Yazarların ev ya da çalışma ofislerinden hiç çıkmadıkları düşünülse de; bu, onların genellikle evde yaşamayı, kapalı ortamlara kapanmayı sevdikleri anlamına gelir mi? Yoksa evler genel planda sanatçılar ve dünyayı düşünsel olarak algılamayan, onu kapalı yaşamayı seven yaratıcı beyin ve zekâlar için öte dünyalara açılan birer kapı mı sadece?

Behçet Necatigil
Behçet Necatigil | Fotoğraf: Hürriyet

“Bensiz olamazlar dönerler
Çok denedim
Ben büyüğüm affederim
Ben evim.”

BEHÇET NECATİGİL

Kâh karantinalı kâh gönüllü kapalı, ama illa ki “koronalı” günlerde oturup bir daha evleri düşünüyorum. Hâlâ da düşünüyorum evleri, evlerimi.
Doğumumdan bu yana saydım: Tam 10 şehirde doğmuş ve doymuşum. Hâlâ acıktığım ya da aç kaldığım şehirler varsa oralarda mutlaka ev’li ve güzel yaşamlarım olmuştur, diyorum kendime.

Sabah alacakaranlığında Haliç’in tarihi sırtlarından Haliç Köprüsü’ne ve surlara bakarken evlerimi düşünüyorum, sonra da şehirlerimi, bu kırkıncı kapalılık günümde. İstanbul’da 30. yılım bu sene. Ve 2000 yılından bu yana İstanbul’un taşı toprağı, gazeteleri, dergileri, yazarları, okurları, yayınevleri, basımevleri, kitabevleri ve kütüphaneleriyle 20 senedir uzaktan ve “evden” görüşüyorum, çalışıyorum, yaşıyorum. Halk arasına da karışan tabirle “freelance” bir şekilde. Bu sözcükteki “free” öntakısı daha çok ilgilendirmişti beni ilk başlardan bu yana.

Özgürlüğüm.

“Yaşamam için en çok nedenin olduğu yerdir özgürlüğüm,” demiştim İstanbul’da yaşama kararı almadan önce. Ve İstanbul bana bir ev yerine evler verdi. Kapılar. Açık, kapalı. Apartmanlar. Sokaklar. İstanbul’un yüz sokağından birisi olan Kanun Sokağı.

İstanbul Sokakları 101 Yazardan 100 Sokak
İstanbul Sokakları 101 Yazardan 100 Sokak | Fotoğraf: birdilimsohbet.blogspot.com/

101 yazarından biri olduğum İstanbul Sokakları 101 Yazardan 100 Sokak adlı kitabın 100 sokağından birisi de Haliç kıyısındaki Eyüp’te bulunan Kanun Sokağı’ydı. Tarihi ve İslami olarak İstanbul ve ülkemizde haklı bir üne sahip olan Eyüp’te, sayıları camiler kadar olan kiliselerin birinin önünden geçen sokaktı Kanun Sokağı. Ya da oğlumun deyişiyle Klise Sokağı

İşte Kanun Sokağı, tüm o güzel sokaklar gibi oğlumla beni eve götüren sokaktı. Biraz sakin ve kestirme, biraz da tenhalığı insanda huzur yaratan ruhuyla hep içimizde yaşattığımız tüm ev kapılarından birisi olarak…

Oğluma öğrettiğim ilk şey elbette ki Kanun Sokağı değildi. Türkçe dili ve kültürü de kuşkusuz onunla en önemli ortak miraslarımızdan oldu, karşılıklı olarak. Türk kültürü için de sayısız temel kaynaklardan biri Türk edebiyatıydı kaçınılmaz olarak. Bu kapalı günlerde evleri, evlerimi düşünürken içimden Türk edebiyatında, az da kronolojik olarak, özellikle adlarında ev kelimesini barındıran kitaplar ve yazarlarını araştırmak geçti.

