KİTAP: Jan-Philipp Sendker'den "Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler"
Alman yazar Jan-Philipp Sendker, 1995 yılında yaptığı Güneydoğu Asya tatili sırasında Myanmar’dan çok etkilenir ve ilk kitabının burasıyla ilgili olacağından emindir. Yıllar içinde araştırma yapmak için birçok defa ülkeyi ziyaret eder ve Burmalı halkın batıl inançlarını da göz ardı edemeyerek bir astrolojiste gider. “Kitabım başarılı olacak mı?” diye sorar, “Endişelenme. Büyük bir başarıya sahip olacak.” cevabını alır.
Kitap 60.000 adet sayıyla ciltli baskıyla yayınlanır ve yaklaşık 6.000 adet satılır. Yayınevi durumu olağan karşılar; bilinmeyen bir yazar, ilk kitap, reklam yapılmamış… Aradan iki yıl geçer ve kitabın ciltsiz baskısı yayına çıkar ve yine reklam yapılmaz. Kitap kulaktan kulağa yayılır, kitapçılar, müşterilerine önermeye başlar. Bir yılın sonunda 300.000 adet satılır.
Amerikan yayınevleri ise kitaba sıcak bakmaz. Yaklaşık yirmi yayınevinden red alması süresince kitap, İtalya, Hollanda, Japonya, İspanya, Sırbistan, İsrail, Hırvatistan listelerinde çok satan kitapların arasında girer ve en sonunda “The Art of Hearing Heartbeats” adıyla Amerika’da da yayınlanır.
Roman ülkemizde “Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler” adıyla geçtiğimiz ay Koridor Yayıncılık tarafından yayınladı.
İşte beni bu kitabı almaya iten, bu öykü oldu. İnsanlar içinde ne bulup da birbirlerine önerdiler?
Hukuk fakültesinden mezun olmasının ertesi günü Julia babası tarafından uyandırılır. Babası onu sevdiğini ve bunu unutmaması gerektiğini söyler. Bu Julia’nın babasını son görüşüdür.
Aradan 4 yıl geçer ve babası bulunamaz. Yapılan araştırmalar da bir yere varmaz, çünkü kimse babasının ömrünün ilk 20 yılına dair bir şey bilmez. Ta ki annesi, babasına ait eski eşyaların olduğu bir kutu bulup bunu Julia’ya verene kadar. Julia, kutunun içinde, babasının Mi Mi adlı bir kadına yazdığı bir mektup bulur ve ne umduğundan habersiz Burma’ya gitmeye karar verir.
Burma’da, daha önce görmediği bir adam masasına oturur ve ona anlatması gereken bir hikâye bulunduğunu, bunun için 4 yıl beklediğini söyler.
New York’ta lüks içinde doğup büyüyen Julia, Burma’nın yoksulluk dolu bir köyünde kendini akılalmaz bir hikâyenin içinde bulur.
Yazarın Burma’nın insanlarını, kültürünü, geleneklerini, doğasını, kokularını, yemeklerini size tasvir edişi öyle başarılı olmuş ki, sıkılmadan anlamaya, hissetmeye başlıyorsunuz. Muhtemelen bunda yazarın da sizin gibi ülkeye dışarıdan bakması etkili olmuş.
Kitabın konusu muhtemelen daha önce okuduklarınıza benzemeyecek. Özünde bir aşk hikâyesi anlatsa da, romantik bir kitaptan çok, içinde yoğun bir felsefe ve anlayış barındırıyor. Okuyun, kendiniz karar verin, derim…
“Duyu organlarımız bizi yoldan çıkarmaya bayılır. En kandırıkçı olan da gözlerimizdir. Onlara fazla bel bağlarız. Etrafımızdaki dünyayı gördüğümüzü sanarız, ama aslında algıladığımız ancak yüzeydir. Nesnelerin gerçek tabiatlarını, özlerini bulmayı öğrenmemiz gerekir, ama gözler bu konuda bize yardım etmekten çok bizi engeller. Dikkatimizi dağıtırlar. Gözlerimizin karmaşasına bayılırız. Gözlerine fazla güvenen bir kişi, diğer duyularını ihmal eder, bununla işitme veya koklama duyularından fazlasını kastediyorum. İçimizdeki isimsiz organdan bahsediyorum. Şimdilik ona, kalbin pusulası diyelim. (Sendker, sf. 119-120)
Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler (The Art of Hearing Heartbeats)
Jan-Philipp Sendker (Çeviren: Eliz Özkaya)
Koridor Yayıncılık, 2013, 320 sf.
İlk yorumu siz yazın!