Hayatı Anlamak: Romantik Komediler Gerçeklere Karşı
Karantinanın başlamasıyla birlikte bana bir sürü farklı insan tarafından önerilen ama bir türlü izleyemediğim Marvelous Mrs. Maisel’a başladım. Bu boşlukta bir sürü film de izledim tabi. Bir kısmı romantik komediydi. Sonra bir şeyi hatırladım insanlar bana genelde “Kesin izle aynı sen.” diye romantik komediler, diziler öneriyorlar. Tanıştığım insanlar genelde şu filmdeki kadına çok benziyorsun gibi şeyler söylüyor. Sanırım bunun nedeni romantik komedilerde karakterlerin genelde komik, neşeli ve henüz hayatlarını tamamıyla çözememiş insanlar olmaları. Peki kötü yanı ne biliyor musunuz? Gerçek hayatta romantik komedi karakteri olmak rezalet bir şey!
Gerçek Hayatta Romantik Komedi Karakteri Olmak
Şimdi düşünelim. Romantik komedi kadın başrollerinin özellikleri nelerdir? Yani sıklıkla farklı ya da garip giyiniyor olmaları, büyük gözlü olmaları ve renkli far obsesyonları dışında… (ki bilin bakalım kim bu üç özelliğin üçüne de sahip.) Genelde hafif sakardırlar (check), heyecanlıdırlar ve ufak şeylere aniden yükselip bir şeyler anlatmaya başlarlar (check), kariyer sorunları vardır (check), romantizm arayışındadırlar ama bunun tam tersi insanlarla karşılaşırlar (check), ağızlarından çıkanı kontrol edemezler (check), hikayenin bir bölümünde mutlaka cute ama utandırıcı bir sarhoşluk yaşarlar (check).
Size benziyorum demiştim. Üzücü olan noktaysa şu. Romantik komedi filmlerinde karakterlerin zorlu anları, herhangi bir hedefleri için çabaladıkları anlar, deli gibi çalıştıkları süreçleri hep hızlı çekimde izleriz. Bir anda; “Bir yıl sonra”, “Altı ay sonra” gibi bir yazı girer ve o çileli süreç her neyse onu atlarız.
Karakterin sinir anlarındaki konuşmaları bir anda kalabalığı motive eder, herkes bir anda onu desteklemeye başlar. Büyük kriz anlarında hayatlarının aşkını bulur. Her an arayabileceği bir en yakın arkadaşı olur ve bu arkadaşı, olayı İlber Ortaylı’ymışçasına tarihsel yönüyle inceleyip yargılamadan onu destekler. Benim en yakın arkadaşım son iki yıldır evli sayılabilir, evden işe işten eve bir hayat yaşıyor ve beni eskisinin 1/4’ü kadar arıyor dolayısıyla genelde ihtiyacım olduğunda kendisini bulamıyorum. Bunu buraya yazarken de endişelenmiyorum görecek diye mesela; çünkü “Sana destek olduğumu biliyorsun değil mi? Ben okumayı çok sevmediğim için yazılarına bakmıyorum.” dedi, dolayısıyla bu yazıyı okumadığı için bunu da göremeyecek ki bu da bana arkasından atıp tutma hakkı veriyor. 🙂 (woalaaa)
Sonuç olarak yapılan benzetmeler her ne kadar sevimli ve güzel kadınlara benzetilmek tatmin edici olsa da, romantik komedi başrolü neşesiyle gerçek hayatı sürdürmek çok zor.
Gerçek Hayatta Neler Olur?
Yukarıda verdiğim örneklerin hiçbirinin gerçek hayatta böyle olmadığını söylememe gerek yok diye düşünüyorum. Herhangi bir sürecin hızlandırılmış görüntülerinde, karakter anksiyeti krizi geçirmez, hızlandırılmış montajda her sabah aynı saatte gürültülü çalar saatinin kafasına bastırarak kalkar. (Not: Bu saatten istiyorum hayatımda. Telefon asla aynı hissi vermiyor, sesi de az çıkıyor.) Motivasyonunu asla kaybetmez. Her zaman verimlidir. Koşu bandında koşarken bir yandan kitap okur. (Hiç denediniz mi? Ben denedim. İmkansız. Harfler birbirinin içine giriyor.)
Daha önemlisi karakter bu kadar çabaladıktan sonra hedeflediği şeye mutlaka ulaşır. (Spoiler: Gerçekte o çok çalıştığınız sınavdan geçer not alamıyorsunuz ya da o okul sizi kabul etmiyor ya da hayal ettiğiniz hayat istediğiniz şey çıkmayabiliyor.) Sonuç olarak gerçek hayatta yenilgilere açık olmak ve hiçbir şeyi kişisel almamak gerekiyor. Bu yazıyı eğer “E tabi ki, normali bu zaten.” diye okuyorsanız beni anlamanızı bekleyemem. Siz o insan değilsiniz demektir. Ama eğer biraz daha duygusal ya da romantik bir bakış açısı olan bir insansanız muhtemelen beni anlamışsınızdır.
