorlar. Oysa malesef dünya üzerinde herhangi bir şeyde daha iyi olmanın tek yolu süreklilikten geçiyor. Bu da kendinize karşı son derece nazik ve sabırlı olmayı gerektiriyor.
İlginç olan ise diğer insanlara karşı nazik ya da sabırlı olmak kolayken bunu kendiniz için yapmanın son derece zor olması. Özellikle kendim için belirlediğim standartların altına en ufak bir düşüş ya da bir süreçteki gerileme anı beni normalin üzerinde etkiliyor. Örneğin benim için bir hangover yaşamak iki-üç günlük bir travma sonrası evde kalma sürecini gerektiriyor ya da sağlıksız beslendiğim günlerin ardından giyinmek, aynaya bakmak bile istemediğim oluyor. Oysa sorun ne olursa olsun tedavi sürecinin doğrusal olmayacağının kabul etmek ve kötü günlerin herkesin başına geldiğini anlamak bu sürecin en önemli parçası.
Üstelik sıklıkla büyüttüğümüz bu “relapse” (tekrar kötüleşme) anlarının sadece bizim başımıza gelmediğini anlamak için algıda seçiciliğimizle biraz oynamak yetiyor. Ünlülerle ilgili haberlerde genellikle ışıltılı anları görmeye alışkınız oysa son derece büyük işler yapan bu insanlar, çevrelerindeki ekiplere ve profesyonel yardıma rağmen büyük travmalar atlatabiliyorlar.
Örneğin; ruh sağlığı konusundaki hassasiyetini takdir ettiğim; uzun yıllar boyunca yeme bozukluğu ve alkol bağımlılığı ile uğraşan Demi Lovato yakın zamanda alkol komasına girip hastaneye kaldırıldıktan ve ölüm tehlikesi geçirdikten sonra işine geri döndü. Üstelik bu süreci açıkça dünyayla paylaşabilecek kadar da açık yürekli.
Tetikleyicileri Keşfetmek
Başımızı çevirdiğimiz her yerde veri yağmuruna tutulduğumuz bu dönemde tetikleyicileri bilmek ve gerektiğinde bunlardan uzaklaşabilmek de bence yapılması en zor ve en önemli şeylerden biri. Özellikle de benim gibi hayır demekten zorlanan biriyseniz.
Üstelik hayır demek denince akla gelenin aksine sınırlarımızı belirleyen bu sözü sevmediğimiz insanlara değil, aksine çok sevdiklerimize de kullanmamız gerekiyor. Hayır diyebilmek, aslında sınırlarımızı çizebilmeyi ve korumayı ifade ediyor. Dolayısıyla ailenizden, yakın arkadaşlarınıza, sevgilinize ve hatta birlikte çalıştığınız insanlara karşı bir birey olarak duruşunuzu sergiliyor. Engin Geçtan da “İnsan Olmak” isimli kitabında bu konuyu “İnsanlara gerektiğinde “Hayır!” diyebilmek ve bundan ötürü suçlanmamak kadar, onlardan bir şeyler isteyebilmek ve beklentilerimizi hissettirebilmek de kendimize karşı sorumluluğumuzun bir parçasıdır.” diyerek ele alıyor.
Burada benim keşfettiğim ve önemli olduğunu düşündüğüm nokta ise “hayır” demenin ya da bir ortamdan/ insandan uzaklaşmanın kızgınlık ya da kırgınlıkla eşdeğer olmamasıydı. Çok sevdiğim tiyatro okuluma gittiğim dönemde, hayranı olduğum bir hocam sürekli olarak diyetlerden ve ne kadar aç olduğundan bahsediyordu. Geçmişinde yeme bozukluğu olan biri olarak normale beni günlerce etkileyebilecek ya da çok sinirlendirebilecek bu konuşmalar esnasında sınıftan çıkıp konu bittiğinde geri gelmek kadar basit bir çözüm bile benim için son derece devrimsel bir gelişme oldu.
Dolayısı ile kendinizi rahat hissetmediğiniz ortamlarda bulunmayı reddetmek, “motive edici” olarak adlandırılıyor olsa bile size kendinizi kötü hissettiren kitaplardan, internet içeriklerinden uzaklaşmak, suçlayıcı eleştirileri dinlemeyi reddetmek küçümsenemeyecek kadar önemli bir yardımcı.
