İlk yorumu siz yazın!
Ömer Yeşilbaş İle: Türkiye’deki Dans Kalıplarını Yıkmak
Ömer Yeşilbaş’ın dans macerası 21 yaşında bir gecekonduda başlıyor. Şimdi ise kendisini “Benimle Dans Eder Misin?” yarışmasının birincisi ve Nike ortaklığı ile dans tutkusu olanların bir araya geldiği DansFabrika’nın kurucusu olarak tanıyoruz. Ömer’in hikayesi aynı zamanda baskıların ve klişelerin kırıldığı bir girişim hikayesi. Kendisi ile tutkularının peşinden gitmekten ve dans sektöründen bahsettik.
Röportaj: Betsy Görüşük
Merhabalar! Öncelikle, sizi tanımayanlar için biraz kendinizden bahseder misiniz? Dans nasıl girdi hayatınıza?
Dans etmeye 21 yaşında İzmir’de gecekondu mahallemizde ve İzmir sokaklarında başladım. Hayatımda dans edeceğime imkan vermezdim, dünyada dansa en uzak insan olabilirdim. Bir kış günü İzmir Kemeraltı’na, biriktirdiğim son paramla kendime kışlık kıyafetler almaya gittim. O dönemde ben kumaş pantolon, beyaz çorap, poşu ve topuğuna bastığım kundura ayakkabı giyen Doğu şiveli bir adamdım. Kemeraltı’ndaki sokak satıcılarından bir tanesi kolumdan tutup beni dükkanına soktu. İçerisi bir sürü Amerikan marka eşofman takımları, renkli ve desenli kıyafetler ile doluydu. Normalde giymeyeceğim, yaşadığım mahalleye o kıyafetlerle giremeyeceğim Amerikan bir markanın eşofman altını ve bir sweatshirt’ünü, aklıma girip son paramla almama neden olmuştu. Aldığım kıyafetleri yine poşu ve topuğuna bastığım kunduram ile beraber giyiyordum. Yolda beni gören bir adam “Sen break dansçı mısın, hip hopçu musun?” dedi. O dönemde söylemek istediğini tam anlamamış olsam da dansın ve dansçının çevremdekiler tarafından kötü olarak kodlandığını bildiğim için bozulmuş ve sinirlenmiştim. Break dance’in ne olduğunu bilmediğim için de göstermesini istedim. Dans etmeye başladığında dikkatimi çekti ve bana da öğretmesini istedim. Her akşam dans çalışmak için bir araya gelmeye başladık.
Bir zamandan sonra o adamı tekrar bulamadım, çalışmalara gelmemeye başladı. Bense üzerimde 1 yıldır aynı eşofman takımıyla, öğrendiğim bir iki dans figürüyle “Ben dansçıyım” diyerek İzmir sokaklarında dolaşmaya başlamıştım. Dünyadaki tek dansçının ben olduğumu zannediyordum ama sonra İzmir’de break dansçıların bir araya geldiği yerleri keşfettim. Bir şeyi bilmediğinde o konuda en iyi sen olduğunu zannedersin ve bilgi edindikçe o konuda neleri bilmediğini fark edersin. Bu aslında dansa başlama da değildi, dansı anlamaydı. Dansın ne olduğunu değil dansın ne olmadığını öğrendim. Dans ettikçe dans etmediğimi, eğitmenlik yaptıkça eğitmen olmadığımı, bilgi edindikçe bilmediğim bir sürü şey olduğunu fark ettim. Hayal kırıklığı vardı çünkü dünyadaki tek dansçı değilmişim dedim kendime ama umut ışığı da vardı çünkü bunu paylaşabileceğim insanlar ve öğrenebileceğim yerler olduğunu görmüştüm.
Peki DansFabrika’yı açma kararını nasıl aldınız? Bu aşamada sizi en çok zorlayan şey ne oldu?
