İlk yorumu siz yazın!
Ariadne: Mitolojik Hikayesi ve Dark Dizisindeki Yeri
Aşk temasını işleyen en güzel mitlerden olan Ariadne’yi biliyor musunuz? Mitolojiye biraz olsun ilginiz varsa mutlaka duymuşsunuzdur Ariadne’nin hikayesini. Hatta hepimizin çıldırdığı Dark serisinde de önemli bir yere sahip olduğu için, dizinin izleyicilerin hemen hepsinin Ariadne’ye aşina olduğuna eminim. Hadi hep birlikte O’nun mitolojik hikayesine ve Dark serisindeki konumuna beraber bakalım.
Aşk temasını işleyen en güzel mitlerden biri olan Ariadne’yi biliyor musunuz? Mitolojiye biraz olsun ilginiz varsa mutlaka duymuşsunuzdur Ariadne’nin hikayesini veya ille bir sanat eserinde denk gelmişsinizdir de belki kim olduğunu bilmiyorsunuzdur. Benim favorim Uffizi Galerisi’ndeki Ariadne heykeli olsa da; Roma ve Yunan döneminden kalma lahit mezarların kapaklarında, mutfak gereçlerinde, süs objelerde motif olarak karşımıza çok sık çıkıyor Ariadne.
Yüzyıllardır birçok sanat eserine esin olan mit, özellikle “labirentlere” atıflarda bulunarak son senelerde bazı dizi ve filmlerde kendisine yer buldu; Russian Doll, Inception gibi. Ariadne miti, hepimizin kafayı yiyerek izlediği Dark serisinde de önemli bir yere sahip; hatta hikaye örgüsünde oldukça büyük bir yer edinmiş. Bu sebeple Dark izleyicilerinin hemen hepsinin Ariadne’ye aşina olduğuna eminim.
“Ari” + “Adnos” (kutsal) birleşiminden türeme Ariadne “en kutsal” anlamına gelmekte. Ariadne kim merak ediyorsanız, hadi O’nun mitolojik hikayesine ve Dark dizisindeki konumuna beraber bakalım.
Mitolojik Hikayesi
Avrupa kıtasına ismini veren Europa’nın ölümüyle Zeus, O’nun anısını her daim yaşatmak için, Europa’yı gökyüzüne yerleştirmiş ve böylece Taurus Takımyıldızları oluşmuş. Europa’nın ortada kalan üç çocuğu Girit Kralı tarafından sahiplenilmiş ve çocuklardan Minos, kardeşler arasında yaşanan rekabetten sonra Girit’in başına geçebilmiş. Tabii böyle zorlu mücadele sonucu adaklar adanmaz mı? Adanır. Minos, Poseidon’dan boğa göndermesini dilemiş. Her ne kadar kurban etmek için istese de boğayı, boğanın güzelliğine kıyamamış. Tabii almış başına belayı. “Hemen cezasını bulmalı!” diyerek her şeye atılan Afrodit burada da durmamış ve Eros’tan aldığı yardımla Minos’un eşi Pasiphae’nin boğaya aşık olmasını sağlamış.
Mitlerin olmazsa olmazı “kandırarak birisiyle birlikte olma” burada da karşımıza çıkıyor tabii. Pasiphae, hayvan derisinden yapılma bir hayvan kostümü giyerek boğayla birlikte oluyor ve bu birleşimden yarı insan-yarı boğa Minotor doğuyor. Minotor adeta bir canavara dönüşüyor ve onu zaptedebilmek için karmaşık yollardan, geçitlerden oluşan “Labyrinthos” hazırlanıyor. (Labirent kelimesi de buradan geliyor.) Zamanında Minos’a yenilen Atinalılar da her yedi senede bir Minotor’a kurban 7 erkek, 7 genç kız gönderiyor. Bir zaman sonra Atina Kralı’nın oğlu Theseus buna bir dur demek için Minotor’u yok etmeye Girit’e geliyor.
