Babadağ’da Yamaç Paraşütü: Yükseklik Korkusuna İnat!
Benim yükseklik korkum var. Ne bir dağın tepesinden aşağı bakabilirim, ne de yüksek bir apartmanda balkona çok yanaşabilirim. Hatta hayatın içerisinde bile aşağı baktığımda yere çakılacağım an ne hissederim diye düşünmekten, zirvenin tadını asla çıkaramam. Konuyu nereye bağlayacaksın, Babadağ ne alaka diyor olabilirsiniz. Babadağ benim sınavımdı. Korkularımın nesneleştiği, soyut olarak yaşadığım tepede olma korkusunun nasıl başka duygulara evrildiğini somutlaştırdığım yer. Her şey bir Fethiye gezisinde, “Haydi yamaç paraşütü yapalım” dediğim an başladı…
Buna karşılık, bazıları hayatı hep zirvede yaşar. O duyguyu o kadar güzel yaşar ki (şuraya biraz başkaları adına mutlu olan beyaz kıskançlık bulutu koyalım) bulunduğunuz noktanın başkaları için zirve olduğunu bilmeden hep gözümüz tepede olur. En tepeye geldiğimizde bile yine başkalarının yeni zirvelerine odaklanırız… Başkalarını bırakıp, bulunduğumuz zirvenin farkına vardığımız an ise, sanki sivri bir üçgenin en noktasal ucunda 45 numara ayakla nasıl dengede dururum korkusuna -büyük kısmımız- yenik düşüp, buradan düşmemeliyim paniği ile ne yapacağını şaşırır.
Babadağ hakkında kısa bir bilgi vereyim. Babadağ, Ölüdeniz’de bulunan adrenalin meraklılarının en popüler yeri. 1.700, 1.800 ve 1.900 metre yükseklikten oluşan toplamda üç pisti mevcut. Ölüdeniz’den yaklaşık 45 dakika uzaklıktaki Babadağ’a ulaşım ise “benim nezdimde” zirveden atlamaktan daha korkunçtu.
Zirveye ulaşan yolda son hız çıktığımız servis aracının tekerleği ile uçurumun o uç çizgisi üst üsteydi… Yemin edebilirim ama ispatlayamam! Belirlediğimiz hedeflere varırken de gittiğimiz yol belki de uzaktan kolay görünürken, tırmanmaya başlarken hep daha zor değil midir zaten? Zirveyi gözümüzde o kadar büyütüyoruz ki, zirveye çıkan yolun zorluğunu görmezden geliyoruz.
Nerede kalmıştık? En son servisteydik, neyse alana vardık. Zaten korkan biriyim, uçurumun ucuna yanaşıp aşağıya bakamıyorum bile. Bir de en tepede demezler mi, “Aaa senin spor ayakkabın yok, sandaletle nasıl olacak?” Bunu keşke aşağıda söyleseydiniz, o servis aracına bir daha binip aşağıya geri dönmek mi? Asla! Şu köşeden kendimi aşağı bırakıveririm daha acısız olur. Neyse bir şekilde bir ayakkabı bulunarak sorun çözüldü. Ekipmanlar bağlandı, kendimizi maviliklere bırakacağımız yerin, o üç pistin en yükseği olduğunu söylediler. “Tanrım! Nasıl bir mutluluktur o yaşadığım… Ne şanslıymışım, hem de en yüksek yerinden atlayacakmışım.” O an erkek arkadaşım, bambaşka bir yerde, ben bambaşka bir yerde… Yapayalnız kalmıştım. Ne hayal etmiştim acaba, havada ellerimizi yakalayıp romantizm mi yaşayacaktık?
Beraber uçacağım eğitmen, ekipmanları bağladı, en uç noktaya yürümemi -hafif eğimli ve kum tanelerinden ekstra kayganlaştırdığı zeminin en ucunda- beklememi istedi. Korktuğum oldu, o noktaya yürüyemiyordum, çünkü aşağıda deniz beni dalgalar halinde “Bana gel, paraşütsüz gel…” diye aşağı çağırıyordu. Akrofobi 101 dersine hoşgeldiniz.
Kendime not: Bir daha tatile gittiğinde yolda her gördüğün adrenalinli aktivite için “hadi” ile başlayan cümle kurmadan önce dur, üstüne bir gece yat, öyle harekete geç.