DansFabrika’yı açmadan önce “Benimle Dans Eder Misin?” yarışması sürecim vardı. Yarışmayı kazandıktan sonra da küçük bir stüdyo kurdum ve adına da “I Love Dance Studio” dedim. Evet çok saçma ve komik. Aklıma gelen ilk dürtüyle hareket ettim. O da dansı seven insanları buluşturacak bir yerdi. Aslında Türkiye’de kalıplaşmış bazı şeylerin değiştiği yer orasıydı çünkü orası benim gibi parası olmayan, ailesinden destek göremeyen, baskı hisseden çocukların buluştuğu yerdi.
DansFabrika’yı kurarken maddi ve manevi olarak zorlandım. Yarışma bittikten sonra insanların klasikleşmiş kalıplarıyla karşılaştım. Bana “Bu ülkede dansı değiştiremezsin, dansçı olmak güzel bir meslek değil” dediler. Ben içgüdüsel olarak sevdiğim şeyi tutkulu insanlara burs verip imkan sağlayarak yapmaya çalıştım. İnsanlar bana bir yerden sonra sürekli dansçı yetiştirdiğim için dans fabrikası demeye başladı. Danstan kazandığım parayla yurt dışına dans kamplarına gitmeye başladım ve oradan öğrendiklerimle buradaki Türk sistemini birleştirdim. Türk yapısına çok daha uygun bir sistem oluşturduk.
Bunu yaparken gördüm ki herkes sistemden şikayet ediyordu ama kimse sistemi değiştirmek için cesarette bulunmuyordu. “Yaptığım her şeyi göstereceğim, söylemeyeceğim” dedim. Herkes “olmaz” derken ben kimsenin görmediği bir köşede bir şey yapmaya başladım ve insanların dikkatini çekmeye başladı. Bunu durdurmaya çalışanlar da oldu. Çünkü ilerleyen belli başlı bir sistem vardı ama biz kalıplaşmış sistemi değiştirmeye başlamıştık. Tohumunu attığımız şey meyvesini vermeye başladı ve durduramadılar. Durduramadıktan sonra da takip etmeye başladılar ve bu konuda yardımcı olduğum da birçok dans okulu oldu.
Sonrasında High Heels Dance eğitim programını kurarken topuklu ayakkabı giyip dans ettiğimde gazetelerde benim hakkımda güzel haberler yapmadılar. Buna kulağımı kapatıp doğru bildiğim şeyi yapmaya çalışırken çok zorlandım. Bunun bir meslek olarak görülmesini sağlamak için her şeyi doğru yapmaya çalıştım. Stüdyo büyümeye devam ettikçe biz yetememeye başladık ve DansFabrika kuruldu.
Biraz da DansFabrika’daki eğitim imkanlarından bahsedelim. Buraya gelen biri ne gibi seçeneklerle karşılaşıyor?
Biz burada ders veriyoruz, mentorluk yapıyoruz ve burs imkanları sunuyoruz. Onlara sadece burada dans dersi almayı değil; nasıl koreograf, kreatif direktör, sahne yönetmeni olabileceklerini öğretiyoruz. Benim yıllardır gittiğim yurt dışındaki dans kurslarından ve eğitmenlerden öğrendiğim şeyleri onlara aktarıyorum. Derslerden önce gelip bizimle vakit geçirebiliyorlar. Aynı zamanda dünyadaki birçok eğitmeni buraya getirip onlarla arkadaş ediyoruz. Buradan yaptığımız organizasyonlarla yurt dışına köprü oluyoruz. Yurt dışındaki kamplara daha uygun olanaklar sağlayıp daha uygun şekilde gönderiyoruz. Bütün imkanlarımızı vermeye çalışıyoruz.
CastFabrika adında bir dans cast ajansımız var. Dünyaca ünlü markalarla, Türkiye’deki sanatçılarla kliplerde, filmlerde, reklamlarda oynama şansı veriyoruz. Hatta artık yurt dışındaki dünyaca ünlü markalarla ve ünlü organizasyonlarda dans etme imkanları sunuyoruz.
