The Grand Budapest Hotel: Wes Anderson'ın Pastoral Filmi
Sizleri pastoral bir filme davet ediyorum: The Grand Budapest Hotel (Büyük Budapeşte Oteli). Filmde öyle güzel renk geçişleri var ki, ilk izlediğimde şunu dedim kendime: “Tek bir ödül hakkım olsa kesinlikle ‘En İyi Yapım Tasarımı ve Set Dekorasyon’ ödülünü verirdim” ki, film bu ödülü 87. Akademi Ödülleri’nde zaten almış. Sadece bu ödülü almakla da kalmamış. Yönetmenliğini ve senaristliğini Wes Anderson’un yaptığı, Amerika ve Almanya ortak yapımı olan bu film Stefan Zweig‘in notlarından esinlenerek uyarlanıyor. 2014 yapım yılı olan Büyük Budapeşte Oteli filminin başrolünde Ralp Fiennes yer alıyor ve genel anlamda oyuncu kadrosu da oldukça geniş. Filmin diğer detaylarına hep birlikte bakalım…
Film 1920 yılında, Büyük Budapeşte Oteli’nde geçiyor. Kurgusal bir Avrupa ülkesi olan Zubrowka’da masalsı bir dünyaya tanık oluyoruz. Filmin çekildiği otel o kadar görkemli ki, iç sahneleri izlerken adeta yönetmenin size sunduğu görsel şölene tanıklık diyorsunuz. Filmi izlerken yönetmeni elinde farklı renk paletleri olan bir resam olarak hayal ediyorsunuz. Renk geçişleri, sahneler, hepsi çok etkileyici.
Filmin başrol oyuncusu Ralp Fiennes, otelde görev yapan Mösyö Gustave’ı canlandırıyor. Otelin zengin misafirlerinin ihtiyaçlarıyla ilgilenen Gustave, diğer zamanlarda daha çok sarışın ve yaşlı zengin müşterilerle birlikte oluyor. O kadar başarılı ki, izlerken oyunculuğundan büyük keyif aldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Unutamayacağım film karakterinden biri olarak yerini şimdiden aldı.
Diğer önemli karakterlerden biri de Mösyö Gustave’ın en yakın arkadaşı, lobi görevlisi Zero. Güzel bir ikili oluyorlar ve filmin ilerleyen sahnelerinde başlarına gelen birçok olaya tanık oluyoruz.
Filmin diğer detaylarına baktığımızda karşımıza Elmalı Çocuk Tablosu ve Mendels çıkıyor. Tablo oldukça değerli. Madam Céline’nin ölümün ardından Mösyö Gustave’a miras yoluyla kalıyor. Ancak Madam Céline’nin ailesi bu duruma karşı çıkıyor ve ne oluyorsa, her şey tablonun Mösyö Gustave ve Zero tarafından alınmasıyla başlıyor. Tüm serüvenin başlangıç noktası tablo diyebiliriz bu yüzden. Mendels ise bir tatlı mekanı. Harika görünümleriyle iştah kabartan leziz tatlılara hayran olmamak elde değil. Agatha karakterini de Mendels sayesinde tanıyoruz.
İki savaşın izlerini Mösyö Gustave ve Zero’nun yaptığı tren yolculuklarında daha net görüyoruz. Mesela, Nazi askerleri treni durduruyor ve her ikisine de sert davranıyor. Bu sert davranış sonucu dönemin sahip olduğu vahşiliği Mösyö Gustave şu şekilde ifade ediyor: “Bir zamanlar insanlık olarak bilinen şu vahşi mezbahada hâlâ ufak da olsa bir umut ışığı kalmış, görüyorsun değil mi?”
Filmin başlangıç ve bitiş sahnesi aynı. Anıtın önünde kitabı okumaya başlayan genç kadının filmin sonunda kitabı bitirip bitirmediğine dair net bir bilgi yok. Belki de masal dünyasında yolculuk farklı şekilde devam ediyordur. Kim bilir?
Kapak fotoğrafı: LM Magazine
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Wes Anderson Filmleri
İlk yorumu siz yazın!