İlk yorumu siz yazın!
Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum: Netflix'in İddialı Yapımı
Zihnin son koridoru, demansif (bunamış) bir beyindeki, bilinçle bilinçaltının hesaplaşmaları ve adli tıp biliminde geçen “Hide and Die” Sendromu… Hepsi “I’m Thinking of Ending Things” (Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum)da mevcut. 2019’da nasıl “Marriage Story” Netflix’in premium yapımı olduysa, 2020’de de “Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum” zirveye oynayacak! 2020 Akademi Ödülleri’nde en iyi senaryo, en iyi film ve en iyi yönetmen kategorilerinde aday olursa pek şaşırmamak gerekir.
Dip not: Filmin Netflix Türkiye’de gösterime girdiği tarih olan 4 Eylül; Duvara Karşı, Temmuzda, Transylvania filmlerinden tanıdığımız “Birol Güven”in ölüm, Marriage Story, Frances Ha ve The Squid and The Whale filmlerinin yönetmeni “Noah Baumbach”ın doğum günü… Tam bir hayat gibi dediğimiz bir günde muhteşem bir başyapıtı izlemek: ölümle doğumu birleştirmek gibi oldu. Adı yaşam denen döngünün…
Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum Filmi ve Konusu
Filmin yönetmeni aslında Hollywood’un dahi senaristi olan Charlie Kaufman. Kaufman’ı; Being John Malkovich, Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve Synecdoche, New York filmlerinin senaristi olması vesilesiyle tanıyoruz. Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum ise dahi çocuğumuzun 4. kez yönetmenliğini yaptığı film. Filmimiz 2 saat 15 dakika olup bir saniye bile sıkılmadan ekran başında tutabiliyor. Bunda oyunculukların da oldukça önemli yeri olduğunu söyleyebiliriz. Filmde; Shyamalan’dan ‘6. His’, Weitz kardeşlerin ‘About a Boy’, Ari Aster’in çok konuşulan yapımı ‘Hereditary’ ve ‘Little Miss Sunshine’ filmlerinden tanıdığımız Toni Collette’e; David Thewlis, Jesse Plemons ve Jessie Buckley eşlik ediyor. (Editör Notu: Yazının devamında filmin içeriğine ilişkin bilgi yer aldığından spoiler hassasiyetiniz varsa filmi izledikten sonra bu yazıya dönmeyi tercih edebilirsiniz.)
Aslında, Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum, konusunu yazar Iain Reid’in kitabından alıyor. Film dış sesle başlıyor. Adında da geçtiği üzere -Her şeyi bitirmeyi düşünüyorum- cümlesi pek çok kez geçiyor. Kar fırtınasının olduğu bir atmosferde, başka hiç araç ya da varlığı göremediğimiz tenha bir yolda, bir arabanın içinde başlıyor. Seyirciyle beraber yolculuğa çıkan ana karakterimiz Lucy’ye (Jessie Buckley) şoför koltuğunda erkek arkadaşı Jake (Jesse Plemons) eşlik ediyor. Sık sık Lucy’nin kafa sesleriyle akan filmde; henüz 6 haftalık ilişkilerine rağmen Lucy, Jake’in kendisini ailesi ile tanıştırma isteğini hatırlayamadığı bir sebepten kabul etmiş olduğunu anlıyoruz. Jake ise gerek konuşma ve tavırlarıyla filmin başından itibaren normal olmayan bir his yaratıyor. Otizmin spektrumlarından biri sayılan Asperger Sendromu olabileceği hissiyatı filmin ilk 10 dakikasından itibaren hissediliyor. Lucy ve Jake çifti; kültürel seviyesi yüksek olan şiirlerle, edebiyat eleştirileriyle, resim-tablo eleştirileri ve ruhsal çıkmazlıkların eleştirileriyle dolu seyahatlerine bizleri davet ediyor. Dış ortamda devam eden tipi ise filmin tekinsiz bir havada geçeceğinin ilk sinyallerini veriyor. Film başlarda Woody Allen, Noah Baumbach ve Jim Jarmusch’tan esintiler taşıyor.
Filmdeki Semboller
Karakterlerimiz eve vardığında; bir türlü Jake Lucy’i hanenin içine götürmek istemiyor. Onun yerine ölmüş koyunları ve çocukluğunda şahit olduğu kurtlarla kaplanmış domuzun hikayesini anlatıyor. Ölümün soğukluğunu belki de dışarıdaki fırtına simgeliyor. Eve girdiklerinde ise mavi terliklerini Lucy’ye vermek istiyor Jake. Filmin ilerleyen sahnelerinde bir kez daha denk geleceğimiz bu kesit, Jake’in yaşamında birçok kez vermeye razı olduğu kalbi ve sevgisi. Ancak geçmişinde olduğu gibi şu anda da o terlikleri kimse kabul etmiyor!