Dans yarışmasına katılana kadar hiç ders almamış, kendi kendinizi yetiştirmişsiniz. Kendinizi buraya kadar nasıl taşıyabildiniz? Bu yolda iç motivasyonunuzu nasıl sağlam tutabildiniz?
Aslında daha içgüdüsel bir şeydi. Ben bir yıl boyunca İzmir Karşıyaka’daki break dans yapılan yerlere her gün iki saatte gidip iki saat de yürüyerek geri geldim. Param da yoktu. O iki saat benim benim için hayal dünyamı tetikleyen, inanmamı sağlayan ve amacıma giden yoldu. O yüzden her zaman mesafelere birer bahane değil, tetikleyici bir şey olarak bakarım. İnsanlar bazı şeyleri çok zor öğrendikleri için kimse kimseye bir şey göstermezdi ve ben uzaktan izleyerek öğrenirdim, yanlarına gitmeye de çekinirdim. Onlar gittikten sonra ben gidip denedikleri yerde kendim denerdim. Hala vücudumda izleri durur, bana oradaki zamanımı hatırlatıyor. 10 ay onları uzaktan izleyip kendim denedikten sonra beni yanlarına almaya başladılar ama yine bakarak öğreniyordum. Paylaşmayı çok zor elde ettiğim için paylaşmak benim için çok değerli oldu.
Doğruyu söylemek gerekirse, ben eskiden sürekli kavga eden biriydim ama sonra dans tamamiyle hayatımı iyileştirdi. Demek ki o hayatta kalma çabasıymış. Hayatta kalmaya çalışmanın içinden birden hayatı yaşama evresine geçtim. Dansa tutundum. Dans beni bu şekilde eğitti.
900 dansçının katıldığı Fairplay Dance Camp 2015’te kamp boyunca en çok rozet alan 2. dansçı olmuşsunuz ve Worldwide Dance Camp Rusya’da “Dünyanın En İyi 10 Dansçısı” unvanını kazanmışsınız. Böyle bir başarıya ulaşmanızdaki en önemli faktör size göre nedir?
Dünyaca ünlü bu dans kamplarında birçok başarılı dansçı arasından bu unvanlara sahip olmak ilk olarak çok gurur verici. Bu süreçte, bu başarıya ulaşmamdaki en önemli faktör hedeflerimdi. Türkiye’de dansı geliştirmek, daha iyi eğitim sağlayabilmek adına ilk önce kendimi geliştirmem gerekiyordu. Dans sonsuz, sanat sonsuz ama onun içine girdiğinde her şeye dokunabiliyorsun. O yüzden de aslında dünyanın belli bir yerindeki dans etkinliğinde başarılı olman çok kolay. Başarılı oluyorsun ama kime ve neye göre?
Ben kamplara gittiğimde sadece dans dersi almak için gitmiyorum. Kampa gittiğimde aynı zamanda oradaki eğitmenleri Türkiye’ye getirmeye çalışıyorum, sisteme bakıyorum, kampın organizatörleriyle tanışıyorum; dünyamı genişletmeye, insanlara yardım etmeye çalışıyorum. İnsanlara Türkiye’de bir dans okulunun, dans eğitmenin, dans organizatörünün olduğunu göstermek gerekiyor.
Bana sonrasında yurt dışında dans eğitmenliği yapmam, dans organizatörü olmam, dans okulu açmam için çok teklif de geldi. Dünyanın en iyi okulunu Amerika’da açabilirdim. Bu benim için çok zor bir hayal değil ama ben Amerika’nın en iyi dans okulunu açmamayı tercih ettim. Zor olan dünyanın en iyi dans okulunu kurmamayı, en iyi dansçı olmamayı seçmek. Bu benim için çok daha zor bir şey. Ben her gittiğimde bir daha orada olamayacağım hissiyle gittim. Ben buradaki insanların benim gibi bütün paralarını harcayıp dans eğitimi almasını istemiyordum. O yüzden en iyisi orayı buraya getirmek ve bunu çocukların en iyi en ucuz şekilde öğrencilerin elde etmesini sağlamaktı.
