İlk yorumu siz yazın!
Bir Virüs, Bir İnsan, Bir Kuş: Bolca Düşünceyle Birleşirse
Günlerdir içimde tanımlayamadığım bir his… Yerine oturmayan, akşam işten eve döndüğümde, sakinliğe gömüldüğümde açığa çıkacakken yeni bir vaka sayısı ile olduğu yere yeniden giren, biraz umutsuzluk, biraz panik, çokça kaosun içinden başını göstermeye çalışan ama ona fırsat vermediğim, veremediğim bir his… Sevgili İrem Bali’nin Koronavirüs’ü Anlamak: Bize Ne Öğretmeye Çalışıyor? yazısı ile sonunda topraktan filizini çıkaran canım his. Ve bu yazıma İrem Bali’den aldığım ilhamla başlıyorum.
Kulaklarımda Birsen Tezer’in sesi; “Biraz çekilme zamanı, gözünü kapatıp içini duyma zamanı…” diyor. Sahi ne kadar oldu içini duymayalı; dışarıdaki gürültüden, sabahları pür telaş, wake up make up, kapıyı çekip çıkmalarından, melankolik monotonluklarından, klimayı kapat, ışığı söndür, ofiste günü bitirişlerinden, kapıyı açıp eve girmelerin, hızlı yemek yemelerin ve genelde bir dizi, bir video, birkaç satır kitap okuma derken, koltukta sızmalarından ve başa saran yeni güne aynı uyanışlarından fırsat olup da içini duymayalı, kaç zaman oldu?
Venedik’ten bir kare düşüyor önüme: bir ördek. Berrak ve sessizliği içime işleyen bir nehir. Balık sürüleri görünüyor derinlerinde. Gözlerim doluyor. Geçen sene tam da bugün Brugge’da kanal turunda olduğumu anımsıyorum. Teknedeyim, cep telefonum elimde, nehirdeki beyaz kuğuları çekiyorum. Teknenin motor sesi ürkütse de bazılarını, çırpsalar da kanatlarını, sürekli gelen dalgalarla yönlerini başka tarafa çevirmek zorunda kalsalar da, doyasıya yüzmek varken kıyıda kendilerini emniyete alarak günü geçirseler de… Yaşıyorlar işte. Bizden fırsat kaldıkça.
Balkonumdan sahile doğru bakıyorum, onları uzun zamandır tanıyorum. Sessiz sokak çocuklarım. Sahile bıraktıkları tek iz, pati izleri olan çocuklarım. Bazen bir-iki, bazen yeni yavrularla birlikte dokuz-on oluyor sayıları. Ne havlıyorlar gelen geçene, ne saldırıyorlar. Varsa yiyorlar yoksa uyuyorlar denize nazır. Sabah işe giderken ilk iş perdeyi aralamak, kimsecikler yok, yürüyen, koşan. Onlar var. Küçük yavrular birbirleriyle boğuşuyorlar, daha büyükleri rahat rahat uyuyorlar sessizliğin içinde şimdi.
Üç gecedir, tam da gece yarısına doğru susmak bilmeyen kuş sesleri duyuyorum. Tesadüf sadece biliyorum. Ama öyle coşkulu ki, şarkı söylüyorlar, kesin. Hani sosyal medyada dolaşan İrlandalı bir rahibin şiirindeki o satırlar gibi; “Diyorlar ki yıllar süren gürültüden sonra Vuhan’da kuş sesleri duyulur oldu.” Kuşlar sabah öter genelde, şaşırmam… Ama gece sadece cırcır böceklerinin sesi çıkar, o da yaz geceleri işte, kurbağa sesleri ile birlikte.
Egzoz dumanları, fabrika bacaları, trafik, eğlence mekanlarından taşan gürültülü müzikler, tekneler ve onların motor sesleri, iş makinaları, vapurlar, sahiller… Hepsi insan yaşamının bir parçası, hepsi bizim varlığımıza dair sesler. Şimdi bu sessizliğin içinde bizim sesimizle bastırılanların sesi çıkıyor işte.