Bulabildiklerimden seçtiklerimi sıralayacak olursam Mor Salkımlı Ev – Halide Edib Adıvar, (son baskısı: Can Yayınları), Sessiz Ev – Orhan Pamuk, (son baskısı: Yapı Kredi Yayınları), Yolun Sonundaki Ev – Oya Baydar, (son baskısı: Can Yayınları) Evler – Behçet Necatigil, (son baskısı: Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları), Maçinli Kız için Ev – Aziz Nesin, (son baskısı: Nesin Yayınları) ve Ev Ödevi – Nurdan Gürbilek, (son baskısı: Metis Yayınları).

Kuşkusuz bu 6 kitaptan oluşan seçkinin kahramanlarında ev teması temel konu değil. Ev hakkında doğrudan seçimlerden çok isimlerini ev çağrışımlarıyla andığımız ve akıllarımızda sürekli tutageldiğimiz küçük bir toplam üzerinden evin sanatta da önemli yerini – en az sosyal yaşamda (şu sıralar) olduğu gibi – vurgulamak amacım.

Türk Edebiyatında Ev Teması

Mor Salkımlı Ev, Halide Edip Adıvar

Mor Salkımlı Ev - Halide Edib Adıvar
Mor Salkımlı Ev – Halide Edib Adıvar, ilk ve son basımları |Fotoğraf: Koronakolaj İstanbul © Halil Gökhan

Yazar ve eleştirmen Selim İleri’nin sözleriyle hatırlayacak olursak Mor Salkımlı Ev, “yakın tarihimizin ruh iklimini anlamak, kavramak ve o iklimde yaşamak açısından eşsiz bir anı kitabı”. İleri, bu kitapta Halide Edib‘in, kendi çocukluğunu, yetişme yıllarını, ilk yazılarını, ilk evliliğini, eşinden ayrılışını, Millî Mücadele’ye hangi sebeplerle başlandığını kaleme aldığını da ekliyor. Kitap öte yandan da imparatorluğun son dönem peyzajını çizmesi bakımından önemli bir tarihsel kaynak.

“Evin kendisi, çocuğun hafızasında Mor Salkımlı Ev yaftasını taşır. Bu ev, yarım asırdan ziyade, bazen de her gece, bu küçük kızın rüyalarına girmiştir. Arka taraftaki bahçeye nazır pencereler, çifte merdivenlerin sahanlıklarındaki ince uzun pencereleri, baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güneşinde mor çiçekler arasında camlar birer ateş levhası gibi parlar.”

Sessiz Ev, Orhan Pamuk

Sessiz Ev - Orhan Pamuk, ilk ve son basımı
Sessiz Ev – Orhan Pamuk, ilk ve son basımı | Fotoğraf: Koronakolaj İstanbul © Halil Gökhan

Nobel Ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un 1983 yılında yayımlanan ikinci romanıdır Sessiz Ev. Roman üç kardeşin babaannelerini ziyaret etmek üzere İstanbul’daki Cennethisar kasabasında geçirdikleri bir haftayı konu ediniyor. Yazar kitabını 32 bölüm halinde kurgulamış. Her bölüm farklı karakterlerin gözünden anlatılıyor. Romandaki zamanın, 12 Eylül 1980’de yaşanan askerî darbeden kısa bir süre önce geçmesi nedeniyle darbeden önceki siyasî ve toplumsal gerginlikler romanda derinden hissediliyor. 