Ben de kampa gittiğimde her derse giriyordum ama İngilizce bilgim o zamanlar çok kötüydü. Eğitmenlerin arkasına yapışıyordum ve ağızlarının içine bakıyordum. Vücut dilinden ne anlayabilirim diye bakıyordum ve bu onlara çok iyi yansıyordu. Soru soruyordum sürekli, bayılıyorlar soru soranlara. Ders bitince bana eğitmenler yıldız veriyordu. Bir gün bir eğitmen bana yıldızı verip “Bir çocuk var, deli gibi bütün derslere giriyor, bütün derslerde benim ağzımın içine bakıyor. Hayvan iç güdüleriyle ders alıyor. Neden öyle yaptığını anlamaya çalışıyordum. Meğer İngilizcesi yokmuş, öğrenmeye çalışıyormuş. Hayvan gibi ders alan ilk defa bir insan gördüm” dedi. Ben o zaman ne dediğini anlamamıştım, bana hayvan dedi zannediyordum ve adama bozulmuştum. Bütün yıldızları bana bu şekilde verdiler ve orada en çok rozet alan dansçılar arasına girdim.
Kendi bünyenizde verdiğiniz dersler haricinde yurt dışından da ünlü isimleri workshop vermek üzere İstanbul’a getirdiğinizi söylediniz. Bu bağlantıları sağlama sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Uluslararası düzenlediğimiz Urban Dance Turkey & High Heels Dance Turkey kamplarımız ve düzenli aralıklarla gerçekleştirdiğimiz workshop etkinliklerimizle Beyonce ve Justin Timberlake gibi ünlü isimlerle çalışmış bir çok ünlü dansçıyı ülkemize getirdik. Benim Amerika’ya gitme sürecim çok zordu. Bu yüzden oraya gittiğimde de daha çok savaştım. Eğitmenlerle bağlantılar kurmak için ilk olarak kendi dansımı geliştirdim. Dansımla kendimi fark ettirdikten sonra onlarla iletişim kurup onlara DansFabrika’dan ve ülkemizde eğitim almak için can atan dansçılarımızdan bahsediyorum.
Türkiye’deki dansçıların her birine kaliteli eğitimi sağlamak adına workshop ve kamp fiyatlarını en düşük seviyede tutmaya çalışıyoruz. Bunun karşılığında eğitmenlerin ülkemizdeki konaklama ve ihtiyaçlarını karşılarken maddi anlamda zorluklar yaşayabiliyoruz. Bu konuda Nike bize çok destek oldu.
Eğtimenler geldiğinde de öğrenciler inanılmaz bir tutkuyla ders aldılar ve herkes bundan çok etkilendi. Zor şartlar altında gelişen, eğitime aç dansçıları görünce buraya getirdiğim her eğitmen şok içinde dönüp olayı anlatmaya başladı. Biz hayran olduğumuz insanları buraya getirdik; onlar bize, bizim kültürümüze, yemeklerimize, misafirperverliğimize, dans aşkımıza ve dans ortamımıza aşık olarak gittiler. En önemlisi buradaki çocukların tutkusunu görünce neden dansa başladıklarını hatırladılar.
Derslerde hem öğrencilerle öğretmenler arasında hem de öğrencilerin kendi aralarındaki birliktelik ve dans tutkusu yurt dışından gelen isimlerin de dikkatini çekiyor. Derslerde bu uyumu nasıl sağlıyorsunuz ve bunun öğrencilere ne gibi katkıları oluyor?