E o kadar şey anlattık, Ariadne bunun neresinde diyor olabilirsiniz; ama biliyorsunuz mitolojik hikayelerin her biri birbiriyle bağlantılı veya iç içe geçmiş durumda. Haliyle kim kimin nesi bilmek gerekiyor. Neyse, Minotor’u öldürmek için gelen Theseus’a Ariadne’nin aşık olmasıyla Ariadne’nin hikayesi başlamış oluyor. Evet, Ariadne Girit Kralı’nın biricik kızı, Minotor da üvey kız kardeşi; ama kızcağız Theseus’a öyle aşık oluyor ki Minotor’u öldürmesi için ona yardım ediyor.
Ariadne İpi
Yüzyıllar sonra “Ariadne ipi” olarak anılan, prensesin Theseus’a labirentten çıkarken yol göstermesi için vermiş olduğu “kırmızı ip” sayesinde Theseus labirentten çıkmayı başarıyor. Çift Girit’i de terk ediyor ve Naxos Adasında mola veriyorlar. Güzeller güzeli Ariadne burada uykuya dalıyor ve Theseus tarafından terk ediliyor. Haliyle Theseus mitolojide “terk eden erkek” damgasını yemekten kendisini kurtaramıyor. Bu konuda iki farklı söylem var. Biri, Theseus’un Ariadne’yi Atinalı gençlerin intikamını almak için adada ölüme terk ettiği; diğeri ise Ariadne uykudayken fırtına çıktığı ve teknenin kıyıdan uzaklaştığıyla ilgili. Sanatçılar “Uyu kızım sen, uyu…” diye düşünmüş olacaklar ki bu sebeple birçok sanat eserinde Ariadne uyuyorken tasvir ediliyor.
Theseus ülkesine -Atina’ya- dönmesine dönüyor ama babasına verdiği “Minotor’u öldürüp beyaz yelkenleri takıp ülkeme döneceğim” sözünü unutuyor. Beyaz bayrakları göremeyen Aeugeus, oğlunu öldü sanıp hooop kendisini sulara bırakarak intihar ediyor. Ege Denizi’nin adı da o günden sonra Atina Kralı’ndan gelmeye başlıyor. Aeugeus’un intiharı da Theseus’a verilen bir ceza oluyor. Peki Ariadne’ye ne mi oluyor? Kızcağız öyle bir yakarıyor, acıyla öyle şarkılar söylüyor ki Dionysos kendisine aşık oluveriyor. Prenses gerçek aşkı buluyor ve kaybettiğimiz şeylerin aslında bize “daha güzel şeyleri” getirebileceği hatırlatıyor. Hatta o klişe cümle de kulaklarımızda çalıyor: “Belki kaybettiklerimiz, kazandıklarımızdır.” Ha, olamaz mı?
Ariadne’nin hikayesi ilk başta da söylediğim gibi birçok sanat eserine esin olmuş; hatta dijital oyunlarda bile yer almış. Birçok yazar tarafından romanlarda, tiyatrolarda ele alınmış; ne de olsa mitler çeşitli yorumlamalara açık. Mitolojik hikayenin romanlaşmış versiyonlarından birinde bir deniz perisi Theseus’a girecek olduğu labirenti aydınlatması için bir taç veriyor, ışıl ışıl ışıldayan. Labirentten çıktıktan sonra Theseus tacı Ariadne’ye hediye ediyor. Ariadne, Dionysos ile tanışınca bu karşısında duran adamın bir Tanrı olduğuna inanmıyor ve bunu kanıtlamak isteyen Dionysos, 9 mücevherden oluşan bu tacı gökyüzüne fırlatıveriyor. Taç ne mi oluyor? Bugün taç şeklinde gökyüzünden bize göz kırpan Corona Borealis’lere dönüşüyor. (En iyi Temmuz ayında görüldüğü biliniyor.)
