İlk yorumu siz yazın!
La dea fortuna: Ferzan Özpetek'ten Yeni Bir Hayat Dersi
Ferzan Özpetek’in kişisel hikayesinden yoğrulmuş, herkese hitap edebilecek bir film olarak doğmuş La dea fortuna. Aşk, şefkat, sorumluluk, dostluk, ihanet… Hayatı temsil eden pek çok şey barındırıyor içinde. Hiçbir sahnede bu bir film, bu kişiler de bir rol içerisinde diye düşünmeden izliyoruz. Hadi gelin hep birlikte La dea fortuna’nın enfes mekanlarından akıldan çıkmayacak müziklerine kadar birlikte bakalım.
Arkada çalan tüyler ürperten müzik, korkunç grotesk fresklerle süslü odalar, kitaplarla çevrili duvarlar… Anne diye yakaran çocuk çığlığı yükseliyor kapalı kapılar ardından. “Bambaşka bir film mi izliyorum” diye düşünüyorum bir an, nasıl beklemediğim bir atmosfer! Bir anda tanıdık bir müzik duymaya başlıyorum, sahne değişiyor ve gülümsüyorum. Bir düğün partisindeyiz: Düğün pastası, sofraya serilmiş lezzetler, kadehleri elinde gülüşen insanlar… Enfes bir Roma terası, harika bir arkadaş ortamı. Tanıdık birkaç yüz takılıyor kameraya Serra gibi, Filippo Nigro gibi. Resmen bir arkadaşım telefonuna kaydetmiş bu anı, ben de “özlemle” izleyip gülümsüyorum. “Keşke orada olsam” diyorum. Stefano Accorsi ve Edoardo Leo’yu da görüp daha çok mutlu oluyorum. Sonra bir anda kapı çalıyor ve eli kolu çantalarıyla dolu, iki çocuklu bir kadın giriyor ortama: Jasmine Trinca. İşte böyle başlıyor Ferzan Özpetek’in son filmi La dea fortuna.
Geçtiğimiz yıl (2019) İtalya’da vizyona giren, ödüllere ve adaylıklara doyamayan La dea fortuna uzun zamandır izlemek istediğim filmlerin başında yer alıyordu. “Durduk yere kendimi üzmemeliyim” diyerek erteliyordum hep izlemeyi. Biliyordum çünkü, pek dayanamayacaktım Roma’yı görmeye, hele ki bir süre daha Roma’da yaşama şansını pandemi sebebiyle kaybettiğim düşünülünce. Geçtiğimiz günlerde, tanıtımında hepimizin görüp bayıldığı, Sezen Aksu’nun Aldatıldık parçası eşliğinde dans sahnesine denk geldim. Dedim, kaçma artık, otur izle.
La dea fortuna
Ferzan Özpetek’in kişisel hikayesinden ilhamla ortaya çıkmış La dea fortuna. Özpetek’in abisi Asaf hastayken, kendisine bir şey olursa iki çocuğuna Simone ve Özpetek’in bakmasını istemiş ve bu konuda bir söz almış. Bu kişisel hikaye etkileyici bir şekilde yoğrulmuş ve evrensel meselelere değinen, herkese hitap edebilecek bir film olarak doğmuş.
La dea fortuna aşkı sonuna kadar hissettiğimiz, derinlerimize dokunan bir film. Hayallerine veda etmiş çevirmen Arturo (Stefano Accorsi) ve tesisat işiyle uğraşan şefkatli, romantik Alessandro (Eduardo Leo) 15 yıldır bir aradalar. Duygusal boşluklar ve parçalanmalar yaşayan çift, şiddetli baş ağrısı sebebiyle hastaneye yatan eski dostları Annamaria’nın (Jasmine Trinca) çocuklarını birkaç günlüğüne kendilerine bırakması ile bir anda sorumluluk duygusuyla yüzleşiyorlar. Haliyle hayatları değişiveriyor! Duygusal karışıklıklar, hayal kırıklıkları, gerçeklerle yüzleşme, mücadele; romantik bir hikaye La dea fortuna.
