İlk yorumu siz yazın!
Dil ve Flört Üzerine: İmla Bilmeyen Giremez
“Evlen benimle!” diye yazdı bugün sosyal medyadan hiç tanımadığım biri. “Merak ediyorum, dürüstçe yanıtlar mısın, bu cümlene güzel bir dönüş yapan hemcinslerim oluyor mu?” diye sordum, “Evet, sen de yapmalısın” dedi. Bu tarz mesajları ara sıra alırım ve doğrudan silerim ama bu kez işi gücü bırakıp karşıma çıkan bu vakayı incelemeye koyuldum.
Kendilerini hiç tanımayan birinden gelen bu tarz mesajlara karşılık veren hemcinslerimi tanımak ve bu tarz mesajlar yazan karşı cinslerimin özgüvenlerinin kaynağını anlamak için ona bir dizi soru sordum ve küçük sohbetimiz boyunca tüm merak ettiklerimi öğrenmenin yanında Rus kızları ile “Laik görünümlü ama bağnaz Türk kızları” hakkında karşılaştırmalı bir ders bile almış oldum. 😊
Burada toplumumuzdaki “Türk kızı”, “laiklik”, “tutuculuk” algısı üzerine çok şey yazılabilir. Hatta sadece ülkemiz üzerinden değil, doğrudan doğu toplumları üzerinden kadının yeri konusunda çok şey söylenebilir ve söyleniyor da. Ama ben başka bir konuyu ele almak istiyorum. Dil konusuna değinmek istiyorum.
Eğer anlayabileceğini düşünseydim mesafeli tutumuma rağmen bana “sevgilim” diye hitap eden ve “sayısalcı” olduğu için kitaplarla arasının olmadığını söyleyen ve bozuk Türkçesine rağmen üniversiteyi nasıl bitirdiğini anlayamadığım bu şahsa şu cevabı vermek isterdim: “Cevapların için teşekkür ederim. Sizin türünüzü anlamak için sormam gerektiğini düşünmüştüm bu soruları. Siz, erkek ve kadınlar. Sen ve senin gibiler ayrı bir türsünüz. Ben ve benim gibiler apayrı. Kadın ve erkek olarak ikiye ayırmıyorum bu insan türlerini. İki türün de kadını ve erkeği var çünkü. Sıcak insanlar ve soğuk insanlar diyelim biz bu iki türe şimdilik anlamanı kolaylaştırmak için.“
Sonuç şu ki daha derin bir anlama çalışması yapmaya ihtiyacım yokmuş. Anladığım kadarmışsınız. Her bir cevabında zaten bildiğim şeyleri, yaptığım çıkarımları doğrulamış oldum. Aynı şeyi tekrar tekrar sınamanın bir anlamı da yok gerçi ama elimde değil. Bu bir bardaktaki suyun sıcaklığını anlamaya çalışmak gibi. Su orada. Sıcak olduğunu daha ilk bakışta, üzerindeki buhardan görebiliyorsun. Ama her seferinde aynı sonuca vardığını bildiğin halde tekrar tekrar elini o bardağa sokuyorsun. Sendeki bardakta soğuk su olduğunu düşün. Sendeki su soğuksa herkesinki öyle olmak zorunda değil, bunu da biliyorsun ama yine de karşındakinin ısısını ölçmeden rahat edemiyorsun. Neden mi? Çünkü sıcağı soğuktan ayırt edebiliyorsun ama sıcağın doğasını anlayamıyorsun. İşte bu insanı deli ediyor. Ve ben ne zaman senin gibi birini görsem işte tam da bu dediklerimi yaşıyorum. Bazı insanların nasıl bu kadar basit, bu kadar öngörülebilir olabildiğine her seferinde yeniden şaşırıyorum ve bunu anlamaya çalışıyorum.
Benim türümdekiler sizin türünüzü daha ilk görüşte anlar. Tek bir kelimenizden, yüzünüzün şeklinden tanırlar. Sizin türünüzse herkesi sizin gibi algılar. Arada bazen adlandıramadıklarınız, anlam veremedikleriniz olur. Ama onlar üzerinde kafa yormazsınız bizim yaptığımız gibi. Bizim türümüzden biriyle açık bir şekilde karşılaştığınızda çoğu zaman ona içinde olduğunuz duruma uygun kategoride olumsuz bir sıfat yapıştırıp geçersiniz. Anlayamadığınız o adam “üşütüktür” mesela sizin için ya da size bakmayan o kız “tutucu” ya da “egolu”. Böylece onu neden anlayamadığınızın cevabını kendinize vermiş olur, topu ona atarak kendinizi rahatlatırsınız. Sanat filmlerindeki diyaloglar, bestseller dışındaki kitaplarda geçen paragraflar sizi sıkar. Soyut resimleri saçma bulursunuz mesela. Manzara resimleri seversiniz boyuna. İçinde söz olmayan müzik içinizi bayar. Anlayamayacağınız bir boyuttan veriler gözünüzün, kulaklarınızın önünden aktıkça sinirleriniz bozulmaya, ilginiz dağılmaya başlar. Birden o yazar, yönetmen ya da sanatçı “ucube” olur çıkar kafanızda. Bizim türümüzdekilerin bunları nasıl yorumlayabildiğine, sevdiğine, bu tarz şeyler üretebildiğine, söyleyebildiğine anlam veremezsiniz. Bizse buna pek takılmayız. Ya da sizi idare eder, rol yaparız. Açıkçası sizi taklit etmek, sizin anlayacağınız dilden konuşmak bizim için çok kolaydır, sadece çoğu zaman canımız istemez.
