Kennedy Caddesi: Tarihin Saklı Hazinelerini Barındıran Cadde
Kennedy Caddesi … Yol boyunca tarihi yapılarla dolu olan o uzun cadde! Bu yazıyı yazarken ismi bu tarihi dokulara yakışır, orayla özdeşleşmiş yapılardan birini taşımalıydı diye düşünmeden edemedim. Hazırsanız İstanbul’un en sevdiğim semtlerinden birinde ufak da olsa bir gezintiye çıkalım.
Kennedy Caddesi Turu
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii
Rota oluşturuluyor ve serüvenimiz Kazlıçeşme’den başlıyor. İlk olarak Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’ne rastlıyoruz. Yaklaşık 400 yıl önce yapılmış olan bu camii, Kazlıçeşme miting alanı içinde yer alıyor. Biraz iç kısımda kalan yapı, Kasaplar ve İskele Mescidi olarak da biliniyor. 17. yüzyıl sonlarına doğru Kaptan-ı Derya ve Sadrazamlık görevlerinde bulunmuş olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Yıllar içinde ise yaşadığı onarım ve restorasyonlar ile orijinal planından uzaklaşarak fevkani yapısında değişiklikler yaşandığı gözlenmiş.
Yedikule Zindanları
Uzun bir yol bizi bekliyor. Yürüyoruz ve karşımızda ünlü Yedikule Zindanları çıkıyor. Açık hava konserleriyle meşhur zindanlar, şimdilerde bakımsız durumda… Fatih Sultan Mehmet’in gemileri karadan yürütmesiyle ilgili olarak Zeytinburnu harekâtının 20 Mayıs 1453’teki başarısızlığı ile Fatih’in sinirlenerek atını denize doğru sürdüğü o meşhur pozu burada gerçekleşiyor.
Yedikule Zindanları’nın ilk yapılış amacı aslında zindan değil Bizans’a misafir gelen soylu ve kralları ihtişamlı bir şekilde karşılamak. Bizans İmparatoru Theodosius tarafından 390 yılında inşa ettirilen yapının, ilk zamanlar sadece 3 kulesi varken Fatih’in İstanbul’u tamamen almasıyla birlikte 4 kule daha yaptırılıyor böylece ismi Yedikule olarak anılıyor.
Mermer Kule
Daha sonra Mermer Kule‘yi görüyoruz. Arasından adeta Cüneyt Arkın fırlayacakmış hissi yaratan bu kule, Marmara Denizi kıyısında yer alan surların batı tarafında, surların kavuştuğu noktaya varmadan önceki son kule. Yedikule ve Altın Kapı’ya yakınlığı görülüyor. Bu kulenin temeli ilk zamanlar denizin içindeyken zamanla kıyı şeridinin doldurulmasıyla birlikte bu kule de iç kısımda kalan kadersiz yapılardan biri haline geliyor.
Dört katlı yapısı hakkında detaylı bilgiler yer alsa da kulenin üst bölümleri Doğu Roma tarzı tuğla ve taş sıralarla örülürken içi bölümü değerli taş ve mermerlerle süslendiği biliniyor. Her iki yanda duvarların birleştiği köşelere de küçük burç biçiminde çıkmalar eklenmiş. Bu kulenin orijinalinde deniz surlarının parçası olmadığı ve 8 ila 12. yüzyıllara ait olduğu söyleniyor. Duvarlarında bulunan Paleologos ve Kantakuzenos ailelerine ait monogram ve armaların sırrı ise; Yıldırım Bayezid’in muhtemel bir kuşatmaya önlem olması açısından 14. yüzyıl dolaylarında devşirme malzemelerle bu kuleyi yenilediği ihtimali üzerinde durularak açıklanıyor.
Yedikule Gazhanesi
Belki önünden her geçtiğinizde gözünüze ilişti, belki anlam veremediniz belki ne olduğunu anlamaya çalıştınız. Yedikule Gazhanesi ya da Gaz Fabrikası‘nın, İstanbul’un sosyal amaçlı (cadde, sokak ve iç mekân aydınlatması için kullanılan) ilk aydınlatma tesisi olduğu biliniyor. Yapının tarihi ise 1880 yılına kadar dayanıyor.
Eski Kocamustafapaşa Tren İstasyonu
4 Aralık 1955’te kurulan Sirkeci – Halkalı Banliyö Treni, 2012 yılında yerine Marmaray yapılmak üzere kaldırıldı. Söylemem gerekir ki Marmaray’ın yeniden yapılmasıyla artan sevincim buruk kalmıştı çünkü ne Kocamustafapaşa ne Samatya ne de Cankurtaran durakları var artık… Kazlıçeşme ile Yenikapı arası kocaman bir boşluk yarattı bende. Olayı ne denli dramatize ettiğimin farkında varmışsınızdır. Çünkü ne zaman İstanbul’un bu semtlerinden bahsedilse nedense hep “Aa evet orası” heyecanı uyanır içimde.
