İlk yorumu siz yazın!
Okumanın Büyüleyici Etkisi: Bize Ne Faydaları Var?
Kendimi bildim bileli kitapların büyüsüne kapılmayı, saatlerce bir koltuk köşesine tüneyip o ortamdan kendimi soyutlayarak kafamda yarattığım dünyanın bana verdiği o eşsiz hisse bayılırım. Bazen maceralardan maceraya koşmayı, bazen tek bir karakterin izinden gitmeyi, bazen ise duygu durumlarımın kabuklarından çıkıp farklı türlerden bilgi arayışı yolunda ilerlerken bulurum kendimi. Aynı anda birkaç kitabı okuyup, okuduklarımı sentezlemeye ve daha derin anlamlar keşfetmeye çalıştığım da doğru. Bu yüzden de uzun süredir aklımda olan soruların cevaplarını son zamanlarda okuduğum birkaç kitabın içindeki bilgiler ile beraber daha iyi anlamlandırdığımı düşünüyorum. Bu sefer içimde yankılanan sese bir de siz kulak verin ve hep beraber kitapların büyülü dünyasının bize neler katabileceğini keşfedelim.
Neredeyse çoğumuzun “başucu” dediği ve tekrar tekrar okuduğu kitapları vardır, değil mi? Bize rehberlik eden, umulmadık güzellikleri keşfettiren, ruhumuzu alevlendiren kitaplardan bahsediyorum. Evet, bu kitaplar bizi adeta bir heykeltıraş misali yontur, yeni bilgilerle şekillendirir, gözümüzün önünde olan ama bir türlü göremediğimiz gerçekleri gösterir ve bazen de sanki bir arkeolojik kazı yapmışçasına ruhumuzun derinliklerindeki değerli hazineyi çıkartarak elimize getirir. Ve ta da! İşte yeni sen.
Aslında “Neden okuyoruz?” cevabını bulabilmek biraz zor. Herkesin ihtiyaç duyduğu o anki durumuna, ihtiyacına göre şekillenip değişebilir. Fakat geçtiğimiz günlerde şu satırları okumak beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu: “İnsan yeni bilgiler edindiğinde duygu durumu değişir. Duygu durumu değiştiğinde yüreği de değişir. O çekirdekten çıkan imgelerin ve dilin bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Bunlar hep birlikte bir şeyi başka bir şeyle değiştirme gücüne sahiptir; bu değişikliğin tek başına iradeyle başarılması zor ve dolambaçlıdır. Bu anlamda çekirdek benlik, içggüsüel benlik, hem iyileştirici hem de hayat vericidir.”
Her zaman bir kitabı yeni bilgiler edinme amacında olarak okumasak bile, onun bizi ne kadar şekillendirdiği ve değiştirdiğini göz ardı etmememiz gerekli. Artık okuduğum her kitabın sonunda aynı insan olmadığımı düşünerek rafa kaldırıyorum. Öğrendiğim mutlaka bir şey olmuştur diyerek kendimi teselli etme çabası değil, değişimin bir mecburiyet olduğunu ve her an gerçekleşebildiğini düşünenlerdenim.
Neden Tekrar Okumalı?
Ursula K. Le Guin’in babası olarak da tanınan ünlü antropolog Alfred Kroeber’e göre, insanların yeniden okuma ve anlatmadan aldığı zevk, hikayelerin bize gerçek hayattaki tesadüflere anlam yüklememizi sağlama gücü vermesinden ileri geliyor. Bu nokta aynı zamanda psikanalitik, bilişsel ve sinirbilimsel yaklaşımların edebiyat çalışmalarınında da görülen ortak yaklaşımlarından da birisiymiş.
