The Midnight Sky: George Clooney'den Bir Bilim Kurgu
Bir yanda Kuzey Kutbu’nda yapayalnız bir astronom, diğer yanda uzay boşluğunda yolculuk eden beş astronot…. George Clooney‘nin yönettiği ve başrolünü üstlendiği Netflix filmi The Midnight Sky, yılın teknik anlamda en iyi kotarılmış işlerinden biri olsa da, hikaye anlatımında sevilen ve başarılı bulunan bilim kurgu filmler ile kıyaslandığında sınıfı geçemiyor.
Bir soru: Dünyanın sonunun geldiğini, hiçbir şeyin bıraktığınız gibi olmadığını öğrenseniz ve sevdiklerinizin hayatta olup olmadığını bilmeseniz dünyaya geri dönmek ister miydiniz? Başka bir soru: Dünyanın sonuna tanık olsanız, dünyada sizin dışınızda hayatta kalan olup olmadığını bilmeseniz hayatta kalmak ya da hayatta kalmış olma ihtimali olanları kurtarmak için çaba sarf eder miydiniz? Lily Brooks-Dalton‘ın sevilen bilim kurgu romanı Good Morning, Midnight‘tan uyarlanan, George Clooney‘nin yapımcılığını, yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği Netflix orijinal filmi The Midnight Sky, işte bu sorular etrafında şekilleniyor.
Yirmi birinci yüzyılın ikinci yarısında, hava yoluyla yayılan bir hastalık dünyadaki tüm canlıları yok etmeye başladıktan birkaç gün sonra geçen The Midnight Sky‘da, kıyametle eşzamanlı gelişen iki hikâye izliyoruz. İlkinde, saygın astronom Augustine, Kuzey Kutbu’ndaki bir gözlemevi boşaltılırken geride kalmayı seçiyor. Uzay istasyonlarında ya da yolculuğuna devam etmekte olan uzay araçlarında hayatta kalan birileri olup olmadığını öğrenmeye çalışan Augustine, hayatının son günlerini birilerine ulaşıp gezegene, eve dönmemelerini sağlamaya adıyor. Kariyerini Jüpiter’in uydularından birinde insan kolonisi kurmaya adamış, başarılı olmaya da yaklaşmış bir biliminsanı olarak, umudunu ve b-planlarını asla yitirmiyor. Diğer hikâye ise Augustine’in ulaşmaya çalıştığı uzay gemilerinden birinde geçiyor. Hiçbir şeyden haberi olmayan, beş kişiden oluşan mürettebatın eve dönüş yolunda çeşitli teknik, kozmik ve psikolojik sorunların üstesinden gelmeye çalışıyorlar.
Farklı zaman ya da mekanlarda geçen hikâyelerin ardışık bölümler halinde dönüşümlü olarak anlatıldığı romanlar okumaktan da, özellikle kesişen hikâyeler formatındaki çoklu anlatımlı filmler izlemeyi de daima çok sevdim. Fakat George Clooney‘nin dümdüz anlatılarda bile elindeki malzemeyi layığıyla kullanamayan bir yönetmen oluşu, aldığı bu riski de elinde tuttuğu saatli bir bombaya dönüştürüyor. Bir Charlie Kaufman senaryosu (The Confessions of a Dangerous Mind), II. Dünya Savaşı’nda sanat tarihinin başyapıtlarını Nazilerden korumakla görevli bir bölüğün ilginç hikâyesini anlatma fikri (The Monuments Men), bir Coen Kardeşler senaryosu (Suburbicon) – Clooney (belki Good Night, and Good Luck istisnasıyla) elindeki fikir ya da malzeme ne kadar iyi olursa olsun, yönetmen koltuğuna geçtiğinde bir türlü yapımcı ve oyuncu koltuğuyla yetindiği Syriana, Michael Clayton ve Argo gibi yapımlardaki başarısını yakalayamıyor. The Midnight Sky‘da da durum farklı değil; eşzamanlı geçmesi gereken bu iki hikâyeyi izlerken zaman o kadar yavaş akıyor ki, birinin içine girdiğinizde diğerini tamamen unutuyorsunuz. Yönetmenin filmin finalini açık etme korkusu ve bunun elindeki tek koz olduğu güvensizliği o kadar belli ki, yazının başında bahsettiğim (ve aslında bir arada cevaplanabilecek) soruların arasına duvarlar örülüyor. Sanki Cuarón’un Gravity‘sinin ve Mikkelsen’li Arctic‘in makaraları karışmış hissi bir an olsun yanınızdan ayrılmıyor. İzlediğiniz parçalar arasında çok iyi kısa filmler var aslında – maalesef ki aynı bütüne ait değilmiş gibi duruyorlar.
Filmin hikâye anlatımındaki dağınıklık ve izleyici üzerindeki oradan oraya savurma etkisi, en başarılı olduğu alana dahi sıçramış. Alexandre Desplat‘nın müzikleri, muhtemelen ödül sezonu boyunca sık sık karşımıza çıkacak ve aslında haklı olarak yılın en iyileri arasında yer edinebilecek besteler. Fakat parça parça dinlediğimde hayranlık duyduğum bu besteler, birbiri ardında dinlendiğimde bir bütün oluşturmaktan çok, farklı filmlerden Desplat besteleri dinlediğim toplama bir albüm hissi yarattı bende. Prodüksiyon tasarımı ve görsel efektleri ise harcanan emek ve paranın karşılığını veren, iyi kotarılmış yanları The Midnight Sky‘ın.
Birçok büyük bütçeli yapımın başka bir bahara kaldığı, dolayısıyla büyük bütçe gerektiren aksiyon, bilim kurgu ve fantastik gibi türlere hasret kaldığımız bir yıl olan 2020’de, bir bilim kurgu izlemek her şeye rağmen heyecan verici. Beklentileri düşürmek, bütün yerine parçalara odaklanmak ve doyurucu görsel efektlerle iyi müziklerin tadını çıkarmak izleme zevkinizi arttıracaktır.
İlk yorumu siz yazın!