Küçükken yaptığım, yanaklarımın lömbür lömbür sallandığı tren yolculuklarında, saydığım bu duraklarda pek inen binen olmazdı ya da ben öyle zannediyorum; sonuçta küçüktük. Kapısı yarım açık trende yapan cereyan, benim hep karnımı gıdıklardı. Bu küçükken söylediğim, iç çekme anlamında kullandığım bir betimleme cümlesiydi. Evet, karnım gıdıklanıyordu…
Narlıkapı Surp Hovhannes Kilisesi.
Yine denizin kıyısından koparılmış bir yapı daha, Narlıkapı Surp Hovhannes Kilisesi... Narlıkapı Caddesi’nde yer alsa da Kennedy Caddesi’nin bir parçası olan, 1807’de Patrik Hovhannes XI. Çamaşırcıyan döneminde inşa edilen bu kilise ilk yapıldığı zamanlar deniz dalgalarının duvarlarına vurmasıyla anılıyormuş. 1955 yılı gelip çattığında Kennedy Caddesi’nin inşası, denizin doldurulmasıyla kilise iç kısımda kalıyor. Yetvart Şahbaz’ın mimarlığıyla 1962 yılında taş bina olarak yeniden inşa edilen kilisenin girişinin üzerinde denize karşı bir de salon ekleniyor.
1964 yılında yeniden ibadete açılan kilisenin bodrum katı tımarhane-hastane olarak kullanılırken buradaki ruh ve sinir hastalarının uygunsuz tedavi edilmesi ve kilise ayini sırasında çıkardıkları feryatlar, yeni bir hastane kurma fikrini doğuruyor. Böylece Harutyun Bezciyan tarafından Zeytinburnu’ndaki Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin temelleri atılıyor. Daha sonra kilise, 2006’da son kez onarılarak İstanbul Ermeni Patriği II. Mesrob tarafından ibadete açılıyor.
Yenikapı’ya bir çırpıda geldik bile! Miting alanına girerken sağda göreceğiniz bu sur kalıntıları, denizin kıyısında kalabilmiş nadide eserlerden biri. Ancak bu kalıntı hakkında pek bir bilgi sahibi olamadım maalesef. Bilenleri yorumlara davet ediyoruz…
Fransız Hapishanesi
Küçük Ayasofya’ya yürürken yol üzerinde tesadüfen Fransız Hapishanesi‘ne rastladık. Şimdilerde İBB’ye bağlı bir hizmet binası olan bu mekan Fransızlara, 1850-1914 yılları arasında elde ettikleri imtiyazlarla birlikte kendi kanunlarını uygulayabilme olanağı tanıyor. Kadırga’daki bu hapishanenin, Fransızların mahkûmiyetlerini geçirmesi için 1850 ila 1900 yılları arasında yapıldığı sanılıyor. Kapitülasyonların kalkmasıyla ise Osmanlı tarafından el konulmuş.
Küçük Ayasofya
Hemen arkasındaki Küçük Ayasofya Kennedy Caddesi’nin en havalı isimlerinden biri belki de. Bizans İmparatoru I. Jüstinyen ve eşi Theodora tarafından 527-536 yılları arasında Aya Sergios ve Bachos Kilisesi adıyla yaptırılan Küçük Ayasofya, 1497 yılında Sultan II. Bayezid tarafından camiye çevriliyor. Sekiz köşe ve bir ana kubbeden oluşan yapıda fresk ya da mozaik bulunmuyor. Camii bahçesinde 24 odalı ve ortasında şadırvan bulunan bir de medrese yer alıyor. 1836 ve 1956 yıllarında iki onarım görmüş.
Küçük Ayasofya’da bir zamanlar kilise olduğuna dair çok fazla simge bulunmasa da caminin içindeki bu kuyu, camii olmadan önce yeni doğan bebekleri vaftiz ederken kullanılıyormuş. Yakın zamana kadar kullanıldığı iddia edilen bu kuyuya deniz suyunun karıştırılmasıyla birlikte üzeri kapatılmış…
Bukoleon Sarayı
Rota devam ederken Bukoleon Sarayı‘na geldik, hatta bahçesindeki dut ağacından dut bile yedik… Şimdilerde saray sarmaşıklarla oldukça kaplı. Biraz geçmişinden bahsedelim. Bizans Sahil Sarayı olarak geçen bu yapının maalesef günümüzde sadece kalıntıları yer alıyor. Hıristiyanlıktan önceki dönemlerden geldiği sanılsa da ismiyle tarihinin çok da uzaklara gitmediği söyleniyor.
II. Theodosios (408-450) tarafından yaptırıldığı bilinen sarayın görünen kısımlarının Teofilos zamanında (829-842) eklendiği düşünülüyor. Surların üzerinde uzanan Bukoleon Sarayı’nın temelinde ilkçağdan kalma mermer blokların kullanıldığı gözlemlenmiş. Sarayın Batı kısmı ise 1870’li yıllardaki demiryolu yapımı sırasında oldukça tahrip olmuş. Bu saraya ait bazı kalıntılar İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Buradan sonra biraz yürüdük… Bu arada 2. Etap surlardaki restorasyonlar biraz canımı sıktı, bu gezintinin keyfi biraz yarım kaldı.