Farklı disiplinlerde, farklı şekillerde karşımıza çıkan Ariadne mitinin yol gösterici “kırmızı ipine” geri dönelim. Ariadne’nin Theseus’a vermiş olduğu ipten bahsederken “Ariadne ipi” olarak adının geçtiğini söylemiştim. Max Frisch, “hayat” denen “labirentte” yolumuzu bulmamızı ve ilerlememizi sağlayan tek şeyin “Ariadne ipi” olduğunu söylüyor. Bu labirentin içinde hepimizin kırmızı ipi aslında “işimiz” olarak belirtilmiş. Bizler de Ariadne ipimizi takip ederek bu labirentte ilerlemeyi başarıyoruz. Tıpkı Dark’taki gibi!
Ariadne ve Dark Dizisi
Dark dizisi, bilim kurgu, din ve mitolojinin inanılmaz bir birleşimden oluşup bizi büyülemiş, günlerce uykusuz bırakmış ve kafamızı fazlaca yormuş olsa da aslında her şey gözümüzün önündeymiş ama bir şeyler açıklanana kadar bu denli farkına varamamışız. Elbette bir şeyleri yakalayıp, izlemeye öyle devam ettik hepimiz; o kırmızı ipi takip eder gibi.
“Ariadne İpliği” mantık biliminde de kullanılan bir terim. Çözüme giden yolda, sonuca ulaşana kadar başka problemle karşılaşsak da “Her adımı, adım adım izleyerek” problemleri çözüyoruz.
Sahnelere bol bol sıkıştırılan Ariadne miti, üç sezon boyunca Dark’ta açıkça bahsedilmişti. Martha’nın odasının duvarında Ariadne afişi vardı, telefon ekranında da; hatta yatakta uzanırken Ariadne okuyordu Martha. Zaten Martha’nın okul tiyatrosunda oynadığı oyunun Ariadne hikayesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Hatta itiraf edeyim, benim en etkilendiğim sahneler arasında rahatlıkla ilk üçe girer tiyatro sahnesinde geçen anlar. Ve eminim Martha’nın, Ariadne’nin nasıl terk edildiğini canlandırdığı sahne birçoğumuzun aklına kazındı. (Tabii bence bunda etkileyici kurgunun da payı büyük.) Oyundaki tiradı hatırlıyoruz değil mi? “Kendi labirentine inmesi”, “atılan düğümler”, “başka kirli bir dünya”, “hiçbir şeyin değişmediği” anlatılıyor bu sahnelerde.
“Hiçbir şeyin değişmediğini böylece anladım. Her şey eskisi gibi kalırdı. Tekerlek bir çember içinde döndükçe dönerdi. Bir yazgı diğerine bağlıydı. Bir ip, kan gibi kırmızı, bütün amellerimizi birbirine bağlayan. Bu düğüm açılamaz. Ama kesilebilir. O bizimkini kesti. En keskin bıçakla. Yine de kesilemeyen bir şey kaldı geriye: Görünmez bir bağ.”
Martha Nielsen
Evet bağ, Ariadne’nin ipi… Sezonlar boyunca Winden mağaralarında takip ettiğimiz kan gibi kırmızı ip, şehre gelen yabancının bıraktığı haritada yazdığı “Sinyali İzle” ile hayatımıza giriyor ve bizi kapıya ulaştırıyordu. Tabi bu durumda “labirent” Winden mağaraları ve tünelleri desek çok sığ olur; mit’teki labirent Dark’ta zaman yolculuğunun ta kendisi. Minotor da “zaman”, tıpkı Tannhaus’un “Zaman yenilemeyen edebi bir canavar mıdır?” sorusundaki gibi. Evet herkesin zamana karşı savaştığını ve bu labirentin içinde yolunu bulmaya çalıştığını biliyoruz. Bu durumda Mads, Erik, Yasin ve diğerleri de Minotor’a kurban edilen Atinalı gençlerin temsili olduğunu da…
Ariadne’nin hikayesiyle bağlantı kurup, biraz düşününce tabii başka şeylerde de tahmin yürütebiliyoruz. Hatta finalde Martha ve Jonas’ın birlikte olamayacaklarını da… Martha’nın Ariadne olduğunu, Jonas’ın da Martha’dan ayrılıp ama bir türlü kopamayan Theseus olduğunu bildiğimize göre peki Dionysos kim? Hani prensesi ölümden döndürüp, tüm sevgisini ona veren? Bartosz diyebilir miyiz? Final’de bir anda çıkageldiğine göre bence diyebiliriz, ama who knows tabi canım?
