İnsana Saygı: Her Birimiz Kendine Has, Hepimiz Bir Arada
Irkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, transfobi… Farkında mısın, bunlar bizi birbirimizden ayıran, uzaklaştıran, aramıza keskin sınırlar koyan etiketler. Çoğu zaman da günlük yaşamlarımızın içinde dolandıklarının farkına bile varmayabiliyoruz maalesef ki. Birçok sebebi var bunun: içinde büyüdüğümüz, içinde yaşadığımız, bir parçası olduğumuz toplumun kanıksadığı ayrımcılıklar, içselleştirdiği ötekileştirmeler… Farklı ırk, dil, din, kültür, cinsiyet veya cinsel yönelimlere olan yaklaşımımızı yönlendirebiliyor hepsi. Oysa bunun önüne geçmenin, iyi bir insan olmanın çok basit bir yolu var aslında: Her şeyden önce, insana saygı.
Farklılıklar zenginliktir.
Metroda farklı dilde konuşan birinin bizi tedirgin etmesi, üzerinde farklı bir dine ait semboller taşıyan birinin bizi korkutması; aslında bunların da arkasında o insanla kendi aramıza koyduğumuz duvarlar, kanıksadığımız “ben” ve “onlar” ayrımı var. Bu yüzden ırkçılık, her zaman herhangi bir nefret suçu işlemenin veya şiddete başvurmanın sonucunda göstermiyor kendini; bazen günlük yaşamın olağan anlarında bile varlığını hissettirebiliyor. Önemli olansa, bu anların farkında olmak.
Medya ve sosyal medyada çoğunlukla Amerika ve Avrupa’daki ırkçılık haberlerini görmemiz, ırkçılığın sadece farklı ten renklerine yönelik olduğuna dair bir genel kanı yaratabiliyor. Bu da aslında içinde yaşadığımız toplumun ne kadar ırkçı olabileceğini düşünmekten alıkoyuyor bizi. Bir düşün, Türkiye onlarca farklı etnik kökenin bir arada yaşadığı, onlarca farklı dilin konuşulduğu, onlarca din ve mezhebin ibadetini sürdürdüğü bir ülke. Ve bu ne kadar güzel, ne kadar özel bir ayrıcalık!
Senden çok farklı kökenlere, duruşa, bakış açısına sahip ama birlikte yaşamayı çok sevdiğin arkadaşlarını düşün; onlar, ilk kez gördüğün, sokakta yanından geçip giden insanlara olan bakış açını belirlerken sana ilham olabilir. Farklılıklar bir tehdit değil, zenginlik; her şeyden önce insana saygı dememiz bu yüzden.
Kadına-erkeğe değil, insana saygı.
Kadınlar çiçek, en güzel armağan ya da anne değil, insan. Erkekler direk, süper kahraman ya da baba değil, insan. Bu yüzden hiçbir kararı verirken, hiçbir tepkiyi verirken, hiçbir seçimi yaparken karşıdaki insanın cinsiyetini olumlu ya da olumsuz bir etken olarak düşünmemek gerekiyor: Doğum iznine ayrılabileceği için bir kadın yerine aynı özgeçmişe sahip bir erkeği bir pozisyon için tercih etmek, biri doktora gittiğini ya da avukata danıştığını söylediğinde zihinde hiç düşünmeden bir erkek canlandırmak, birinin sadece kadın olduğu için yardıma ihtiyacını olduğunu düşünmek, birinin sadece erkek olduğu için yardıma ihtiyacı olmadığını düşünmek, ev işlerini kadınların yapmasının gerekliliğini benimsemek, kadınların cinsel hayatını ve cinsel sağlığı hakkında konuşmasını ayıplamak; kıyafetleri, tarzları, stilleri, renkleri cinsiyetlere kodlamak, bir çocuğun sadece cinsiyetinden dolayı bir rengi ya da oyuncağı seveceğini varsaymak…
Ne yazık ki hepimiz gündemden düşmeyen kadına şiddet olaylarından haberdar oluyoruz. Bunun en büyük sebebi, farkındalığın ışığıyla gün yüzüne çıkmamış cinsiyetçilik, şüphesiz. Şiddete maruz kalındığında suçu kendinde aramayıp sesini duyurmak; şiddete tanık olunduğunda hak edilip edilmediğini sorgulamadan sessiz kalmamayı seçmek bu yüzden çok önemli. Kadına ya da erkeğe değil, insana ve insan hayatına saygı duymalıyız hepimiz.
Aşk aşktır.
El ele ya da öpüşen iki erkek ya da iki kadın gördüğünde bunu sorun etmediğini söyleyip aşklarını ve sevgilerini toplum içinde göstermemeleri gerektiğini düşünmek, dijital platformlarda izlediğimiz dizilerde heteroseksüel ilişkiler ve karakterler kadar eşcinsel ilişkilerin ve karakterlerin de görünür olmasından rahatsızlık duymak – bunların kaynağında da homofobi var. Toplumsal cinsiyetin kodladığının dışında kıyafetler giyen bir kadın ya da erkeği komik bulmak, trans bireyleri bir mağazada çalışırken ya da bazı meslekleri yaparken görünce şaşırmak – evet, bu kez de transfobiden söz ediyoruz. Görüyorsun değil mi, ne çok etiket ne çok farklı gruba ayırıyor bizi!
Unutmamalıyız ki, insana saygının ön koşullarından biri de kendimize saygı. LGBTİ+ (lezbiyen, gay, biseksüel, trans ve interseks) bireylerin içinde bulunduğumuz Haziran ayını dünyanın birçok yerinde “Onur Ayı” olarak kutlamasının özünde de bu yatıyor. Toplumun farklı olanların varlığını kabul etmesinin yolu, bireylerin kendi farklılıklarını kucaklamasından ve benliklerinden onur duymasından geçiyor. Etnik çeşitliliğe değer vermek için belli bir ırktan olmak gerekmediği, kadın mücadelesini desteklemek için kadın olmak gerekmediği, ibadet eden birine saygı duymak için onun inandıklarına inanmak gerekmediği gibi; LGBTİ+ bireylerin kendilerinden onur duymasını ve kendilerine yönelik ayrımcılık ve nefret suçlarına karşı mücadele edişini desteklemek de herhangi bir cinsel yönelim ya da cinsiyetle sınırlı değil.
Gel; Farklı etnik kökenlere, kültürlere saygılı olalım. Kadına, erkeğe saygılı olalım. Farklı cinsel yönelimlere saygılı olalım. “Ama” demeden, insana saygılı olalım. Unutmayalım; her birimiz kendine has, hepimiz bir aradayız.
Kapak fotoğrafı: Unsplash / Jiroe
İlk yorumu siz yazın!