Ahırkapı
Ahırkapı Sis ve Düdük Feneri
Ahırkapı’ya geliyoruz. İstanbul’un saray semtlerinden biri olan Ahırkapı‘nın ismi, Topkapı Sarayı’nın ahırlarının burada bulunmasından geliyormuş. Arkeolojik kalıntıların çokça yer aldığı bu semtin diğer simgelerinden biri de Ahırkapı Sis ve Düdük Feneri. 26 metre yüksekliğinde örme bir taş kule şeklinde olan fener, 1855’te Sultan Abdülmecid devrinde inşa edilmiş.
İncili Köşk
İncili Köşk‘ü görüyorum uzaktan uzağa ilerledikçe. Ama o da ne? Etrafı brandalarla çevrili, üzüyor… Bir diğer adı da Sinan Paşa Köşkü olan bu yapı, dönemin sahil köşkleri arasında yer alıyor. Padişahların saray dışında vakit geçirmek için yaptırdığı köşklerden yalnızca biri. Yemen, Tunus Fatihi gibi unvanları olan Sinan Paşa, burayı Mimarbaşı Davud Ağa’ya yaptırıyor, sonrasında ise burayı III. Murad’a hediye ediyor. İçindeki süslemelerden dolayı Batılı seyyahlar tarafından İncili Köşk olarak adlandırılıyor. Rumeli demiryolunun, köşkün bahçesinden geçirilmesiyle, İncili Köşk 1871 yılında yok oluyor…
Filantrapos Kilisesi Kalıntıları
İncili Köşk’ten sonra biraz ileride karşımıza Filantrapos Kilisesi Kalıntıları çıkıyor. Yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte yapıdaki işçilikten dolayı Paleologos dönemine ait olduğu sanılıyor. Zamanında bu komplekste bir de ayazma yer alıyor ve 19. Yüzyıldaki Yunan ayaklanmasına kadar Hıristiyanlar burada yortu kutlayabiliyorlar. Filantrapos Kilisesi’nin iç kısmındaki farklı taş dokusunun ise Byzantion Dönemi’ne ait olduğu da söylenenler arasında.
Marmara Kara Surları
Tabii Marmara Kara Surları‘ndan bahsetmeden olmaz. Doğu Roma İmparatoru II. Teodosios (408-450) döneminde 7620 metre uzunluğunda yaptırılan bu surlar, o dönemde batıda sınırlayan ve güneyde Marmara Denizi’nden başlayıp kuzeyde Haliç’e ve çevresine kadar uzanıyor. Üçlü savunma sisteminden oluşan surların üzerinde var olan Bizantion kenti, İmparator Konstantinus döneminde “Konstantinapolis” adıyla yeniden inşa ediliyor, böylece surlar daha uzun ve geniş bir bölgeye yayılıyor. Marmara Kara Surları, 1000 yıl boyunca Doğu Roma Devleti’nin kalkanı oluyor.
Sarayburnu
Sarayburnu‘na geldik bile! İşte kocaman bir manzara… Boğaz Köprüsü tam merkezden görülüyor. Arkada Topkapı Sarayı… Düşünsenize padişahsınız ve evinizin penceresi tüm İstanbul’u görüyor. Haliç ve Marmara Denizi’ni birbirinden ayıran burun, 1985’te UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş. Buradaki ilk yerleşimin Neolitik Çağ’a (MÖ. 6600) kadar uzandığı biliniyor. Bir efsanede ise MÖ 667’de Kral Byzas’ın Bizans’ı burada kurduğu söyleniyor.
Kennedy Caddesi üzerinde sayılır mı bilmem ama Gülhane Parkı’nın girişi de bu cadde üzerinde ve bu park 1912 yılında Cemil Topuzlu’nun girişimiyle halka açık bir park haline getirilmiş.
Sepetçiler Kasrı
Sarayburnu’ndan geçtik, kapısının ardından enfes bir manzarası olan Sepetçiler Kasrı‘na geldik. Burası, Sultan İbrahim döneminde, 1643 yılında Bizans İmparatoru II. Theodosius zamanında yaptırılan surların üzerine inşa ediliyor. Sultan kayıkları demiryolu inşasına kadar burada korunuyor.
Sirkeci – Pithiu Demiryolu
Sona doğru yaklaşıyoruz. Artık anlatacağımız tek şey Sirkeci – Pithiu Demiryolu‘ndan başkası değil. Sirkeci ile Uzunköprü Sınır Kapısı arasında bulunan TCDD’ye ait ana demiryolu hattı, 1870-73 yılları arasında Rumeli Demiryolu için inşa ediliyor. Güzergahı ise bugünkü Marmaray duraklarıyla aynı.
Kennedy Caddesi turumuz burada sona erdi. Umarım keyifli bir yazı olmuştur, okuma sabrı gösterdiğiniz için teşekkür ederim! Yeni yazılarda görüşmek üzere.
Kapak Fotoğrafı: Hasan Yıldız
İlginizi çekebilir: Canan Keleş’ten Tarihi Köşkler
Keyifle okudum. Haftasonu gezi rotamızı belirledik sayenizde.