Yazının devamı spoiler içermektedir.
Aşkın duygusu bitmiş, yorulmuş bir çift düşünün. İlişiklerinin sonuna doğru adım adım yaklaşıyorlar. Çiftin arasındaki iletişimsizlik film boyunca devam ediyor, zaman zaman şiddetleniyor ve biz tutku bittikten sonra ilişkinin nasıl bir hale evrildiğini izliyoruz. Sakın bir aşkın bitişi veya yeni bir aşk başlangıcı olarak düşünmeyin. La dea fortuna, yenilenmek ve her gün kendinde yeni bir şeyler keşfetmeyi gösteriyor bizlere. Filmi izlerken hepimiz anlıyoruz ki konu “herkesle” ilişkilendirilebilecek bir konu, özdeşleşmek o kadar kolay ki. Bir şeyler yolunda gitmediğinde ihtiyaç duyulan şey aslında birazcık “şans”. Her zaman istediğimiz hayatı mı yaşıyoruz? Hayır. İşte bu noktada La dea fortuna bize tekrar hatırlatıyor: Mutluluğumuz yalnızca bize bağlı.
Acı ve tatlının bir arada ilerlediği hikayede, Özpetek yine yemek yapar gibi dengeyi inanılmaz güzel kurmuş. Yönetmen, birçok filminde olduğu gibi hayatın rengarenk versiyonunu sunmuş bizlere. Aşk, şefkat, sorumluluk, acı, dostluk, ihanet, hayatı temsil eden pek çok şey kısaca! Gerçek hayatta olduğu gibi bir anda hüzünlenip, olur olmadık anlarda gülebiliyoruz film boyunca. Ve güzel de bir mesaj çıkarıyoruz, aile olmak genetik bir şey değil, kurduğumuz bağ ilgili bir mesele.
Gerçekçi Karakterler
Filmde karakterler çok gerçekçi, her şey doğal bir akış içerisinde. Hiçbir sahnede bu bir film, bu kişiler de bir rol içerisinde diye düşünmüyorsunuz. Cast seçimi o kadar başarılı ki herkes “cuk” diye oturmuş karakterlerine. Hele Stefano Accorsi! Bir bakışıyla bile ne çok şey anlatmış yine bu filmde; hayran kalmamak elde değil. (Ben Stefano Accorsi çok severim, en sevdiğim İtalyan oyuncuların başında yer alıyor ama inanın abartmıyorum!) Annamaria karakterini canlandıran Jasmine Trinca, sonsuza dek anne rolünde oynayabilir gözümde. Fortunata’dan beri bayılıyorum oyunculuğuna. Keza filmin diğer karakterleri de çok iyi. Cadı büyükanneden (Barbara Alberti) Esra (Serra Yılmaz) ve kızı Mina’ya (Cristina Bugatty), Suburra’dan tanıdığım Barbara Chichiarelli’nin hemşire rolüne kadar herkes özenle seçilmiş.
Şahane Mekanlar
La dea fortuna’da özenle seçilen yalnızca cast değil. Film, unutulmayacak müziklere, akıllara kazınır nefis sahnelere ve cümlelere sahip. Mis gibi İtalya soluyorsunuz, doyamıyorsunuz. Filmin en güzel yanlarından biri şüphesiz mekanlar. Her biri birbirinden güzel!
Filmdeki en önemli lokasyon herhalde filme adını da veren yer: Tempio della Fortuna Primigenia. Evet, adı yalnızca iyi dilekler sunmak amacıyla La dea fortuna konmamış. Palestrina’da yer alan kutsal kompleks, Şans Tanrıçası’na adanmış bir yer. Filmde Arturo, Alessandro ve çocuklar buraya geliyorlar ve öğreniyoruz ki çiftin ilk görüşte aşkı da burada başlamış. Hem de o dönem tur rehberliği yapan Arturo, Romalılar için şansın bir tesadüf olduğunu, onu iyi ya da kötü yapanın bizler olduğunu açıklarken! İlk görüşte aşk için çok güzel yer ve güzel bir an. Sizce de öyle değil mi?