“Bunlardan başka, Üsküdar’da bir zamanlar, bir de cüceler evi bulunmaktaydı. Sıradan insanlar için değil, cüceler için yapılmış olan bu evin, hiçbir eksiği yoktu. Yalnızca, odalarının, kapılarının, pencerelerinin, merdivenlerinin boyutları cücelere göreydi ve ortalama bir insanın içeri girebilmesi için iki büklüm olması gerekirdi. Sanat tarihçisi hocamız Prof. Dr. Süheyl Enver’in araştırmalarına göre, bu evi cücelerini çok seven, II. Sultan Mehmet’in zevcesi ve I. Sultan Ahmet’in valideleri Handan Sultan yaptırmıştır. Bu kadının cücelerine olan aşırı düşkünlüğünün Harem tarihimizde önemli bir yeri vardır. Handan Sultan, ölümünden sonra, çok sevdiği bu sevimli dostlarının rahatsız edilmeden, huzur içinde birlikte yaşamalarını arzu etmiş, bunun üzerine Saray’ın başmarangozu Ramazan Usta seferber edilmişti. Doğramalarının ve ahşap işçiliğinin mükemmeliyetinin bu evi küçük bir şaheser haline getirdiği söylenmektedir. Fakat, aynı yıllarda Üsküdar’ı gezen Evliya Çelebi’de sözü edilmediği için, gerçekten böyle tuhaf ve ilginç bir ev olup olmadığını kesinlikle bilemediğimizi söylemeliyiz. Gerçekten var idiyse bile, bu tuhaf ev Üsküdar’ı kasıp kavuran 1642’deki ünlü yangında yok olmuş olmalı.”

Yolun Sonundaki Ev, Oya Baydar

Yolun Sonundaki Ev - Oya Baydar
Yolun Sonundaki Ev – Oya Baydar | Fotoğraf: Koronakolaj İstanbul © Halil Gökhan

Oya Baydar‘ın, 1913’te bir suikastla başlayıp 1960’lı yıllarda aynı apartmanda kesişen çizgilerle ülkenin son yüz yılının haritasını çizdiği romanı Yolun Sonundaki Ev, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bir Türkiye panoramasıdır aynı zamanda. Şu soru adeta okurun kulaklarında çınlar: Ülkenin yüz yıllık tarihinin kader zincirini kırmak mümkün mü? Bu ülke, bu şehir, bu semt ve bu ev: Yolun sonundaki mor salkımlı ev. Yıllarca tüm sakinlerinin birer birer deneyip de başaramadığını uzaklardan gelen çocuk başarabilecek mi? Yoksa bu aile apartmanından çıkan diğer tüm kurbanlar gibi o da zincire eklenecek bir halka mı olacak?

“Morsalkım bütün cepheyi sarmış, üç katı aşıp çatıya kadar tırmanmış, salkım salkım çiçekli dallar damdan aşağı sarkıyor. Ardındaki boydan boya balkonları, o balkonlara açılan geniş pencereleri düşünüyor. Kimler var içerde? Gidenler, kalanlar… Çocuklar büyümüştür, gençler çoluk çocuğa karışmıştır, kim bilir nerelerdeler. Umut? Hatırlanması yasak bölge. Her hatırladığında yasak bölgenin dikenli tellerinin içini kanattığı, acıyı bastırabilmek için hemen uzaklaştığı suç ve günah coğrafyası.”

Evler – Behçet Necatigil

Evler - Behçet Necatigil, ilk ve son basımı
Evler – Behçet Necatigil, ilk ve son basımı | Fotoğraf: Koronakolaj İstanbul © Halil Gökhan

“Ev, insan yaşamının en önemli unsurları arasındadır. Mekanın insan hayatına ve insan ruhuna yansımaları, milletlerin kültürlerine hatta kimi zaman geleneklerine de yön vermiştir,” diyor akademisyen Berna Uslu Kaya (1) bir Behçet Necatigil incelemesinde. Türk edebiyatı için Behçet Necatigil kimse, ev de Necatigil odur. A’dan Z’ye çağdaş edebiyatımızın her şeyi olan Behçet Necatigil için ev hayatın ve edebiyatın merkezidir.

“Ben mum alevinde bir pervane gibi hep aynı odakta yazdım şiirlerimi:
Ev ve her günki yaşamalar. Rilke’nin Panter’i gibi aynı parmaklıklar içinde.
Toplumun ve imkânlarımın bana bağışladığı dar dörtgende gözlerimi açtıkça karşımda büyük şehrin orta-fakir sınıf, ev, aile çevrelerini buldum,”
der Necatigil. “Bunları söyler; eve her girdiğinde, ruh evreninde yürüyen ve evinin içinden evrene açtığı pencerede, başını semaya diken Behçet Necatigil, şiir burçlarında görür kalemini.” (2)

Türk şiirinin evi de onun Evler şiiridir:

İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı,
Ahşap evler, kagir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.
*
Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu.
*
Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
Kimi hayata doymuş göründü,
Bazılara zamana uydular.
Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.
*
Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
Eve geldi bir tane, nar gibi,
Arttı, eksilmedi.
Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü.
Kaderden eski fırtınalar gibi,
Ardı kesilmedi.
*
Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,
Gözyaşlarıyla beslendi.
*
Çocuklar, büyük adam yerine evlerin kiminde:
Çocukları işe koştu kalabalık aileler.
Okul çağının kadersiz yavruları,
Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,
Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.
*
İnananların kaderi besbelli evlere bağlı,
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,
Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı.
Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,
Çırpındılar daha üste çıkmaya
Evler bırakmadı.
*
Yeni yeni tüterken ocakların dumanı
Kadın en büyük kuvvet erkeğin işinde
Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı
Evler dilsiz şikayet kaçmışların peşinde.
*
Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı,
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar.

***

Maçinki Kız İçin Ev, Aziz Nesin

Maçinli Kız İçin Ev - Aziz Nesin, ilk ve son basımı
Maçinli Kız İçin Ev – Aziz Nesin, ilk ve son basımı | Fotoğraf: Koronakolaj İstanbul © Halil Gökhan

Maçinli Kız için Ev, yazar, güldürü ustası ve Türkiye’nin 20. yüzyıla dair siyasi hafızası Aziz Nesin‘in sevgililere anlatılmış öykülerinden oluşan kitabı. Genellikle kadın-erkek ilişkilerine dayalı öykülerden oluşan kitap kadın veya erkek kahramanın ağzından sevgililerine anlatılan öyküler içinde fantezi unsurları da taşıyor. Sevgi, arkadaşlık, yalnızlık, özlem ve aşk gibi temalar öykülerin geneline hâkim. Nesin’in içten ve sade anlatımıyla yazılmış olan bu öyküler, sevmeyi ve sevilmeyi öğretici bir tarzda okuyucuya aktarılıyor.

“Yeni bir ilkyaz daha geldi. Karşıdaki evin… Benim için her zaman bir “karşıdaki ev” olmuştur; sevdiğini, özlediğim, ama sahibi, hatta konuğu bile olmadığım bir evdir “karşıdaki ev”… Karşıdaki evin balkonunda herzamankinden daha başka bir canlılık var. Kadın gidip gelip içerde askılarda giysiler getirerek balkonda gerili ipe asıyor; kadın ve erkek giysileri… Giysileri silkeliyor, silip süpürüyor, havalandırıyor, fırçalıyor. Kışlıkları dolaba kaldıracaktır, yazlıkları da ortaya çıkarıyor. Her ilkyaza giriş günlerinden bir pazar günü aynı işi yapar.

Adam balkondan içeri girdi. Yatak odasının kapısı aralıktı. Karısı yataktaydı.
Sokak kapısından sonra iki kat inilerek girilen o evden taşınmak zorunda kaldılar. Adam, alıştığı bu evi çok sevdiğini söylerken karısı haklı olarak sinirleniyordu:
— Nesi var bu evin sevilecek?
Adam, karşıdaki evin balkonunu seyredebildiği için bu evi sevdiğini söyleyemiyordu. Bütün eşya taşındıktan sonra adam boş evde yalnız kaldı. Balkona çıktı. Karşıdaki evin balkonuna baktı uzun uzun… Dalıp gitti. Balkona çıkan olmadı. Oysa akşamları o saatte çoğun çıkardı kadın balkona. Kocasıyla akşam çaylarını içerlerdi ya da adam onların çay içtiklerini düşünürdü. Karanlık basana dek bekledi. Sinemaya gitmiş olabilirler. Sinemadan çıkmışlar, kol kola yürüyorlardır. Karşıdaki evin ışıkları yandı, ama balkona çıkan olmadı. Ağlamaklı oldu karşıdaki evin ışıklarını seyrederken. Dört yıl karısıyla, çocuklarıyla birlikte yaşadığı evi büyük bir üzünçle terk etti.