Sonrasında ise, eğitmenin üç talimatıyla karşılaşıyorum; “koş”, bacaklarını çek dediğimde “çek”, bacaklarını indir dediğimde “indir”. Uçurumun ucunda durduğum an korkum %100 aldığım zevk 0 iken, kendimi aşağı bıraktığım anda; korkum 0 aldığım zevi ise %100 olarak güncelleniyor. Gerisi ise; akrobasiyi fazla talep etmem sonucu inişte uzun süre bulantıdan konuşamayıp bardak bardak içtiğim ayran ve yaklaşık 3 saat geçmeyen bir mide bulantısı… Düşünebildiğim tek şey ise “yaptım” hissi.
Hayatımızda defalarca başarılı olmuşuzdur; belki sınıfta okumayı ilk söken -elması ilk kızaran-, belki ortalama şekilde okuyup okuma yarışlarında şampiyon olan, çarpım tablosunu ilk ezberleyen, anadolu lisesi sınavında derece yapan, ingilizceyi daha ortaokul-lise sıralarında akıcı konuşan, üniversite sınavında kimselerin giremediği o bölüme birincilikle giren, başarısı yurt dışına taşan ya da önemli projelerde ödüller alan… Hep ulaşılan sonucu takdir ettik, şahane, ama göz ardı ettiğimiz o asıl başarı ne oldu? O başarıya ulaşana kadar yaşanan stres, korku, karşımıza çıkan engeller ve aştığımız zorluklar nereye gitti?
Her şeyin sonunda yaşanan “Bunu ben yaptım” gururu, en tepede olup, imrenilerek bakılan insan olma hissi… En zoru da bunun sürdürülebilirliği… Ve bazen daha fazlasını kazanmayı zorlarken o yolda yaşanan sarhoşluğun olumsuzluklarla sonuçlanması…
Sanıyorum bu hikâyede fazla akrobasi isteyerek, akabinde olayın coşkusu yerine, yer değiştiren organlarımı ayranla yıkamış olmam buna en güzel örnek. Halbuki tepedeyken eğitmen uyarmıştı: “Akrobasi güzeldir, gökyüzünde tatlı gelir; ama bu keyfi az yaşamana, irtifa kaybedip 10 dk daha erken inmene sebep olur.” Evet, yere inmiştim, benimle aynı anda kendini aşağı bırakanlar hala gökyüzünde anın tadını çıkarıyordu. Bu arada, yüksekten hala korkuyorum. Ama yine yapar mıyım? Evet, yaparım; bu durum nasıl tanımlanır psikolojide bilmiyorum.
İmrenilen insan olma hissi hayatın her alanında güzel olabilir; ama sürekli başarmaya kurulu bir hayatın, bunu sürdürme çabasının, insanlarla geçireceğim güzel seneleri ömrümden çalacağını ya da erken yaşlandırıp, hasta edeceği ile sonuçlanacağını düşünüyorum. Zirvede yalnız yaşanacak mutluluklar ile yerde bulantından ayran içmeden kahkaha ile geçircek zamanlar arasında tercih yapacak olsam, zemindeki kalabalık mutluluğu tercih ederim sanırım.
Şunu da merak etmiyor değilim, tüm ömrünü başarılarla doldurmuş, akşam kalabalık bir masa etrafında oturup yemek yiyemeyen emeklilik yaşlarına gelmiş birine göre hangisi daha büyük kayıp? Daha fazla başaramamak mı yoksa yalnızlığı seçmiş olmak mı? Bu satırları yazarken A şehriden çıkıp B şehrine varmayı planlarken, kendisini C şehrinde bilmediği bir coğrafyada daha mutlu bulmuş gibi hissediyorum. Bunca zaman başarmak istedim, peki ya aslında başaramadıklarım bana bu mutlu hayatı sunduysa?
Sevgili paraşüt, lütfen arada ayağıma dolan, beni bir havalandır, tazele; ama yüksekte olduğumu henüz fark etmeden, ben korkmadan beni geri indir. Gökyüzü bana göre olmayabilirmiş meğer. Oradayken fark ettim. Herkese güvenli uçuşlar, arada toprağa basmayı unutmayın; berekettir, temiz enerjidir.
Kapak Fotoğrafı: Quang Nguyen (pexels.com)
İlginizi çekebilir: Özge Hocalar’dan Bir Maraton Yolcuğu
İlk yorumu siz yazın!