Persona: Ingmar Bergman'ın Jung İlhamlı Başyapıtı
Sinema tarihinin en iyi filmleri arasında gösterilen ve birçok yönetmenin filmlerinde etkileri görülen Ingmar Bergman’ın başyapıtı olan Persona filmine 1965 yılında başından geçen bir hastalığı ilham vermiş.
Film aslında Carl Gustav Jung’un arketipler kuramına dayanıyor. Bu kurama göre dünyamıza gösterdiğimiz dış yüzler aslında başkalarının görmesine izin verdiğimiz kendimizin bir parçası olan “persona”larımız. Persona ayrıca Antik Yunan Tiyatrosu’nda oyuncuların kullandığı maskelere verilen isim. Yani başkalarına gösterdiğimiz kişiliklerimizin maskesi. Diğer bir deyişle toplum tarafından tepki görmemek için gizli yanlarımızı saklayan çıkarlarımızı koruyan kostümlerimiz.
Bazı durumlarda birey taktığı Persona’nın kendisi olduğuna inanıp kendisine yabancılaşır. Bu durum ise Jung tarafından şişme (influation) olarak tanımlanır. Bu bireylerse personalarının egemenliği altında kişiliklerini kaybeder; kendi gerçekliklerinden koparlar. Filmin ana karakteri Elizabeth’in başına gelen ise tam da bu aslında. Personasıyla özdeşleşip; kendi gerçekliğini kaybeden Elizabeth, bilinçli olarak susmayı tercih ediyor. Bu sayede artık yalan söylemeyecek, rol yapmayacak.
Filmin öyküsü ise; ünlü bir oyuncu olan Elisabeth’in ( Liv Hullman) Elektra adlı oyunu sergilerken aniden susmasıyla başlar ve bu durum karşısında doktoru, Elizabeth’in fiziksel ya da ruhsal olarak bir rahatsızlığı olmadığını, sadece bilinçli olarak susmayı tercih ettiği bilgisini paylaşır. Onunla ilgilenmesi için yanına hemşire Alma’yı gönderir. Şehrin gürültüsünden uzakta bir yazlıkta geçen tedavi sürecinde ise hemşire Alma Elisabeth’in kışkırtan sessizliği karşısında bütün sırlarını onunla paylaşmaya başlar. Elizabeth ise bu süreçte kendisine sırlarını açan birinin kişiliğine ulaşmak için maskesini (persona) ilk defa çıkarmaya başlar. Evine ve sahnesine geri dönen Elizabeth kendisini arınmış hissederken, Alma ise onu dinleyen biri sayesinde kendi benliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır ve giderek yalnız hisseder. Yine Alma’nın Elisabeth’in doktoruna yazmış olduğu kendi itiraflarıyla dolu mektubu bulmasıyla da ilişki çıkmaza girer. Aslında iki karakter de daha önce Alma’nın şaka yollu söylemiş olduğu gibi bir şekilde kimlik değiştirmeye başlamıştır. Elizabeth için arınma anlamına gelen değişim Alma içinse yalnızlık ifade eder fakat diğer bir yandan; yaşanılanların sıradan hayatında bir etki yapmayacağını hissetmektedir.
Persona; kişilerin kendilerine nasıl göründükleri yine başkaları karşısında nasıl göründükleri, nasıl oldukları ve gerçekte ne olup, ne olmak istediklerini ifede etmeye çalışan sessizliğin, sözcüklerin ve maskelerin üzerinde bir karşılaştırma düzeneği aslında. Yine kişinin karşıtı ve benzeriyle kendini gerçekleştirmesinin bir hikayesi olarak da betimlenebilir.
Bergman sineması her zaman nevrozların sineması olmuştur. Gerek çocukluğunda geçirmiş olduğu travmatik dönemden, gerekse İkinci Dünya Savaşı sonrası İsveç bunalımından izler taşıyan dokulara sahip… Belki de filmlerini farklı ve gizemli kılıp, farkındalık yaratan etkileyici diyaloglarının sebebi de bu ya. Bence Bergman’ın kesinlikle en iyi filmi… Günümüzde bu kadar etkileyici diyalogların bir araya gelebileceği bir filme inanmıyorum desem? En kısa zamanda kendinizi Persona’nın büyüleyici atmosferine kaptırıp; kişinin kendini tamamlamasına ve sanat üzerine sorgulamalara dair çelişkili havayı da solumanız dileklerimle. Şimdiden iyi seyirler…
Kapak Fotoğrafı: Düşünbil Portal
İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Yedinci Mühür
İlk yorumu siz yazın!