Söylemeye çalıştığım şey; “verimlilik”, “hayattan keyif almak”, “ruhumuzu beslemek” vb. bir sürü sahte motivasyon baskısı ile çevrelendiğimiz bu günlerde eğer kendinizi en iyi versiyonunuz gibi hissetmiyorsanız bunun normal olduğu. Normalde bile fazlasıyla ekranlarımıza yapışık yaşıyorduk. Bu günlerde ise hayatı sadece ekranlar üzerinden yaşıyoruz. Dolayısıyla evde spor rutini, sağlıklı ekmek yapımı, karantinadayken mutlaka okumanız gereken 123 kitap, home-office ne harika, karantina bitmeden izlemeniz gereken 102 film gibi postlar arasında kayboluyorsanız bu normal.
Kendinizi yataktan çıkmak istemezken buluyorsanız, gece 5’te uyuyup 02:30’da mutfaktan gofret aşırıyorsanız bu normal. Gelecek için endişeleniyorsanız, saniye başı haber takip etmek istemiyorsanız, bayıla bayıla çalışmıyorsanız, bazen Covid’in C’sini duymak istemiyorsanız bu normal. Çünkü filmler ne kadar kurguysa, sosyal medya da bir o kadar kurgu. O nedenle kendinizi asla “verimli”, “mutlu”, “müteşekkir” filan hissetmek zorunda değilsiniz.
Bu dönemde herkes kendini mutlu etmek için bir yol arıyor ve bulduğu her şeyi paylaşmak istiyor; çünkü esasen herkesin kendiyle ilgili iyi hissetmeye ihtiyacı var. Bu da son derece normal(Belinize yastık bağlayıp fotoğraf çektirme trendini izledinizse normali bir miktar sorgulamak lazım tabi.) ama mental anlamda hayatta kalmak için unutmamamız gereken bir şey var; “İnsanların highlightlarını kendi blooperlarımızla karşılaştırmamak.”
Üçüncü Sahnede Takılı Kalmak
Romantik komedilerde, hatta yaklaşık olarak bütün filmlerde, bir üçüncü sahne olur. Özetleyelim. Birinci sahne; başlangıç ve karakteri tanıma. İkinci sahne; olaylar gelişir ve karakter bir atılım yapmaya kadar verir, yeni bir şey olur. Üçüncü sahne; iyi gidiyormuş gibi görünen olaylar silsilesinde bir şey kötüye gider, bir talihsizlik olur, işler yürümez, karakter o bulduğu “love of her life” ile ayrılır/kavga eder vb. Dördüncü sahne; büyük bir jest, bir mucize, bir rastlantı ya da yeni bir emek sayesinde işler yoluna girer ve film bu mutlu noktada sonlanır.
Gerçek hayatta farklılık şu. Hayat bence bir film değil, bir dizi. Dolayısıyla bir değil binlerce üçüncü sahne var ve bu üçüncü sahneler de genelde istediğimizden çok çok daha uzun sürüyor. Dolayısıyla insan kendini sürekli üçüncü sahnede takılı kalmış ya da Talihsiz Serüvenler Dizisi’nde başrolmüş gibi hissediyor. Bu sırada egonun da etkisiyle sıklıkla kendimizi başkaları ile kıyaslıyoruz. Bunu da herkesle yakın olamayacağımız için sosyal medya üzerinden yapıyoruz. Peki bilin bakalım insanlar sosyal medyada hangi sahneleri paylaşıyorlar: Evet 1 ya da 4.
Oysa işin güzel yanları da var aslında. Nasıl birden çok üçüncü sahne varsa birden çok dördüncü sahne de var. Sadece, dördüncü sahneler umduğumuzdan daha kısa ve biz onları ufak tefek şeyler diye göz ardı ederken üçüncü sahneleri büyük yaşıyoruz.
Son olarak şunu da söylemeliyim ki hiçbir filmde başrol her şeyi mükemmel yapabilen, hayatı tamamen çözmüş, kariyerden ilişkiye her alanda istediğini bulmuş, asla sinirlenmeyen, görev bilinci yüksek, fazlasıyla “yetişkin” karakter değildir ve böyle olmasının bir sebebi var. Çünkü ÇOK sıkıcı. Çünkü eğer başrol böyle olsaydı, kimse benzerlik kuramazdı ve dolayısıyla da o filmi izlemezdi. O zaman belki de üzülmek ve kendimizi yargılamak yerine yaşamaya devam etmek; aralardaki komedi nüanslarını yakalamak, akılda tutmak ve parlatmak gerek. Çünkü hayatımızın anlarını “movie quotes” şeklinde alıntılayabilseydik, muhtelemen her şeyin mükemmel olduğu son sahneyi değil güldüğümüz bu anları alıntılardık.
And that’ it from me. My name is “Not so Marvelous Mrs. Maisel. Thank you and goodnight!
İlginizi çekebilir: Kübra Ketenci’den The Marvelous Mrs. Maisel
Bayıldım Gizem! Bazı yerlerde kahkaha attım bazı yerleri çok iyi anlayabildiğim için kendime üzüldüm ahaha. Çok güzel tespitlerin var, bunları farklı konularına bağlayabilmene hayranım!!!
Çok teşekkür ederim Cereeen 🙂