Jonas’ın Theseus’un bir yansıması olduğunu biliyoruz; ama Michael’in intiharı ile Theseus’un babası Aeugeus arasında bağlantı olduğunu kaçırabiliyoruz. Hatta ikisinin de intiharında çocukların payının olduğunu. Ya da yetişkin Jonas’ın otel odasında ve Nielsen ailesinin panosunda gördüğümüz çizimlere bakıp geçiyoruz ve mitle olan ilgisini diziyi izlerken fark edemeyebiliyoruz. Tabii çat çat verilen şeyler de var. Final sezonunda Tannhaus’ların büyük büyük annelerinin favori kitabının Ariadne olduğunu öğrenmiştik. Tannhaus öldürülünce elindeki kopya bir zamanlar bu satırları canlandıran Eva’ya gitmişti hatta. Üstelik H.G. Tannhaus’un yazdığı kitabın yayınevi “Mino Tauros”. (Bizde de Theseus Yayınevi)
Kısacası misler gibi serpiştirmişler güzelim Yunan efsanesini dizide her yere. Bol bol görsellerle desteklemek yetmemiş, yine bu hikayeden esinlenen bir şarkıyı Asaf Avidan’ın “The Labyrinth Song” parçasını da dizinin soundtrack listesine eklemişler. Herhalde pek çoğumuzun aklına kazınmayı başardı şarkının çaldığı üçüncü sezonun dördüncü bölümünün son dakikaları.
Ariadne’yi her ne kadar tablolardan ve bayıldığım bir heykelden daha önceden biliyor olsam da, hikayesi aklımdan çıkmış. Dark’ı izlerken üzerine düşündüm desem de yalan olur. Geçenlerde başka bir Yunan mitini araştırırken Ariadne karşıma çıkıverdi ve ben onun üzerine okuma yaparken tekrar Dark’ın mu-az-zam bir dizi olmasıyla kafayı yedim! İçinde “Dark” içeren bir yazının aylar sonrası gelmesi de bu sebepten.
Tarihi bir olayı veya bir miti alıp, direkt “Mitolojik film” ya da “Uyarlama film” yapmadan başarılı bir şekilde senaryoya yedirmeyi anlarım; ama bu kadar karmaşık ve her sezon daha da izleyiciyi yormayı başaran bir dizinin pek çok şeyinin bir Yunan mitinin etrafında şekillenecek olduğunu pek beklemezdim.
Ariadne’nin hikayesi gibi yüzlerce etkileyici mitin, “Bakın bu senaryoyu yazarken buradan yürüdük” demeden son derece keyifli bir şekilde işlenen dizilerin karşımıza çıkmasını diliyorum. E tabii bir de, kendi labirentimize inerken Ariadne’nin ipinin elimizden hiç düşmemesini…
Kapak Görseli: Ariadne, John William Waterhouse | Fine Art America
İlginiz çekebilir: Ayça Yenigün’den Dark Dizisi
dark'ı çıldırarak izleyenlerden biri de bendim. fakat hiç bu açıdan bakmamıştım diziye. çok titizlikle inclenmiş ve hazırlanmış bir yazı olmuş, elinize sağlık ben çok etkilendim. diziyi bir daha ve bu defa da bu gözle izlemek geldi içimden.
Çok teşekkürler! Diziyi tekrar izleme isteği uyandırabildiğime çok sevindim. 🤗🤗 Ben de yazarken bölümler arasında gezip durdum hep. Uzun yıllar unutamayacağımız ve özleyeceğimiz bir dizi olacak Dark.