Casa del sole / Nomentano
Biliyorsunuz, Özpetek, şehirleri filmin ana karakteri olacak kadar iyi seçer, şehri bir Woody Allen kadar merkeze almasa da. Bu sefer Roma’nın hızla büyüyen mahallelerinden birindeyiz: Nomentano. Filmde gördüğümüz Cinema Jolly, LIDL süpermarketi, apartman komşularının işlettiği hırdavatçı ve kafe hepsi oradalar.
Peki ya hikayenin büyük çoğunluğunun geçtiği imrenilesi Roma terası? Açık adres vereyim! Via della lega lombarda 43. Mimari ile ilgili olanlar ve mimari kitap karıştıranlar ünlü mimar Innocenzo Sabbatini’nin Casa del sole binasını bilir. Altı terasa bölünmüş bu kompleks işte La dea fortuna’da gördüğümüz nefis Roma terasına ev sahipliği yapan yapı. Donatılmış masalar, şenlikli danslar, kahkahalar hepsi bu ortak kullanımlı terasta. Özpetek, geniş aile ve komşularla olan ilişkileri işlemeyi seviyor, La dea fortuna’da da Roma apartman topluluklarındaki yaşamı gözler önüne seriyor: Apartmanda bir aile gibi olmak!
Ferzan Özpetek, Güney’e olan sevdasını bu sefer Sicilya’dan yana kullanıyor La dea fortuna’da. Tablo gibi görüntülere şahit oluyoruz. Kötü babaannenin yaşadığı Villa Valguarnera, nefis bir manzaraya sahip; deniz, dağlar, yemyeşil her yer. Palermo’nun dışında yer alan bu Barok malikane, “Hansel ve Gretel” evini andırması için seçilmiş. Dışarıdan etkileyici ve güzel; fakat içinde korkunç sırlar saklayan bir yer. İşte filmin gergin açılış sekansı da bu ürkünç yapıda geçiyor!
Diğer yerler mi? Filmin final sekansına ev sahipliği yapan Mondello yakınlarındaki Vegine Maria Plajı, Roma’daki piknik sahnelerinin geçtiği şehrin en büyük ikinci parkı Villa Doria Pamphili, ressamın Tiber kenarında yer alan atölye-evi, soğuk ve itici hastane görünümünü tam tersine çeviren sımsıcak renklerde bir hastane…
Sımsıcak Renkler
Filme sımsıcak maviler, hardallar, turuncular, kırmızılar hakim; her rengin “en sıcak” halini hayal edin. Diyorum ya, görmeye pek katlanılmaz hastane sahneleri bile La dea fortuna’da ışıl ışıl, sarılar turuncular… Ben bayılırım bu renklere; fakat filme hakim olan renk skalasından dolayı biraz Almodovar etkisi hissetmedim desem yalan olur.
Her mekan özenle seçilip hazırlanmış, tabii eşyalar da aynı şekilde. Yaşadıkları ev tipik bir Roma evi aslında. Yıllardır filmdekiyle aynı renk duvarlara sahip bir evde yaşamıyorum gibi duvar rengine kadar bu ev yaşamak istediğim yer, biraz classic blue ve lapis lazuli, biraz da hardal. Mutfak dolaplarından tutun minyatür desenli yatak başlığına kadar her şey şahane. Halılar da aynı şekilde. (Geleneksel halılara bayılırım, haliyle üşenmedim markasına kadar araştırdım.) Bir röportajdan okuduğuma göre de filmde gördüğümüz tüm tablolar Ferzan Özpetek’in kendi eserleri.