Evde hemen her odanın farklı bir şeyleri simgelemekte olduğunu hemen fark ediyoruz. Filmin artık 2. bölümünü oluşturan ev kısmında; aslında her oda Jake’in hayatından bir sekansı temsil ediyor. Her odada annesi ile babası gençlikten son dönemlerine kadar farklı yaşlarda. Hemen hemen her sahnede Jake’in iyi bir evlat olduğu vurgulanıyor. Son yolculuğuna uğurlanan bir kişiye “hakların helal edilmesi” alegorisini görüyoruz.
Ardından üzeri sıyrık ve tırmalamalarla dolu bir kapı dikkatimizi çekiyor. Bodruma açılan kapı olduğunu, aşağıda önemi olmayan çamaşır makinesi, kurutucu gibi şeylerle birlikte delik olduğunu da söyleniyor. Burası da Jake’in zihninde yaşamı boyunca biriktirdiği korkuları ve halı altına süpürdüğü kırıklıklarını içeriyor aslında. Belki de delik; her insanda bulunan, ismine -melankoli- dediğimiz, sadece mutluluk partiküllerini içine çeken bir kara deliği simgeliyor olabilir.
Film boyunca ana kadın karakterimizi Lucy, Louisa, Yvonne isimli kişiler arıyor. Telefon açıldığında ise maskülen bir ses tarafında “sadece tek bir sorunun kafasında kaldığı” vurgulanıyor. Osmanlı yaşlılarının sık sık kullandığı gibi bu da son borç olan “can borcu”. Artık birileri ömrünün son faslında. 2. bölümde; filmin normal seyrinden çoktan çıktığını, belki de bahsedildiği üzere demansif (Alzheimer gibi unutkanlık, bunama) bir bireyin son hatıralarının çırpınışlarını izliyor olabileceğimizi düşünmek mümkün. Belki de film boyunca önce Lucy, sonra ismini çağrıştıran Louisa, Yvonne ve benliğini yitirmiş sadece genç kadın olarak nitelendirilen protagonist karakterin aslında bir ‘zihin Sirisi’ gibi bilince son kez rehberlik edişini görebiliyoruz. Birazdan bahsedeceğim 3. bölümde ise kahramanın yer değişikliğine, kadın protagonist karakterin eril bireye bayrağı devredişine tanıklık ediyoruz.
Zihnin, yaşamın veya kendiliğin devinimi olan aslında yol filmi olarak da nitelendirebileceğimiz “Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum”, insanın beyninin tüm kıvrımlarının son kez şahlandığı bir sinematografik bir yapıt. Filmin çiftlik evi içinde geçen 2. bölümünde Jake sinemada ‘”foreshadowing” yani önceden ima etme olarak nitelendirilen gerçek ya da kurgusal anılarıyla bizlere pek çok ipucu veriyor. Ancak bu kesitlerden bir tanesi oldukça ilgi çekici. Yaşlı okul hademesi Jake, TV karşısında filmi seyrediyor, nasıl oluyorsa kendisinin de filmde rolü var ve genç bir çiftin vegan-aşk hikayesi ile bütün oluyor. Kurmaca film bittiğinde “Directed by Robert Zemeckis” yazısının görüleceği, bu sahneden sonra ise Louisa’ya dönmüş Lucy’nin, filmdeki Yvonne karakterine metamorfoz geçirdiğine tanıklık ediyoruz. Burada bile aslında yaşlı bedendeki küçük bir çocuğun sorunlu ilişkileri olduğu ailesi için önemli olma isteği, başarı ve ilgi çekme ihtiyacını görüyoruz.
Jake Karakterinin Psikolojik Açıdan İncelenmesi
Freudian bilişsel psikolojide; oral dönemi simgeleyen “pre-ödipal yaşam kesiti”nde ailesinde yeterli sevgi/ilgiyi göremeyen bebek/çocuklarda ağız ile ellerle ilgili kompleksler yaşam boyu devam edebilir. Yemek sahnesindeki çikolata pastanın şekli kütüğe benzetilirken, Jake’in nasıl kütük gibi olan parmaklarını yıllarca emdiği veya ikincil araba yolculuğundaki sinir patlamalarında ilk tepkiselliğin titreyen elleri olduğu görülüyor. Jake günümüzün çoğu bebek-yetişkini gibi, gerekli zamanda yeterli sevgi görememiş bir birey ve 0-6 yaşları arasındaki ilgi eksikliği 80 yıl boyunca etkisini gösteriyor.