Biz burada aslında bunun için ekstra bir çaba sarf etmiyoruz. Hepimiz aynı tutkuyu paylaşıyoruz. İnsanları özgür bırakıyoruz, özgür yaşıyoruz. Bunu nasıl yapıyoruz diye sorsan planlayamam. Bu ortamı sadece bu tutkuya inanan, bu tutkuyu gören insanlar kuruyor.
DansFabrika’ya gelen herkes mental olarak hazır geliyor. Buraya gelen herkes aylarca videolarımızı izliyor ve buraya geldiklerinde bütün aşklarını yaşıyorlar… Normal. Biz buraya gelen insanların bir amacının, idealinin, tutkusunun olduğuna inanıyoruz. Bizim de bir kuruluş nedenimiz olduğu için insanlar bence burada kendilerinden bir şey buluyorlar ve kendilerini yaşayabiliyorlar. Bu insanlara çok güzel bi şekilde yansıyor. Öğrenciler her dersten, her kamptan, her workshop’tan sonra ise dansa daha çok bağlanıyorlar. Mutlu oldukları şeyi yaparken gelişiyorlar, büyüyorlar, beraber öğreniyorlar. Bu değerler ise hayatlarına samimiyet, eğlence ve en önemlisi özgüven katıyor.
Ben aslında sevdiğim şeyi yaptım ve devam ettim. İnsanlar bunu gördü, buna katıldılar ve biz birlikte sevdiğimiz, inandığımız şeyi yapıyoruz. Biz, inanan insanların toplandığı bir yeriz. Ben DansFabrika’ya sadece bir dans okulu değil bir yaşam tarzı, bir ev, bir aile derdim ya da bir çok şey ama tek bir şey diyemezdim.
Pandemi sürecinde HomeFabrika adı altına yeni bir online eğitim sistemine başladınız. Nasıl geri dönüşlerle karşılaştınız? Pandemi sonrasında da böyle bir sistemle devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Pandemi başladığında insanların DansFabrika’ya gelemedikten sonra dans edemeyeceğinden, özgür olamayacağından korktuk ama birden “DansFabrika yoksa HomeFabrika var” gibi bir düşünce çıktı. Biz zaten dijitalde var olan, canlı yayında ders yapan, sürekli videolar paylaşan bir yerdik. Sadece adına HomeFabrika dedik. Aslında DansFabrika senin dans ettiğin ve buradaki hissi yaşadığın her yer. Biz hep insanlara dokunurduk. Yan yana paylaşmaya çok inanırdık. Aslında bakınca biz uzaktan da paylaşabiliyor, birbirimizi hissedebiliyormuşuz.
Polonya, İngiltere, Amerika, Almanya, Ankara’dan, dünyanın her yerinden katılan oldu. İnsanların kendi konfor alanlarından dans edebildiklerini gördük. Trafiğin sıkıntısını veya ne giyineceğinin baskısını üzerinden atıp daha rahat şekilde öğrenenleri gördük. İnsanlar kendilerini yarıştırmayı bıraktılar. Daha uygun şartlarda ve daha uygun fiyatlarda dans ettiler ve öğrendiler. Yurt dışından da çok katılım olduğunu görünce uzun yıllardır hayal ettiğim bir şey olan online dans sistemini şimdi Nike’ın yardımıyla yapıyoruz. Bu web sitesi bir sürü ücretsiz içeriğin olduğu, dünyaya hizmet veren yaratıcı bir alan olacak. Artık DansFabrika devam ettiği her yerde HomeFabrika da olacak.
Son zamanlarda yurt dışında dansa olan ilgi epey arttı. Bu artışın sebebi sizce nedir? Ülkemizde de böyle bir ilgi artışı soz konusu mu?