Aynı konu Paul Ricoeur’un çalışmalarında da karşımıza çıkıyor. Yani ünlü Fransız filozof yeniden okuma deneyimini ve yeniden anlatmayı sadece edebi deneyim olarak değil, aynı zamanda benlik fenomolojisinin de hayati bir parçası olarak el alıyor. Dorrit Cohn ise, kurgunun bize ölüm, aşk, kimlik gibi şahsi deneyimlere pek çok açıdan ulaşmamıza ve yeniden ele almamıza olanak sağladığını belirtiyor. Vera Tobin’in ele aldığı “Şaşırtmanın Felsefesi: Edebiyatta ve Sinemada Şaşırtma Unsurları” kitabında da söylendiği gibi, öyküyü bir kez okumak bile, birçok öykü boyunca farklı biçimlerde yenilenen olayları, temaları ve deneyimleri yeniden okumak olarak anlaşılabilir. Yazı doğası gereği sabittir ve değişmez, bu sayede biz “aynı” anlatıya tekrar tekrar başvurabiliriz. Ama okumanın doğası her seferinde değişmektedir. Çünkü her okuyuşta hal ve durumlar baştan aşağı farklı ve yenidir.
Öykü demişken; Clarissa Estes de, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında öykünün psikoloji sanatı ve bilimden çok daha eski olduğunu ve hep değerli olacağını söyler. Aynı zamanda öykülerin bir ilaç olduğunu, ilk öyküsünü duyduğu andan beri büyüsünden kurtulamadığını söyler. Peki neden mi? Çünkü öyküler bize bir şey yapmamızı, olmamızı, etmemizi şart koşmazlar. Sadece dinlememiz yeterlidir. Ama unutmayın ki; Bir öyküye girmenin yolu, onu içten dinlemektir. Estes’in de dediği gibi; “Yitirilmiş bir psikişik dürtünün onarımı ya da düzeltilmesi için gereken çareler, öykülerin içinde bulunur.” Öyküler gerçekten de büyüleyicidir. İçi bilgi doludur ve bize rehberlik eden derslerle serpiştirilmiştir. İçine bir kez girince, çıkmak istemezsiniz.
Okumanın Faydaları
Okumanın birçok faydası olduğunu hepimiz hemen hemen biliriz. Peki empati yeteneğimizi güçlendirdiğini, stresi azalttığını ve daha uzun yaşamamıza yardımcı olduğunu da biliyor muydunuz? Şimdi ise size, roman okuma literatürü ve empati arasındaki ilişkiyi anlatan ilginç bir deneyden bahsetmek istiyorum. Güdülenme kuramının yaratıcısı ünlü klinisyen ve akademisyen Dr. Joseph Lichtenberg ve ekibinin birlikte yazmış olduğu “Kendiliğin Canlanması” kitabında, kendilik deneyiminin yaşam döngüsü anlatılyor. Kitapta yer alan empati üzerine iki araştırma bulgusu bulunuyor fakat ben size empati ve kitaplar arasındaki ilişkiyi inceleyen bu deneyden bahsedeceğim.
Yapılan bu deneyde ilk olarak birinci gruba okumaları için edebi romanlar (Çehov) veriliyor. İkinci gruba popüler romanlar, üçüncü gruba roman olmayan şeyler, kontrol grubuna ise empati testi yapılmadan önce hiçbir materyal verilmeyerek kitap okumaları istenmiyor. Peki sizce hangi grubun empati yeteneği daha yüksek çıkıyor? Cevap veriyorum: Ödül kazanmış klasikleşmiş romanları okuyan denekler, popüler roman okuyanlardan ve hiçbir yazı okumayanlardan belirgin bir şekilde yüksek skor yapmış. Empati, deneklerin duygularını deşifre eden ya da kişinin niyetini, umutlarını ya da özel inançlarını tahmin etmeye yarayan testler aracılığı ile ölçülmüş.
Ve diğer İlginç bir yanı ise şu; popüler roman okuyucuları, okumaları için hiçbir materyal verilmeyen gruptakiler ile iyi ve kötü olmakta aynı olmuşlar. Araştırmacılardan olan Castano ve Kidd, popüler roman yazarlarının daha kontrollü olduğunu ve olay örgüsüne fazlasıyla odaklandığını iddia etmiş. Edebi roman ise okuyucularına daha fazla tasvir getirdiği için araştırmadaki denekler kendi imgeleminden ve hayal gücünden daha fazla yararlanmış. Ayrıca araştırmacılar iyi romanın karaktere, popüler romanın ise daha çok olay örgüsüne dayalı olmasının da bu sonuçların çıkmasında önemli olduğunu söylüyor. Çünkü karaktere dayalı romanda karakterlerin duygusal dünyasına girildiğinden okuyucuların duygusal repertuvarları genişlemektedir.