Kelebekler dans ediyor bir yerlerde, kuşlar şakıyor, kediler ve köpekler güneş banyosu yapıyor, trafik daha azken, sokaklarda daha az insan varken, bu yıl tüm dünyaya bahar böyle geliyor. Bu bir Pollyanna’cılık meselesi değil. Bu bir denge. Terazinin kefesi çoktan şaşmıştı. Savaşlar kapıdaydı, yanıbaşımızda bomba sesleri, “Hatay’ı alırlar mı acaba” tereddütü ile yeni güne uyanırken, bir sabah kapımızı beklense de davetsiz bir virüs çaldı. Bir insan ona evini açtı. O insan evine kapandı. Ve sonra diğerleri. Sarsıldık, korktuk, “ilk ölüm haberi ne zaman gelecekti”, “vaka sayıları kaç olacaktı” ile uyumaya başladık her gece. Dezenfektanlar, kolonyalar, maskeler, eldivenler derken yine düştük işte kendi derdimize. Zordu evde olmak, hep evde olmak. İnsan sosyal bir hayvandı. Dayanamadı insan çıktı sokağa virüsle birlikte. Virüs insanı en hassas yerinden vurdu, sosyalliğinden, yalnız kalamayaşından vurdu. Şimdi bizim özkapımızı ne zaman çalar diye beklerken ve dengenin gerekliliği bu kadar net karşımızdayken, görmezden gelinir mi? Hissetmemek elde mi?
Çok değil bundan birkaç ay önce Avustralya’ da korkunç bir yangın çıktı. O yangın öyle büyüdü ki insanlar evinden dışarı çıkamaz oldu. Su tüketimi kritikti ve bu nedenle 5000 adet deve helikopterlerden açılan ateşlerle katledildi. Peki yangın neden çıktı? Nasıl bu kadar büyüdü?
Dünyanın birçok yerinde hayvanlar istismar ediliyor. Sirkler, hayvanat bahçeleri hepsi bizleri eğlendirmek için kurulu düzenler. O hayvanlar acılarla eğitiliyor. Bir fil uçsuz bucaksız arazide koşacakken sen gül diye iki arka ayağının üzerine kalkıyor ve selam veriyor. Foklar kürkleri için kafalarından vuruluyor ve o hayat binlerce dolarlık bir çantada son buluyor. Peki şimdi o çanta nerede?
Kaptan Pengu ve arkadaşları bir şarkı söylüyor: “Bu dünyanın bir doğası var. Doğanın da bir dengesi var. Goriller, kuşlar… Hep birlikte mutlular. Yapma, atma, çöpü denize atma. Yapma, atma, plastiği yere atma. Yapma, atma, sular akmasın boşuna… Bir dünya var yaşamak için… Bunların hepsi bizim için.”
Bir balina ve birçok balina avlanıyor. Yunuslar, okyanusa ait yunuslar, küçük bir havuzda nasıl zaman geçiriyor? Etrafına doluşan çocukları selamlamak ve onları yüzdürmek yunusların işi miydi? Sanmam.
Bir çocuk. Kemikleri sayılıyor. Afrika. Ve bir otelde açık büfe sınırsızlığı. Çöpler doyuyor.
Denge.
Biraz durul insan! Dinle! Tek evimize, dünyamıza sahip çıkmak varken sadece tükettik. Yerine koymadan, tükettik. Sadece çöp ürettik. Ağaçları kestik, tramvay hatları yaptık. Kuşlar gitti, trenler geldi. Ülkeler bombaladık, çocuklar öldürdük. Üzüldük, ağladık, unuttuk.
İşte şimdi, tam da şimdi; durup çekilmek zamanı, içini görüp bakmak zamanı. Dünyanın sadece sana ait olmadığını görme zamanı. Küçücük bir virüs seni bu dünyada tehdit edebiliyorsa çok da merkezde değilsin galiba insanoğlu, ne dersin? Ağacıyla, kuşuyla, açan çiçeği, denizlerdeki rengarenk balıklarıyla; onlara fırsat vererek, onlara saygı duyarak, yeniden yeşillenme zamanı. Zor olacak, ne kadar sürecek bilmiyoruz. Ne zaman eski özgür zamanlarımıza döneceğiz, bir fikrimiz yok. Ama bu defa yeniden başlayabilmek, kendimizi sarsmak ve yeniden yeşillenmek için çok büyük bir fırsat olarak görüyorum ben bu süreci. En azından kendi adıma. Bütün olabilmek, her şeyiyle bütün dünyayı selamlamak.
Eskisi gibi olamayacak hiçbir şey. Ama daha iyisi için her şey bu defa bizim elimizde galiba.
Bir virüs bir insanı değiştirir. Bir insan dünyayı. Kuş öter ve artık hep öter.
İlham olan herkese saygı ve sevgilerimle…
Kapak fotoğrafı: Unsplash / Jan Meeus
Hatice ❤️ Ne büyük mutluluk bu değerli yazıya ilham olmak! Çok mutlu ettin beni, teşekkür ederim. Aynı şekilde, sen de cümlelerinle bana ilham oldun. Aklımda yepyeni pencereler açtın. Kalemine sağlık! 🙂
İrem 🙂 Teşekkürler.. Sanırım bu dünyada benim için en değerli hazinedir ilham. Çok güçlü ve tutunulması gereken birşey. O yüzden cansuyunu verdiğin için ben tekrar teşekkür ederim. Sevgiler 🙂