Kabullenme ve Empati
Ruh sağlığını zedeleyen en önemli etkenin geçmiş travmalar olduğunu düşünürsek bu olaylarla ve insanlarla iç yüzleşmemizi bitirerek, onları ve kendimizi affetmenin önemli olduğuna inanıyorum. Ancak diğer her şeyde olduğu gibi bu da malesef bir günde ulaşılabilen bir duygu durumu değil. Bununla birlikte sık kullanılarak içi boşaltılan “empati” ve “şefkat” kavramları bu sürecin en büyük yardımcısı.
Yakın zamanda sıklıkla gördüğüm “toxic” kelimesi ve “Toksik insanları hayatınızdan çıkarın.” gibi öğütleri ise son derece kaba buluyorum. Bence karşıdakini toksik diye tanımlamak son derece büyük bir itham zira insanların birbirleri için doğru olmamaları birinde mutlaka bir sorun olduğu anlamına gelmiyor. O nedenle toksik gibi araya mesafe ve kızgınlık koyan bir kelime kullanmadan uzaklaşabilmek iyileşmenin önemli bir parçası.
Üstelik insanlar arası iletişimde zamanlama da etkili. Benim için bunu kabullenmek ve kırgınlığımı atmak oldukça zordu oldu ama hayatımın bazı dönemlerinde çok yakın olduğum bazı arkadaşlarımla artık görüşmüyorum çünkü iletişimimizin bana ve onlara iyi gelmediğine inanıyorum. Ancak bu durum herhangi birimizin daha toksik yada daha iyi bir insan olmasından kaynaklanmıyor.
Son Çare
Bunların tümü işe yaramazsa ise sizi çok daha kısa ve öz bir çözüme davet ediyorum; Serdar Ortaç- Şeytan (2008) şarkısı eşliğinde okul şenliğinde dans edecek rahatlığı yakalamış coğrafya öğretmeni figürleriyle dans etmek. Bunda şaşıracak bir şey yok. Serdar Ortaç da yıllardır yaşadığı kumar bağımlılığı, depresyon gibi ruh sağlığı problemleri ile boğuşurken ülkemize kıymetli ve son derece derin eserler vermiş bir sanatçımız. 🙂
Öyle ki kendisinin bir çikolata markası için depresyona giren bir çok pijamalı kadın (çünkü bildiğiniz gibi depresyon yalnızca kadınların yakalanabildiği ve pijama-çikolata ikilisi ile çözülebilen bir hastalıktır) eşliğinde bir tahtta oturarak depresyondan çıkma yöntemlerini anlattığı bir reklam bile mevcut.
Sonuç olarak ruh sağlığı üzerine açıkça ve gerçekçi biçimde konuşulabilmesi bence siyah ya da beyaz mantalitesinden kurtulabilmemiz ve kendimiz dışında insanların da bize benzer sorunlarla boğuştuğunu bilebilmemiz açısından önemli olduğuna inanıyor ve ülkemizde Serdar Ortaç’tan sonra bu konuyu dile getiren ikinci mühim isim olmaktan büyük bir onur duyuyorum.
İlginizi çekebilir Yogi Magger’dan Yoga ve Meditasyon Belgeselleri
İki ağır travmatik durumumu sığındığım bir kitapla atlattım. kitaptan aldığım öğretilerle. Konuya şöyle bakıyorum; evet psikolojik destek de alabilirdim, buna hayır diyecek bir insan değilim ki zaten bilim okudum. Fakat benim hayatımda olaylar böyle gelişti ve elime tüm bakış açımı değiştirecek bir kitap geçti. Ya da benim ihtiyacım olan bir andan 'öğretmen' bu yolla hayatıma geldi. Demek istediğim ihtiyacımız olan 'psikolojik destek' bazen sadece bir şiirden, filmden, öylesine edilmiş bir cümleden de gelebiliyor. Beynimizdeki tıkanmış tolu açıp oradan suyun akmasını sağlıyor. Yazı çok güzeldi, sadece herkesin kendi yolu başka olduğundan bazen doktorumuz okuduğumuz kitap olabiliyor, bunu eklemek istedim. 🙂