Yetişkin- bebek tanımının karşılığını ve karakterin geçmiş travmalarının etkilerini film boyunca çeşitli sahnelerde açıkça görüyoruz. Filmin ortalarından itibaren kendi evine dönmek istediğini ısrarla belirten kadın karakterimizi, Jake zorla lisesine götürmek istiyor. Öncesinde ise neredeyse -20 derece olan havaya rağmen çocukluğundaki dondurmacıdan soğuk milkshake alıyor. Yaşamının ve araba yolculuğunun durağı sayılacak noktada; çalışan iki sarışın kız camdan çıkar çıkmaz sebepsiz alaylı bakışlarıyla Jake’i sindiriyor, heybetli adamsa Adana sıcağında eriyen buz misali arkada sünepece bekleyip eriyip gidiyor. En önemli yüzleşmeler her zaman yaşamın çocukluk ve gençlik kesitlerindeki travmalarda gerçekleşiyor. Jake de zorunlu durağında yeterince oyalandığını hissedip artık filmin 3. ve son bölümü olan lisesinin yola koyuluyor. Yanından ismi “genç kadın” olan kimliksiz Lucy’yi de cebren ve hile ile peşinden sürükleyip ömrün son bölümüne varmış oluyor.
Film boyunca önceden imalarla Jake’in bir okulda yaşlı bir hademe olduğu kesitleri gördüğümüzden, her ne kadar kendisi okuduğum lise dese de bu sözlere inanmıyoruz. Gerçek hayattaki yaşlı hademe Jake, en çok okul münazarasına hazırlanan, sahnede performanslarını sergileyip okul koridorlarında dans eden gençlere özlemle bakıyor. Yaşamındaki silikliğini; zihninde oluşturduğu son bir dansla taçlandırmak istiyor. İşte bu noktada filmin görsel tatmini yüksek dans sahnelerine geçiyoruz. Alegorik açıdan bu sahne son fasıldaki bireyin “son valsini” simgeliyor.
Kaufman’ın Anlatıdaki Başarısı
Filmin bu noktasına kadar hep; ölmekte olan veya anılarını kaybetmekte olan Alzheimer hastasının zihnindeyiz diye düşünürken, Charlie Kaufman yalnızca iyi bir senarist değil pekala iyi de bir yönetmen olduğunu cihana duyurur biçimde dokunuşunu yapıyor. Gerçek hayattaki yaşlı hademe yoğun kar fırtınasındaki soğuk arabasında soyunmaya başlıyor.
İşte bu noktada tüm taşlar yerine oturuyor. Adli tıp biliminde saklan/öl adı verilen bir durum vardır. Aşırı soğuğa maruz kalan birey, hipotermi sebebiyle organizmanın ısı kontrol merkezi olan hipotalamusun kontrolünü bozar. Ne hikmetse vücut magmada yanıyor gibisinden neyi var neyi yoksa parçalayarak korkunç bir enerji açığa çıkartır. Bu sebeple bilişsel fonksiyonları da bozulan kişi soyunmaya başlar. Evet -20 de sıcak basan kişilerdir bunlar. Ruhun buzullardaki son parıldamasıdır. Zihin fonksiyonlarını yavaş yavaş kaybederken de hard diskinde kayıtlı her şey bir film şeridi gibi gözünün önünden geçebilir. Anlaşılan sadece lafta kalmamış Kaufman ve bunu dijitalize ederek Netflix’e satmış.
Agoni, bir bireyin ölmeden önceki son davranış kümeleridir. Genelde anlamsız ve hareketlidir. Aylarca hareketsiz ya da sedanter kalan kişinin son çırpınışlarıdır. Adeta sönmekte olan bir mumun son parıldamasıdır. Biz de Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’da Jake’in parıldayışını izliyoruz aslında. 7. sanatla kalın dostlar…
Kapak Fotoğrafı: Netflix
İlginizi çekebilir: Erkin Kırkpınar’dan Tenet
Merhabalar, filmin yarattığı zihin bulanıklığına güzel bir çözüm getirdi yazınız. Bununla birlikte, eğer erken dönemde Jake'in deneyimlediği ilgi eksikliği ile ''bağlanma kuramı''na gönderme yapıyorsanız, bu perspektiften yaşamın ilk 2 yılı kritik öneme sahiptir. Eğer yalnızca 0-5 yaşın (psikanalitik kuram) yapılandırıcı önemine dikkat çektiyseniz, bir önceki cümlem ek bir bilgi olarak burada kalabilir. Yazı için teşekkürler.
Gerçekten müthiş bir analiz. Tüm film eleştiri yazılarınızı büyük bir keyifle okuyorum. Tebrik ederim.
Çok teşekkür ederim 🙂