Özpetek sinemasında yemek sahneleri konuşalım desek, üniversite tez konusu çıkar! Hiçbir filminde sıradan sofralar olmamıştır yönetmenin sofraları. La dea fortuna’da da bir düğün partisi atıştırmalıkları ile başlayıp, film boyunca sıklıkla görüyoruz yemek sahnelerini. Kahvaltı masasından leziz tatlılarla donatılmış piknik örtüsüne, sokak atıştırmalıklarından Barok malikanede Palermo manzarasına karşı kurulan yemeklere, çalışma masasında yer alan kirazlara kadar tüm renkler ahenkle bir arada yine.
Akılda Kalıcı Müzikler
La dea fortuna, müzikleri ile de oldukça başarılı bir film. Özpetek’in önceki filmlerinden de bildiğimiz Pasquale Catalano, La dea fortuna’nın da müziklerini besteleyen kişi. (Sanırım yönetmenle beşinci iş ortaklığı) Filmi izleyip müziklerinden etkilenmemek elde değil. La dea fortuna’da, daha fragmanda Mina’nın sesinden duyarak duygulandığımız Luna Diamente‘den Sezen Aksu’nun Aldatıldık parçası ile eğlendiğimiz anlara kadar, yer verilen tüm şarkılar aynı derecede güzeller.
Film, yağmurdaki dans sahnesi ile Sezen Aksu’nun Aldatıldık şarkısını tüm İtalyanların diline doladı sanırım. Pek çok insan bu sahneyi görüp heyecan duydu filmi izlemeye. Birçok İtalyan arkadaşımın bu şarkı eşliğinde dans ettiği Instagram story’lerini görüp istemsizce bir gurur ve mutluluk da yaşamadım değil.
İtalyanların diline Türkçe bir şarkı yerleştirdiği gibi, benim de dilime Diodato’nun Che Vita Meravigliosa şarkısını doladı aylarca. Filmi izlememe konusunda uzunca süre direnmeme rağmen tanıtımında duyup bayıldığım bu şarkıyı tüm yaz arabada, evde, sahilde, her yerde dinledim bulunduğum yerleri İtalya hayal ederek. Şarkı, David di Donatello’da ve Nastro d’Argento’da En İyi Özgün Şarkı ödülü dahi aldı. La dea fortuna’yı izlediğimde ise şarkıyı daha çok sevdim. Tablo gibi bir görüntüyle biten film, kapanışını bu şarkıyla yapıyor ve ben gözyaşlarıma engel olamıyorum.
Elbette her filmin mutlaka bir eksiği de olur ama ben La dea fortuna’ya bayıldım. Hikayesi, oyuncuları, mekanları, müzikleri, renkleri ile bir solukta izlenecek ve üstüne bir daha izlenecek bir film La dea fortuna. Ferzan Özpetek’e olan sevgim, hayranlığım aşikar; fakat Mine vaganti sonrasında Allacciate le cinture dışında filmlerini çok sevememiştim. O yüzden La dea fortuna beklentimin çok çok üzerindeydi! En kısa zamanda izleyin.
Filmden hayatım boyunca benimle birlikte gelecek cümlelerle bitirmek istiyorum. “Şans Tanrıçası’nın bir sırrı olduğunu biliyor musun? Bu sihirli bir numara. Çok sevdiğin birini nasıl sonsuza kadar yanında tutarsın? Ona bakmalısın ve imajını çalmalısın. Sonra gözlerini sıkıca kapatıp, kapalı tutarsın; o görüntü kalbine ulaşana kadar. O andan itibaren, o kişi sonsuza dek seninle olur.”
IMDb: 6,7
Kapak Görseli: IMDb
İlginizi çekebilir: Yaprak Civan’dan Bir Nefes Gibi
Ne güzel bir inceleme okudum..Eline sağlık Yaprak..Ama izlemeyi de ihmal etmeyeceğim🙂
Umarım seversin Canan. Gerçekten çok dokunaklı bir film bence.