Ev Ödevi, Nurdan Gürbilek

Ev Ödevi - Nurdan Gürbilek, ilk ve son basımı
Ev Ödevi – Nurdan Gürbilek, ilk ve son basımı | Fotoğraf: Koronakolaj İstanbul © Halil Gökhan

Son seçimimiz ise kurgudışı bir kitap: Ev Ödevi.

Ev Ödevi’nde, Nurdan Gürbilek‘in belli ki yapıtlarına büyük bir sevgi ve ilgi duyduğu Oğuz Atay, Latife Tekin, Tezer Özlü, Yusuf Atılgan, Bilge Karasu ve Vus’at O. Bener gibi Türkçe edebiyatın en önemli isimleri geçiyor. Denemelerin ilgi alanı edebiyat eleştirisinin sınırlarını aşıyor. Nurdan Gürbilek bu isimlerin yazdıklarına bakarken, onların öykü, roman ya da anlatılarının satır aralarında dolanırken, aslında Türkiye’de birbirini takip eden birkaç kuşağın evle, ana babayla, dil ve yazıyla ilişkisini arıyor; bu yolla bir öykü oluşturmaya ya da böyle bir öykünün, bir zihniyet tarihinin oluşmasına temel olacak malzemeleri toplamaya çalışıyor. Bu yüzden Ev Ödevi, bu kuşaklardan, evden kaçmış ya da kaçmanın hayalini kurmuş her okurun zevkle okuyacağı bir kitap…

“Her çocuk er geç aynı şeyi yaşar: Bir zaman gelir, onun için ev olmaktan çıkar ev. Ne erken çocuklukta olduğu gibi keşfedilecek bir dıştır artık, ne de dış dünyaya karşı sığınılacak bir iç. Tam olarak ne zaman yaşarız bunu: Evin dışarıya karşı bir sığınak olduğu kadar bir engel de olduğunu fark ettiğimiz an mı? Evin geçici, ana babamızın güçsüz, ölümlü olduğunu sezdiğimiz an mı? Yoksa evin bize bir iç dünya bağışlarken aynı zamanda büyük bir iç sıkıntısı da verdiğini, bir iç dünyası olmanın bedelinin bu iç sıkıntısı olduğunu fark ettiğimiz an mı?

Bu duygunun zamanı, yoğunluğu, katlanılabilirliği evden eve, çocuktan çocuğa değişir kuşkusuz. Tek bir şey dışında: Ömür boyu bize eşlik eden mutluluk imgelerimizin olduğu kadar, kurtulmak için hep çaba harcayacağımız korkularımızın, dağıtmak için her yolu denediğimiz iç sıkıntımızın da kaynağı, kaynağı değilse bile ilk sahnesi orası. İşte oraya, o mutluluk mekânının arka bahçesine, birçok düşün olduğu gibi birçok şiirin, öykünün, romanın da imgelerini topladığı o arka bahçeye bakmamın nedeni bu…”

***

Evlerle olan edebi buluşmamız şimdilik sona erdi, fakat evde kalmaya hâlâ devam ediyoruz. Belki ileriki günlerde, “Dünyanın her hali var” diyerek evlerimizi yaşamımızda hak ettikleri yere daha layık hale getirmeye çalışırız belki diye düşünüyorum şimdi. Bu nasıl olmalı, nasıl olabilir? Bu, belki başka bir yazı konusu olabilir. Olacaktır da.

Post scriptum: Bu satırların yazarının ev ile adı anılan bir kitabı yok, ama yine de Anahtar Deliği adlı öykü kitabında (2013) tamamen bir evde geçen ve kitapla aynı adı taşıyan öyküsü ipucu olabilir merak edenlere: Anahtar Deliği

(1) Evin Şiirinden Evrenin Öyküsüne: Behçet NECATİGİL, Berna Uslu KAYA, Türk Dili Kurumu dergisi, Mart 2013.
(2) age.

Kapak fotoğrafı: Instagram / @bazenben_

İlginizi çekebilir: Betilesis’ten Türk Edebiyatı Kitapları