Araştırmacılar bu yeteneği, sosyal ilişkileri kurmak, yönlendirmek ve sürdürmek için gerekli olan bir dizi beceri olan “zihin teorisi” olarak adlandırıyorlar aslında. Tek bir edebi kurgu okumanın muhtemelen bu duyguyu tetiklemediğini de ekliyorlar. Yani araştırmalar uzun vadeli kurgu okuyucularının daha gelişmiş bir zihin teorisine sahip olma eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Peki okumanın başka ne faydaları bulunuyor? 2013 yılında yürütülen bir çalışmada araştırmacılar, bir roman okumanın beyin üzerindeki etkisini ölçmek için fonksiyonel MRI taramaları kullanmış ve buradaki sonuçlar da gerçekten çok şaşırtıcı. Katılımcılar 9 gün boyunca “Pompeii” romanını okuyor ve hikayede gerilim arttıkça, beynin gittikçe daha fazla alanı faaliyetle aydınıyor. Beyin taramaları, okuma süresi boyunca ve sonraki günlerde de beyin bağlantısının, özellikle de serebral kortekste arttığını göstermış. Yani, araştırmacılar okumanın başka bir deyişle zihnimizi değiştirebileceğini göstermiş.
Yapılan başka bir araştırmaya göre ise okumak uzun yaşamamıza yardımcı da olabiliyor 3.635 yetişkin katılımcı 12 yıllık bir süre boyunca takip ediliyor ve ortaya şu şaşırtıcı sonuç çıkıyor: Kitap okuyanlar, okumayanlara ya da dergi ve diğer medya türlerini okuyanlara göre yaklaşık 2 yıl daha uzun süre hayatta kalıyor.
Aynı zamanda son zamanlarda adını sıklıkla duyduğumuz bibliyoterapi de, bir hastanın ruh sağlığını desteklemek için tipik olarak daha geleneksel terapi yöntemlerinin yanı sıra kitaplar ve diğer literatür türlerini kullanan terapötik yaklaşımlardan birisi. Bunun yanı sıra stresi azalttığı, bilişsel gerilemeyi önlediği de görülmüş.
Bonus: Inside Bill’s Brain belgeselinde, Bill Gates’in de kitaplarla her gün vakit geçirmeye özen gösterdiğini ve hatta her gün koca bir çanta dolusu kitaplarla iş yerine gelip her vaktini değerlendiğini görmüştük. Hatta bir hafta boyunca bir kabinde kalarak, sırf kitaplarla dolu bir odada kendini soyutladığı, okuduğunu ve not aldığını görüyoruz. Bill Gates böylece inovasyon dolu fikirlerini bulduğunu söylüyor. Hatta buna da “Think Week” adını vermiş. Gates bu düşünce inzivalarında izole olduğu ormanın içinde bir kabine gidip raflar dolusu kitapları ve teknik belgeleri okuyarak bir hafta süreyle geçiriyor ve teknolojiden uzak kalıyor. Bunun da odaklanmayı sağladığını, yeni fikirlerin çıkmasına yardımcı olduğunu ve problem çözme yeteğinin geliştirdiği ortaya çıkmış. Ayrıca Bill Gates’in kişisel blogunu incelemek isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.
Tam da yeniden evlerde olduğumuz bu günlerde, siz de belki de bu haftayı düşünme haftası ilan edebilir ve belki de yaratıcı düşüncelerin beyninizden birer birer akmasını sağlayabilir, denemeye değer olup olmadığını gözlemleyebilirsiniz!
Yazımı buraya kadar okuduysanız, şimdi kendinize bir iyilik yapın ve uzun süredir okumayı merakla beklediğiniz ya da “vaktim yok” diyerek boşlayıp kenara attığınız o kitabı şimdi elinize alıp keyfini çıkartın!
Kapak fotoğrafı: Unsplash / Arif Riyanto
İlginizi çekebilir: Ayça Parlakdağ’dan Tsundoku
Kitap okumayı çok, çok seven birisi olarak her kelimesine katılıyorum. Umarım bu yazıyı okuyan herkes bizimle aynı duyguları paylaşabilmek için heveslenir ve bir adım atar. Elinize sağlık!