Tüm bunları düşündükçe bu dil denen şeyin sadece beynimizde değil kişiliğimizde, benliğimizde hatta insanlığımızda ne kadar etkili olduğu konusu geliyor aklıma. Sizin türünüzdekiler, yani elinde sıcak su bardağı tutanların kullandıkları cümleler hep aynıdır. Kelimelerinde çeşitlilik, cümlelerinde özgünlük yoktur. Kavramlardan çok olgular üzerinden düşünen, hatta kavram ile olgu arasındaki farkı hayatında bir kere bile merak etmemiş insanlardır bu sizin türünüzdekiler. Sadece somut düşünceler kurarlar ve soyut kavramları da ait oldukları toplum içerisinde tek bir kalıba sokarak somutlaştırırlar. Din, ahlak, ideoloji gibi şeyler birer şekilden ibarettir mesela; kendi düşünceleriyle çıkardıkları değil de onlara içinde yaşadıkları topluluk tarafından paket halinde sunulmuş davranışlar bütünüdür. Ve bu sizin toplumunuzu oluşturan mükemmel bir dolgu maddesidir.
Hayat ikiyle ikinin dört etmesi kadar basit, düz ve nesnel bir şeydir sizin için. İyi-kötü, günah-sevap, doğru-yanlış, evet-hayır. Bir sınava tabi tutulacaksanız çoktan seçmeli soruları açık uçlu sorulara tercih edersiniz mesela. Hatta sohbetlerde de bunu yaparsınız. Bir olayı anlatmıyor ya da bir şeyin dedikodusunu yapmıyor iseniz şayet sohbetlerinizde ya da yazışmalarınızda kısa, tek tük kelimelerle ve bir cümle bile oluşturamayan ifadelerle karşılık vermeniz bundandır. Dil bilgisi ve imla kuralları sizin için gereksiz birer külfettir. Kişisel çıkarımlar, öznel yargılar ve yorumlar sizi korkutur. Size söylenenleri tekrarlarsınız hayatınız boyunca, belki de kendinize ait tek bir cümle olmadığını bilmeden.
Bazen dilinizde özgünlük olmadığı için mi bu haldesiniz yoksa bu halde olduğunuz için mi diliniz böyle kurak merak ederim. Sanırım yanıt ikisi de. İki kelimeyi bir araya getirmeyi unuttukça insanlığımızı kaybediyoruz. Şimdi sosyal medya da buna çanak tutuyor. Medya bunu zaten yıllardır yapıyordu ama bu sosyal medya denen şey işi iyice alevlendirdi. Her şey emojilere, fotoğraflara dönmeye başladı. Artık cümlelerle değil imajlarla düşünüyoruz. Bilgisayardan, telefondan yaptığımız gibi beynimize de bir yerlerden “kopyala + yapıştır” yapıyoruz. Düşünmüyoruz. Yazmıyoruz. Okumuyoruz. Dinlemiyoruz. Anlamıyoruz. Hepimizin suyu ısınmaya başlıyor.
Kapak Fotoğrafı: Ali Abdul Rahman / The Break
İlginizi çekebilir: Gamze Türker’den Sosyal Medya Linç Kültürü
Geçenlerde bir film izlemiştim, her şeyi bitirmeyi düşünüyorum adında. Jake'in babası'nın resimlerle ilgili sözleri vardı, tam da sizin 'Soyut resimleri saçma bulursunuz mesela. Manzara resimleri seversiniz boyuna.' cümleniz ile örtüşen yorumlardı.. jake'in içinde yetiştiği aile kavramını daha net açıklamamı sağladı kafamın içinde. jake için bir kez daha üzüldüm. elinize emeğinize sağlık.
Yazdıklarımdan böyle bağlantılar kurulması ne hoş! Ben de izlemeyi düşünüyordum o filmi, şimdi iyice merak ettim. Aslında hepimizde var bu saydığım özellikler, sadece kendimizi geliştirmeye ve farklı ihtimallere açık olmamız gerekiyor. Mesela manzara resimlerini ben de çok seviyorum aslında. 😀
O kadar haklısın ki! Teşekkürler, düşüncelerimize tercüman olduğun için.