Her geçen gün dansa olan ilginin ve dansçıya olan saygının arttığı bir gerçek. Yurt dışındaki şarkıcılar ve sanatçılar tarafından desteklenen dansçılar daha çok dikkat çekerek, daha çok insana ulaşabilir duruma geldiler. Buna en güzel örnek olarak, Justin Bieber’ın son albümündeki şarkılarını farklı dans okulları ve gruplarının hazırladıkları videolar ile paylaşmasını gösterebiliriz.
Ülkemizdeki dans sektörünü geliştirmek, dansı herkese yaymak için çeşitli etkinlikler ve iş birlikleri düzenliyoruz. Ülkemizde de dansa ilgi artışı oldu, özellikle pandemi süreci hareketin değerini tetikledi. Korona sırasında insanlar eve hapsolduğunda hareketin kendilerine ne kadar iyi geldiğini ve dansın iyileştirici gücünü fark ettiler. İnsanların sağlığına ve mental olarak onlara ne kadar iyi geldiğini gördüğümüz için Türkiye’de daha değerli oldu. Şimdi sosyal mecralarda dans eden insanlar görüyoruz. Bizim hedeflediğimiz şey de bu aslında.
Ancak asıl ilgi artışı; şarkıcılar, sanatçılar ve yönetmenler tarafından yeterli önemin verilmesi, dansçıların saygınlık kazanması sonucunda elde edilecektir. Biz bunun için her gün, her an çalışıyoruz.
Dansa ilgi duyanlar ve yeni başlayanlara ne söylemek istersiniz? Dans alanında bir kariyere başlamak isteyenler için neler önerirsiniz?
Beklemesinler. Dans etmek için içinizde bir isteğiniz varsa, evde kendi kendinize dans ediyorsanız, otobüste müzik dinlerken kendi kendinize ritim tutuyorsanız dansa başlamak için daha fazla beklemeyin. Hayatın beklemek için kısa olduğunu son birkaç ayda öğrenmedik mi? Aynı zamanda dansa neden başladığınızı, nasıl başladığınızı, nerede başladığınızı unutmayın, yoksa kaybolursunuz. Nedeninizi, hedefinizi, kimlerle bu yolda ilerlediğinizi, hangi zorluklardan geçtiğinizi, beraber nasıl öğrendiğinizi, bu süreçte ne kadar öğrendiğinizi unutmayın. Benim hayattaki motto’larımdan bir tanesi şudur: “Ne yapıyorsan yap, onu ilk günkü aşkla ve son günkü tutkuyla yap”.
Kariyerinizi dansta devam ettirmek istediğinizde de, yeterli bilgi ve deneyime sahip olduktan sonra çalışabileceğiniz birçok alan var aslında. Eğitmenlik, sahne koreograflığı, dansçı ya da kreatif direktörlük gibi. Öğrenmeye açık olun, dans tutkunuzu hep yaşatın ve hangi alanda mutlu olduğunuza karar verin. Öğrenmeye açık bir kişi, gelişmeye açıktır. Geliştikçe karşınıza çıkan fırsatlar artacaktır. Bu yüzden kendinizi geliştiriyor olmanız çok önemli. Dans etmeyi bıraktığınız anda, o da sizi bırakacaktır.
Son olarak, dans etmiyor olmanız edemeceğiniz anlamına gelmez ve dans etmek için bir dans okuluna ihtiyacınız yok. Farklı ülkelerde, farklı şehirlerde, birbirimize uzak da olsak bizim tutkumuz aynı. Dans edin, kendiniz için dans edin. Elbet bir gün bir yerde bir araya geleceğiz!
Çok teşekkürler!
Kapak fotoğrafı: Instagram / @omeryesilbas
İlginizi çekebilir: MagPorter’dan Ekin Bernay Röportajı
Ömer Yeşilbaş benim hayatımı değiştirmiştir. Dansı bu ülkede saygı duyualcak bir sektör haline getirmiş, yoktan var etmiştir. Onun ailesinin bir parçası olmak, başarılarını yakından görebilmek eşsiz ve gurur verici 🙏🏻🙏🏻